| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

"Öykülerle Sözcükler" 24.05.2001 Nezih Kuleyin - netyorum.com / Sayı: 72

ACEMİ

Lise yıllarımızın başları, bir yandan sıkı denilebilecek aşklara atıldığımız yıllar olarak anılarımda yaşarken, diğer yandan da, usta tavlacı olmak için bizden büyüklere harçlığımızın nerede ise tamamı ile çay ısmarladığımız yıllar, olarak da anılarımda yaşamaktadır.

Hep anlatırım. O yıllarda yaşadığımız kasaba, uzun bir sahil şeridinin kenarında uzanıyordu. Bu şeridin bir ucunda Erdemir adı ile anılan Ereğli Demir Çelik Fabrikaları diğer ucunda ise Çınaraltı denilen balıkçı kahvesi yer alırdı. Çınaraltı adı öyle sıradan bir ad değildi gerçekten. Kimilerine göre beşyüz, kimilerine göre ise üçyüz yaşında olduğu iddia edilen bir çınarın altında yer aldığı için bu adla anılıyordu.

İşte biz bu iki nokta arasında bazen yarısından başlayarak yürüyüşe başlar, Çınaraltına geldiğimizde, gelirken kız arkadaşımıza rastlamış ve onunla kaçamak bir selamlaşma yapmışsak neşeli, eğer bu anlattığımız gerçekleşmemiş, kız arkadaşımıza rastlayamamışsak hafif buruk, tavla oynamaya başlardık.

Tavlada ustalık önemlidir. Zara dayalı bir oyun olmasına rağmen kendini çok usta sanan tavlacıların yanına yaklaşılamaz. Onlarla oynamak hem bir merasime tabidir, hem de kaybettikten sonra ciddi olarak dalga geçilmeyi göze almanız gerekmektedir. “Yürü acemi anca gidersin” ya da “kolunun altı yırtılmış” denildikten sonra sen kolunu kaldırınca tavlayı koltuğunun altına sıkıştırıp “hadi mektebe” gibi takılmaları da kaldırmayı göze almanız gerekmektedir.

Bu tavla karşılaşmalarının en gizemli sözcüğü kuşkusuz “acemi” idi. Büyük ustalık savaşları verilen tavla karşılaşmalarında bazen beşerli onarlı takımlarında savaşımına tanık olmak olasıydı. Bu şampiyonaların yapıldığı kahvede bir gün, çok iddialı tavlacılardan biri olan bizden yaklaşık onbeş, yirmi yaş büyük olduğu içinde kendisine ağabey dediğimiz fabrika’da da ustabaşı olarak çalışan Erdem ağabey’in acemilere sesleniş biçimi dikkatimi çekti. O, acemilereİranlı” diye sesleniyordu. “Ben o İranlı ile oynamam” ya da “naber lan İranlı” gibi seslenişleri ondan her an duymak olasıydı.

Bir gün dayanamayıp kendisine neden “acemi” yerine “İranlı” dediğini sorduğumda, bana;

“Oğlum acemi demek İranlı demektir” dedi. 
- Haydaa acaba gerçekten de öyle miydi?
- Evet.

Osmanlılar döneminde imparatorluğun bir parçası olan acem diyarı (şimdiki İran), bölge olarak diğer yerlere göre daha fakir olduğu için zenaat erbabı denilen kesim bu bölge halkını işlerin alt kesiminden başlatıyordu. Dolayısı ile büyük çoğunluğu acem olan çırakların genel adı zamanla, işi az bilen anlamında acemi olarak kullanılmaya başlanmıştı. Bu sözcük dilimizde öyle yerleşmişti ki eski Türkçe’de ne dendiğini anımsayan bile yoktu.

Ne dersiniz bilmem ama, “acemi - işi az bilen” olarak dilimize yerleşmesinden midir nedir bilinmez, sonradan o bölgede kurulan devletler Acemistan adını almamışlar.

Nezih Kuleyin
e-posta: nezih@semor.com.tr


netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)


Yorum Ekle Yorumları Listele
72. Sayı önceki yazı 72. Sayı sonraki yazı
Yazarın Önceki Yazısı Yazarın Sonraki Yazısı
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye