| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

15.11.2001 Barış Emek Ergin - netyorum.com / Sayı: 92

CAHİL PERİLER İSİMLİ BİR TABLO

İsmini bu tablodan alan filmi izlediniz mi bilmiyorum? Ancak merak ediyorum, izleyenleriniz nasıl buldu? Bencileyin etkilendiniz mi, umutla dolup yaşama sarıldınız mı?

Ülkemizi ne güzel tanıtmış, tesadüfe dayalı yaşamlarımızın, pamuk ipliğine bağlı ilişkilerimizin sorgulamasını, ne de usulünce iç daraltmadan yapmış değil mi? Ve belki önce ki filmleri, Harem Suare ve Hamam gibi Ferzan Özpetek, İtalya’da ve ülkemde Fatih Terim ilgisini hak etmesi gereken bir Türk, nice isimsiz diğerleri gibi.

Sting’in ”An English Man In Newyork” müziğini fonda düşleyin ve İmparatorluğu şaibeli bir futbolcu eskisinin dönüşü sırasında ondan önce de, sonra da İtalya’da yaşayan yönetmenimizin filminin önündeki upuzun kuyruğu canlandırın. Aynen Paris sinemaları gibi, aynen Londra salonları gibi kapalı gişe oynuyormuş bu nefis Türk motifli Avrupa filmi, ne hoş.

Biz toplum olarak hoşluklardan uzak durur, hastalık, işsizlik, savaş ve açlık gibi konu başlıklarıyla işlenmiş medyamızın dolduruşuyla yaşamımızı güzelliklere kaparız. Örneğin Aids, kanser konusu, insanın içini daraltan bir başlık ve hemen her gün bir habere konu olarak veya bir yazar dilinden neden benim üstüme salarsınız bu korkuyu? Berberden enjeksiyona, tuvaletlerden lokantaya bu korkuyla barışık olmayan insanları uyarmak için neden beni sıkarsınız? Neden yaşamın, aşkın ve sevişmenin hoş büyüsünü, kabusa çevirirsiniz?

Bu güzel film aslında aynı temayı ne kadar insan olarak işlemişti. Saçma sapan piyango gibi çıkan hastalılarla günümüzü zehir etmektense bu filmi göstersek daha iyi değil mi? Yine bilinçlendirelim insanlarımızı ama bilinçli olduğunu sananları bunaltmadan yapsak daha iyi olur. Adı bile ürpertici hastalıkları unutalım ve bize sunulan yaşamı korkusuz ama saygılı bir şekilde yaşayalım.

Nazım’ın dediği gibi;

“Seninle biz
Ne zaman ve nerede öleceksek ölelim
Sevebildik birbirimizi
Ve insanlığın en büyük davasını
Dövüştük uğruna
Yaşadık diyebiliriz.”

Bugün On Kasım, yasta mı olmalıyız bilmem ama pek de boş durmadık 1938'den beri biliyorum ve pek de öyle hüzünlü değilim yitirdiklerimize, ıskaladıklarımıza. Alabildiğine umutluyum gelecek güzel günlerden, göreceklerimizden.

Nazım ve Necatigil’le şiirden aldığım tad'a, Abaç ve Candaş’la gördüğüm renklerin güzelliğini, Müridoğlu ve Koman‘ın her biri nefis bir destan olan heykellerini, Biret ve Kan’ın klasik müziği sevdiren yorumlarını, Şensoy ve Erkal’ın tiyatroyu zenginleştiren oyunlarını, Say ve Rey’in sınırları aşan bestelerini, Akın ve Güney’in evrensel ve yerel filmlerini, Nesin’in ve Mumcu’nun solmayan kitaplarını, Eroğlu ve Pamuk’un taptaze canlı romanlarını, Turgut, Suda, Özgentürk ve Engin’in güncelini, Sezai Türkeş, Fevzi Akkaya, Ersin Arıoğlu ve Üzeyir Garih gibi değerli mühendis ve işadamlarının ürettiklerini de düşünürsek ve unuttuğum onlarca üretken beyni çarparsak yazdıklarımla, çıkan fotoğrafta pek de boş durmadığımız iddiamı haklı görürsünüz sanırım. Bu isimlerin nakışıyla süslediğim potporim Cahil Periler çalışmalarından çok daha zengin, çok daha renkli, çok daha derin, çok daha sesli, çok daha Türkiye gibi geldi bana.

Aslında yazılarımda adet olduğu üzere size aşağıda seçtiğim şiirle veda edecektim:

“Annelerin ninnilerinden
Spikerin okuduğu habere kadar
Yürekte kitapta ve sokakta
Yenebilmek yalanı 
Anlamak Sevgilim 
o bir müthiş bahtiyarlık
Anlamak gideni
ve gelmekte olanı.”

Günün anlam ve önemine uygun aşağıdaki şiiri sabahın ilk aydınlığından beri karşımda beni izleyen ve bu dünyaya söylediği ilk sözleri ”Babacığım, Atatürk bize Cumhuriyeti kurdu” olan beş yaşındaki yavrum Ilgınımın ezberinden veda edeyim istedim;

“Saat dokuzu beş geçe
Atam Dolmabahçe'de
Gözlerini kapamış
Bütün dünya ağlamış
Doktor doktor kalksana
Lambaları yaksana
Atam elden gidiyor
Çaresine baksana
Uzun uzun kavaklar
Dökülüyor yapraklar
Ben Atama doymadım
Doysun kara topraklar.” 

(Bu şiirin satır aralarından, doktorların yıllardır aynı ekabirlikte olduğu da anlaşılıyor, niteliksiz kavakların pis yaprak dökümü gibi.)

Size Ata’nın yaşgününde asla yaşlanmayan ancak bu günü Ata’nın yaşgünü kabul ederek, yaşlandıkça umutla dolan kalbimi açmak istedim. Dilerim başarmışımdır, dilerim haklıyımdır.

10-11-2001

Barış Emek Ergin
e-posta: beergin@ttnet.net.tr


Yorum Ekle Yorumları Listele
92. Sayı önceki yazı 92. Sayı sonraki yazı
Yazarın Önceki Yazısı Yazarın Sonraki Yazısı
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye