|
15.11.2001 Ebru Türkol - netyorum.com / Sayı: 92
GÜNEŞİ KUCAKLAMAK
Manolya Ülkesi'nin Kralı evlenme çağına gelen kızına uygun bir damat adayını
nasıl bulacağını düşünüyordu son zamanlarda. Öyle biri olmalıydı ki; gözü gibi
baktığı biricik kızını gerçekten sevmeli, o'na hakettiği değeri vermeliydi.
Yapacağı şeylerle de ispatlamalıydı sevgisini, hem kendisine hem de Prensese.
Aklına şöyle bir fikir geldi ve bunu fermanlarla ülkenin dört bir yanına
duyurdu:
"Güneşi kucaklayan delikanlı kızımla evlenebilecek! Her kim ki bunu yaparsa,
kızım o'nun olacak ve saadet içinde sarayda yaşayacaklar!.."
Fermanı duyan ülke delikanlılarını korku, endişe, azim ve telaş sardı. Ne
yapmalı ne etmeliydiler ki, hem güzeller güzeli Prensese, hem de sarayın
lüksüne, şatafatına kavuşmalılardı. Kimileri taşları üstüste dizerek güneşe
ulaşmaya çalıştı, kimileri en yüksek dağın zirvesine çıkmaya çalıştı. Hali vakti
yerinde olanlar uzun uzun kuleler yaptı. Hatta günlerini gecelerini ağaç
tepesinde geçirerek güneşin uygun bir anını kollayanlar bile vardı. Güneşe büyü
yaptıranlar daha neler neler... Ama aradan aylar geçiyor kimse bu işi
beceremiyor, pes edip gidiyorlardı birer birer.
Bir gün Kral'ın huzuruna giyim kuşamı hiç de hoş olmayan ama oldukça yakışıklı
bir delikanlı geldi. Güneşi kucaklayabileceğini hem de bunu Kralın ve kızının
huzurunda yapmak istediğini söylüyordu. Kral kabul etti delikanlının isteğini.
Güneşli bir günde sarayın bahçesinde Kral ve Prenses yanyana oturmuş,
etraflarında da büyük bir kalabalık ne olup biteceğini bekliyorlardı merakla.
Prensesin içinde birşeyler kıpırdıyordu bu gence baktıkça.
- Hadi bakalım, kucakla güneşi de görelim!, dedi Kral.
Bu sözlerin ardından olan şeye herkesin ağzı açık kaldı bir süre. Kimsenin çıtı
çıkmıyor, olanlara anlam veremiyorlardı bir türlü.
Delikanlı hızla koşarak, muhafızları aşmış, Prenses'e sımsıkı sarılmış, bir
türlü bırakmıyordu.
- Bre zındık,ne yaparsın!, diye kükredi Kral şaşkınlığını atınca;
- Nedir bu ahmaklığın anlamı ?
Prenses'ten muhafızlarca zorla ayrılan delikanlı şunları söyledi boynunu bükerek
ama sesindeki neşeyle;
- Sayın Kral'ım, siz güneşi kim kucaklarsa kızım onundur dediniz. Ben sarayın
karşısındaki şu viranede otururum. Gözlerimi açtım, kızınızı gördüm. Yüreğim
aşkının, güzelliğinin, sevgisinin ateşiyle yandı kavruldu. Her gün penceremden
penceresine bakarım, o'nu gördüm mü günüm aydınlanır, ışıl ışıl olur. Göremezsem
kahrolur, karanlılara boğulurum. Ben onunla var olur onunla yok olurum. Benim
gündüzüm, gecem, yazım, kışım, sıcağım, soğuğum O... Benim Güneşim O... Ne
olursa olsun bu an bile bana sonsuza dek yeter. Ölümüm güneşimden olsun razıyım
Sayın Kralım..."
Herkesin hatta Kral ve Prensesin bile gözleri doldu bu sözlere.
- 40 gün 40 gece düğün yapılsın. Kızımı verdim bu gence!, diye haykırdı Kral...
Prenses neşeyle ellerini çırptı. Kral doğru bir seçim yapmıştı. Sevginin
güneşini yakalayana kızını vermişti. Prenses ve delikanlı ömürlerinin sonuna dek
saadet içinde yaşadılar sarayda... Onlar ermiş muradına, biz çıkalım
kerevetine...
Sevgi dalgın sular gibidir; gösterişsiz ve o nispette derin... Sevgi gösterişin
olduğu yerden hicret eder, çünkü o bazen sevgilide bir bakış, bazen de bir
sanatkarın gönlünde ürperiştir. İşte o kadar sade, o kadar yalın...
Sevgi ve Saygılarımla,
Ebru Türkol
e- posta:
barutt@turk.net
netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel
yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine
tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya
link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)
|