| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

16.08.2001 Mehmet Sağlam - netyorum.com / Sayı: 82

MUTLULUĞA 12 KALA

Her zaman, her konuda birden fazla seçenek vardır. İyi ve kötü, güzel ve çirkin, acı ve coşku, mutluluk ve mutsuzluk, aşk ve nefret birbiri sayesinde var olurlar. Karanlık bir tünelden aydınlığa çıkış, her derin hüznün sonunda keyifli anların geleceği ve harıl harıl akan sevginin yorulacağı mutlaktır. Bu zıtlıkları yaşarken, birinden diğerine geçiş genellikle kendi seçimimizdir. Ne demişti o bilge kişi, “yaşam; seçimlerinizin koleksiyonudur.” Şöyle de diyebilir miyiz: Mutluluk; doğru seçimlerinizin ve gerçekleştirebileceğiniz rüyalarınızın koleksiyonudur. Belki... Bu yazıdaki konumuz seçenekler, mutluluk ve yaşam olmalı öyleyse..

Pek çok kavramın tarifi hem yok, hem de çoktur. Aşk, mutluluk ve başarı bunlardan üçü. Onbinlerce kitap aşktan söz eder ve onu tanımlamaya çalışır. Herkesin benimsediği bir aşk tanımı vardır, her seven aşkı farklı biçimde duyumsar ve yaşar. Yani; aşk, yaşanan, betimlenemeyen ve son derece göreceli bir olgu ve de “değişken” bir duygudur.

Başarı da bir o derece izafi ve tarifsizdir. Öyle ya; bir avcı hamile bir tavşanı “haklamışsa”, zavallı hayvanı mideye indirenlerin gözünde üstün başarılı biridir, sınavını geçmiş öğrenci de, çok para kazanan bir şirketin idarecileri de, Mars’ta araç yürüten Nasa personeli de, kan davası gereği komşu köylüyü cansız yere seren Çavuşun oğlu da. Peki nedir bunun ölçüsü ve mihenk taşı? Bence -ki bu da göreceli bir tanımlamadır- gerçek başarı; evrensel jürinin alkışladığı şeyi gerçekleştirmiş kişinin yaptıklarıdır. Sizi üç-beş kişinin alkışlaması, başarılı olduğunuz anlamına gelmemeli, bence. Telefonu, otomobili, kamerayı, röntgen aletini, bilgisayarı vs. yapmayı başaran insanları 6 milyar kişi alkışlıyor değil mi? İşte başarı bu olmalı... Ama 1 yaşındaki bebeğine mama alabilmek için vücudunu satan anneyi de başarılı olarak görenlerin sayısı az değil elbet. Dedim ya, gö re ce li...

Mutluluk ise, en “kaypak” tarifleriyle aşktan daha anlatılmaz kavram ve her an değişebilecek bir duygu. Mutluluğu bir fincan kahvede bulanlar da var, milyonlarca dolara sahip olduğu halde bulamayanlar da. Mutluluk; uykuya dalarken okunan romanın sayfalarındadır, diyenler de var, mutluluk; bir aşk şarkısının ezgilerindedir, diyenler de. Gelin burada biraz daha derinleşelim.

İnsan olarak bizleri mutlu eden şeylerin başında ne geliyor dersiniz?

En çok ne zaman halimize şükrederiz?

Ölümcül bir hastayı ziyaret ettiğimizde, mezarlıklara gittiğimizde, cezaevlerinde esaret hayatı yaşayanları gördüğümüzde, akıl hastaları ile karşılaştığımızda, sefalet ve pislik içinde yaşamaya mecbur olanlara tanık olduğumuzda vb... hem hüzünlenir, hem de gizli bir mutluluk yaşarız, değil mi?

Öyleyse; mutluluğun ilk basamağı yaşıyor olmaktır. Yani; toprağın altında veya bir yatağa bağlanmış olarak değil de, çimlere basarak, doğayı hissederek ve sağlıklı yaşıyor olmak birincil mutluluk kaynağıdır.

İkincisi; beğenilme duygusunu yaşamaktır. Beğenilme, bence, temel içgüdülerin en önemlilerinden birisi ve bizi hem hayata bağlayan bir kuvvet, hem de başarıya ve yaratıcılığa ulaştıran itici bir güçtür. Eğer, dünyadaki tek insan siz olsaydınız, güzel elbiseler giyer, tıraş olur, makyaj yapar veya tırnak keser miydiniz acaba? Ya da şiirler ezberler, resimler yapar, eşsiz saraylar inşa eder miydiniz? Arabanızın rengi, ayakkabılarınızın kalitesi veya saatinizin markası farkeder miydi? Hayır, etmezdi. Çünkü; onları beğenecek ve size övgüler yağdıracak kimseler olmazdı çevrenizde. Yani; beğenilme duygunuzu tatmin edecek bir toplum içinde veya kişi ile birlikte değilseniz, tüm toplumsal değerler sıfıra inerdi. O halde; beğenilmenin en büyük mutluluk kaynaklarından birisi olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz.

Üçüncüsü; ele muhtaç olmadan, en azından temel ihtiyaçları karşılayabilecek kadar bir işe ve gelire sahip olmak veya kendi olanakları ile maddi gereksinimlerini giderebilmeyi başarmaktır. Bu kişide, özgüven, gurur ve yeterlilik duygusu uyandırdığı için büyük bir mutluluk kaynağıdır.

Dördüncü kaynak; sevgidir. Sevilen insan kendini mutlu hissetmekten alıkoyamaz. Hele birisi ona aşık olmuşsa daha da mutlu olur. Çünkü; hem çok seviliyordur, hem o kişi mahrem vücudunu kendisine teslim edecek kadar güven ve yakınlık duymuştur, hem de libido gibi temel bir içgüdüyü tatmin edebilmektedir. Sevginin gürül gürül mutluluk veren bir kaynak olduğunu anlamanın bir yolu da sevgiden yoksun ve sevgi alışverişi yapamayan insanların mutsuzluğunu gözlemektir.

Beşincisi; inanç ve dengeli bir ruh halidir. Bir inancı, yüksek ideolojisi veya uzak hedefleri olan insanların yaşama daha bağlı ve
zorluklara daha dirençli oldukları apaçıktır. Özellikle bir inanca veya hedef birliğine sahip olanlar, daha dingin ve kolay kolay frekans
bozuklukları yaşamayan bir ruh haline sahip oluyor ve genellikle aynı inanç veya ideoloji grupları içinde sosyal ilişkiler kurdukları için de daha paylaşılır mutluluklar yaşıyorlar ve bununla yetinmeyi yeğliyorlar. Ayrıca; mistik veya paranormal bazı “gizli” bilgiler elde ettiğini düşünen bireyler de bir “ayrıcalık” veya “seçilmişlik” duygusuna kapıldıkları için mutlu olmaktadırlar

Altıncı sebep; güç, prestij veya ün sahibi olmaktır. İnsanlar bir diplomaya, bir etikete, bir koltuğa veya bir şöhrete sahip olmayı hep
istemişlerdir. Bunları elde edemediklerinde ise, onlara saygınlık kazandıracak ve üstünlük kompleksini giderecek araç olan paraya doğru dümen çevirmişlerdir. Onu da edinemediklerinde, toplumun takdir duygusunu kazanabilmek ve kendilerini yararlı hissetmek için evrensel değerlere veya etiklere sarılmış ve onların şampiyonluğu için çalışmışlar ve çalışacaklardır. Hayırsever olmak, yardım kuruluşlarına katılmak, bedelsiz ve gönüllü toplumsal görevler üstlenmek, vs. onların mutluluk kaynaklarından birini oluşturmuştur.

Yedincisi; özgürlüktür. Bir eve, toprağa veya vatana sahip olmak ve onların içinde özgürce hareket edebilmek -insanın doğası gereği- büyük bir ihtiyaçtır. Sosyal bir yaratık olduğu için, toplumla içiçe olmak ve düşünce ve hareket serbestliğini yaşamak insanı mutlu kılar. Suç işleyenleri bir mahpushaneye kapatmak o nedenden dolayı ağır bir ceza addedilir. Ve kişiler o özgür dolaşımı kaybetmemek ve düşlerini gerçekleştirebilmek için, o yüzden cezaevine girmekten şiddetle sakınırlar. Tabii prestij ve sosyal statüdeki kayıp da bu sakınışın nedenlerindendir. Özgür beden ve özgür beyin önemli birer mutluluk pınarıdır.

Sekizinci neden; yaratıcılıktır. İnsan beyni monotonluğu sevmez ve tekdüze yaşamdan çabuk sıkılır. Tüm evren her an değişirken, doğadaki her şey her an yenilenirken ve aynı ırmakta iki kez yüzülmezken, o, statik bir konumda kalmak istemez. Ya evden çıkıp biraz dolaşmak ihtiyacı hisseder, ya başka bir yöreye tatile gider, ya ülkeler arası seyahatler yapar, ya sosyal çevresini değiştirir, ya eşyalarını yeniler veya yeteneklerini kullanarak daha önce yapılmamış yepyeni bir şeyler yaratmak ister. İnsanın sanat ve bilimle uğraşması, yeni keşifler yapması ve bu sayede kültür ve teknolojinin sürekli evrimleşmesi öncelikle bu nedenden dolayı, yani; yeni bir şeyler yaparak veya üreterek, beğenilme duygusunu tatmin etmek istemesindendir. Yaratıcılık, insana sürekli çok büyük hazlar yaşatan bir mutluluk kaynağı olagelmiş ve olagidecektir.

Dokuzuncu; barış ve esenlik içinde yaşayabilmektir. Her ne kadar genetiğimizde milyonlarca sene önceki orman yaşamının zor koşulları yüzünden “yaşamak için öldürmek” gerektiğini dikte ettiren kalıntılar varsa da, binlerce yıldır sürdürdüğümüz köy ve kent yaşamı sayesinde barışçıl ve problemsiz bir yaşamı yeğleyen bir yapı da geliştirdiğimiz ortadadır. Düşmansız, iftirasız, kendi halinde ve ‘al gülünü, ver gülümü’ tarzında bir sosyal yaşantı çoğu insanı mutlu kılmaktadır.

Onuncusu; bilgi sahibi olmaktır. Bilen, bildiğini kullanarak güzel sonuçlar alan, bildikleri yüzünden toplumsal beğeni gören ve bildiği için akıl satan veya kendisine akıl danışılan kişiler, yüksek hazlarla dolu mutluluklar yaşamaktadırlar. Nüansları ve çoğu kimsenin farkında olmadığı detayları görmek, yepyeni veya çok eski bilgileri elde etmiş olmak, bunları kullanmak ve yaşamak veya aktarmak, kişiye bir üstünlük tattırdığı için onu mutlu kılmaktadır.

On birincisi; mutlu bir aile, başarılı çocuklar veya torunlar, övünülecek bir yakını veya dostunun olması... Bu nedenle de, “bir marifetin varsa göster, babanınki ile övünme” özdeyişi çoğu insanı rahatsız etmektedir.

On ikinci mutluluk kaynağı; mutlu olma sanatını öğrenmiş olmaktır. En kötü andan, iyi bir enstantane çıkarıp, onunla alt ve üst bilincimizi kandırabilme, iyimser düşünme, Poliannacılık oynama ve bardağın yarısını dolu görme, bizi mutluluğa götüren duygular yaşamamıza neden olmaktadır.

Gelelim seçeneklerimize:

Bir ikilem, üçlem veya dörtlem içinde kaldığımızda biraz canımız sıkılır, genellikle hızlı bir seçim yapmayı hep erteler ve birkaç konsültasyondan sonra nihai bir karar vermeyi tercih ederiz. Bunun nedeni yanlış yapmaktan korkmamız ve “ bir bilene daha sormalı” ifadesinin dimağımıza sinmiş olmasındandır. “Burnunun hizasında giden” insanlar çoğunlukla yadırganır ve suçlanır, o nedenle. Oysa; özgür ruhlu, kalp ve ruh gözünü kullanmayı tercih eden insanların bu hakka sahip oldukları düşünülmez bile. Çünkü; tüm eğitimimiz sadece pozitif bilimler üzerine kuruludur ve bilimin ilgi alanına henüz girmemiş ya da kanıtları mevcut olmayan, ama çoğumuzun tek tek deneyimlemiş olduğu fenomenler itibar görmez ve karar mekanizmasında denkleme sokulmaz. Örneğin; içgüdüleri, sezgileri, şiddetli ilhamları veya kuvvetli duyguları olan insanların, buralardan gelen mesajları hafızadaki mevcut bilgi ve deneyimlerle yoğurarak bir seçim yapmalarına -genellikle- güvenilmez. Oysa; o insanlar bunu yıllarca yapmış ve belkide çok sağlıklı sonuçlar almışlardır. Fakat, gene de, verilecek kararda genel eğitim çerçevesi içinde aktarılan yöntemlerin kullanılması gerektiği düşünülür ve herkesin kullandığı metotlar klişesi doğrultusunda hareket edilir. Dolayasıyla; bir karar vermek, bir seçim yapmak demek olduğundan, verdiğimiz kararlar hep güdümlenmiş ve otomatik olarak yönlendirilmiş olur. (Buradan çıkan bir başka sonuç; insanların en özgür ortamlarda bile, tam bir düşünce hürriyetine sahip olmadıklarıdır.)

Şu kavramlar listesine bir göz atalım:

Kaide, kural, metot, yol, yöntem, tarz, mantık, ölçü, ölçüt, kriter, standart, norm, prensip, kanun, yasa, etik, doğru, hakiki, gerçek, somut, reel, realite, bilimsel, ilmi, akli, aklıselim, rasyonel, sağduyu, irfan, erdem, akıl gözü..bunlar birinci küme...

Yanlış, hatalı, mantıksız, usaaykırı, gerçeğe aykırı, standart dışı, fizikötesi, bilimdışı, soyut, abes, saçma, aptalca..bunlar ikinci küme...

İlahi, tanrısal, göksel, dinsel, inançsal..bunlar üçüncü küme...

Ruhsal, tinsel, ruhi, vahiysel, sezgisel, duysal, mistik, telepatik, altıncı his, ilham, duyu, duyuüstü, esin, hissikablelvuku, önsezi,
içgörü..bunlar dördüncü küme...

Duygu, duygusal, his, hissi, hissiyat, hissiselim..bunlar beşinci küme...

İçgüdü, içtepi, güdüsel, fıtri..bunlar da altıncı...

Bu altı grup kavram listesi, sözcük dağarcığımızın ve konuşma yeteneğimizin ne kadar yoğun olarak kategorize edildiğini ve aynı zamanda sınırlandırıldığını göstermektedir. Bu nedenle de, düşünürken belli kalıplar ve kavramlar içinde kalmaktan kurtulamamakta ve -farkında olmadan- koşullandırılmış ya da programlanmış bir kafa yapısına sahip olmaktayız. Pek çok sıradan sözcük yüzünden, tüm doğru ve yanlışlarımızı özgür olarak belirleme olanağımızı kaybetmiş bir halde, kelimelerin adeta “esiri” haline düşmüş bulunmaktayız.

Bu lengüistik esarete sadece sözcükler değil, ortak kültürden edindiğimiz binlerce özdeyiş de katkıda bulunmaktadır. Bunlardan birisi de, “istisnalar kaideyi bozmaz” ifadesidir. Kolayca sarfettiğimiz bu deyiş, aslında aksini düşünmemizi otomatik olarak engelliyor ve istisnalar üzerinde fazlaca düşünmememizi sağlıyor. Ve bu “özdeyiş” doğru kabul edildiği için, istisnaların bu ifade yüzünden ne denli heba olduklarını kimseler durup, bir an irdelemiyor bile .

Tüm Kainat bir paradoks üzerine kurulmuşken ve yaratıcılık denen şeyin hep istisnalar sayesinde oluştuğunu bilmemize rağmen, istisnaları (yani bir anlamda müstesna şeyleri ve kişileri) neden bu denli göz ardı ederiz? bilmem... Bu deyiş, bize hem çok pahalıya mal olmaktadır, hem de seçeneklerimizin sayısını ve özgür düşünce ufuklarımızı daraltmaktadır.

Demek ki; her ne kadar “seçim senin” ifadesi, zihnimizde “kaderimiz kendi elimizde” düşüncesini yaratsa da, ancak toplumun, devlet(ler)in, ortak kültürün ve genetik kodların verdiği olanaklar oranında özgürüz. Öyle ya; bir portakal ağacının, dallarını hangi yöne uzatacağına ve meyvelerini ne kadar dolduracağına belki dış çevre koşulları ile birlikte kendisi karar verir ve “özgürlüğünü” kullanmış olur, ama portakal ağacının nar ağacı olma özgürlüğü asla yoktur.

Bu programlanmış sınırlı özgürlük aslında bize çok az seçme hakkı vermektedir. Çünkü; özgürlük gibi çok değerli ve fakat -değerini bilmeyen ellere düştüğü zaman- çok da tehlikeli olabilecek bir temel hak, bize ulaşıncaya kadar türlü süzgeçlerden geçip, “rafine” edilmekte ve “asiditesi” düşürülmektedir.

Sonuç olarak; bizlere dirhemle verilen düşünce özgürlüğü ve seçme hakkı, büyük oranda, uğrunda büyük mücadeleler vermemizi gerektirir ve özgürlüğü “bahşedenlerin” cömertliği ile doğru orantılıdır.

Yaşamak konusunda sözü gene Rahibe Theresa’ya bırakıyorum:

YAŞAMAK

Yaşamak şanstır, kullanmayı bil,
Yaşamak fırsattır, değerini bil,
Yaşamak hüzündür, aşmayı bil,
Yaşamak şarkıdır, söylemeyi bil,
Yaşamak servettir, korumayı bil,
Yaşamak oyundur, oynamayı bil,
Yaşamak bilmecedir, çözmeyi bil,
Yaşamak mutluluktur, tatmayı bil,
Yaşamak güzelliktir, kıymetini bil,
Yaşamak trajedidir, göğüslemeyi bil,
Yaşamak aşktır, keyfine varmayı bil,
Yaşamak maceradır, göze almayı bil,
Yaşamak rüyadır, gerçekleştirmeyi bil,
Yaşamak verilmiş sözdür, tutmayı bil,
Yaşamak hazinedir, israf etmemeyi bil,
Yaşamak mücadeledir, kabullenmeyi bil,
Yaşamak hakkındır, uğruna savaşmayı bil,
Yaşamak kutsal görevdir, tamamlamayı bil.

Mehmet Sağlam
İzmir

Not: Sayın Mehmet Sağlam'ın netyorum.com 'da yayınlanan diğer yazısına buraya tıklayarak erişebilirsiniz.


netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)


Yorum Ekle Yorumları Listele
82. Sayı önceki yazı 82. Sayı sonraki yazı
Yazarın Önceki Yazısı Yazarın Sonraki Yazısı
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye