| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

06.05.2005 Nesrin Özyaycı - netyorum.com / Sayı: 163

ÖZÜRLÜ İHANETLER

Hiç uyumamış, sabaha kadar beşik sallamışçasına yorgun uyandım bu sabah. Her tarafımda bir bitkinlik, kırgınlık; ağzımda acı bir tat; yüzüm, en az yatağın üzerinde toplanmış nevresim kadar buruşuk ve yastık kadar sert. Dinlenmek için yatağın kıyısına ilişmiş biri gibiyim. Uyku denilebilirse adına, bölük pörçük uyudum. Onca ağır yükü halen omuzlarımdan atamamış olmanın sıkıntısıyla kendime gelmeye çalışıyordum. Bir anda, bir köpek havlayışıyla irkildim yatağın kenarında. Komodinin üzerinde duran gözlüğümü takıp, cep telefonumun saatini görmeye çalıştım, uykuya direnen göz kapaklarımı zoraki açarak. Altı mıydı yoksa dokuz mu? Ama saatin geç olduğunu sanmıyordum. Çoktandır, hiç bu kadar demli bir yalnızlık yaşamamıştım. Üzerimdeki ağır yükü, zehir zıkkım acıları kısa sürede üzerimden atmanın o kadar da kolay olamayacağını düşünerek kalktım yerimden.

Evin içinde bir ses aramaktaydım, kendimden başka kimsenin olmadığını bile bile. Bir soluk, yaşayabileceğim kadar bir nefes arıyordum kendime. İçimden "Hayır!" dese de bir ses, birini aramam gerektiğini düşünüyordum.

Aradığım ses henüz uyanmamıştı. Benim dışımdaki dünya, yoksa uykusuz bir geceyi sabahın son birkaç saatine mi sığdırmaya çalışıyordu? O güçlü ses, uykusundan halen uyanamamıştı.

Ağırlaşan yorgun bedenimle banyoya doğru seğirttim. Suyun beni canlandırıp ferahlatacağından emindim. Saçlarımı ıslak ellerimle düzelttim. İçimdeki yorgun acıların, dışıma yansımamış olması sevindirdi beni.

Güzel, dedim, içim dışıma yansımamış, yoksa ayna yalan mı söylemekte, diye söylendim öylesine. İyi olduğumu ve düzelmeye başladığımı ayrımsadım. Savaş biteli aylar olmuştu, ama halen kendime gelememiştim. İçimdeki savaşla anlaşma yapmıştım geçen sene, ateşkes belki de, belki de boş verme demeliydi buna. Kendimi mağrur, onurlu ve güzel buluyordum aynanın karşısında. Kibirden değil, gerçekten öyleydi. Oysa, yolun yarısını çoktan geçmiştim. Acılara ya da yaşadığım strese mi borçluyum bedenimin gençliğini, yoksa umut dolu bir ruha mı? Anlayabilmiş değildim, kendimle ilgili bu ikircikli durumu.

Mutfağa geçtim. Radyonun düğmesine dokundum. Geceden suyunu koyup ocağa oturttuğum çaydanlığın altını yaktım. Karpuz, bir iki dilim de peynir. 'Nazlı yar gitti elimden,' çalıyor emektar radyomda. Türkü bitince fark ettim şarkıyı mırıldandığımı. Kimdi nazlı yar? Anlayamadım gitti kimin nazlı olduğunu. Ben mi? Ne nazı? Kime naz edecektim? Kim çekerdi kimin nazını bu hayatta? Hele ben de bu şans varken...

Açtım gardırobumu. Serseriler gibi, kimin, hakkımda ne diyeceğine aldırmadan giyinmek istedim, ama hayır dedim. Sonra 'Hayır' ve 'Evet'leri çıkarıp attım kafamdan. Üzerinde bordo yaprakları olan, güllü dallı, dizimi iki parmak örten eteğimi giyindim; üzerine de siyah, kolsuz bir gömlek; göbeğime kadar uzanan, siyaha çalan, küçük incili kolyemin ucunu düğümleyerek taktım boynuma. Bir de kulağımın deliğini kapayacak büyüklükte inci küpeler. Saçlarım dümdüzdü. Salıverdim özgürce. Olmadı, dedim, toplayayım bari. Hava sıcaktı zaten. Halka şeklindeki, lastikli kareli kumaştan dikilmiş bağla toparladım saçlarımı, taramadan. Bazen dağınıklıkta da fayda var, diye düşündüm. Yüzüm daha bir ortaya çıktı. Bu dingin, rahat görüntüm beni mutlu ediyordu. Kapıdan dışarı atıverdim kendimi, koşar adım. Sahi, yıllardır en iyi dostlarım kimlerdi benim? Emektar, modası geçmiş arabam ve tuşlarına dokununca beni sesime ses veren birine götüren cep telefonum. En büyük sırlarımı paylaştığım iki dosttum. İnsan ve teknoloji ne kadar iyi dost olabilirse, işte öyle bir dostluktu bizimki de. Göz yaşlarım az süzülmedi yanaklarımdan, arabamın direksiyonunu boş bir alana kıvırdığım şu yaşamımda. Tozlu tepelerde, göz yaşlarının yüzüme nasıl yakıştığını dikiz aynam söylemişti bana kaç kez.. Cam sileceklerini çalıştırıp, haykırarak ağlamak güzeldi camları kapadığım kış akşamlarında.

Beyaza boyanmış demir parmaklıklı işyerimin giriş kapısını kullanmayalı neredeyse aylar olacaktı. Savaş bitmişti. Hasara uğramış ön kapıdan girmek imkansızdı neredeyse. Arka kapıdan, yeşil çiçekli terasımdan taşımıştı ayaklarım beni ofisime, adım adım. Sekreterim Canan: "Günaydın, nasılsınız?" diye içten gülüyordu yine, her zamanki güleç yüzüyle. Cumartesinin keyfini geç gelerek tatmak istemiştim. Her gün sabah sekizde işime damlayan ben, o gün ağırdan almıştım günü. Yöneticiliğin keyfi mi dersiniz? Kahverengi masamın rengine uysun diye, üzerine rahibe işli beyaz bir örtü yaymıştım. Tertemiz örtülü masamın üzerinde, bakışlarımı ısrarla kendisine çeken başka bir şeydi: elli santimetre çapında bir ekmek selesi içine yerleştirilmiş, zıt renklerle aranje edilmiş bir demet kurutulmuş çiçek. Boyanmış buğday başakları; iki farklı tonda kurumuş güller; dağlardan kopartılıp kurutulmuş otlar, aralara serpiştirilmiş; en ortada, dikenli yaban çiçekleri, bordo renkli... Kır çiçeklerinin, beyaz ve kahverengi karışımı bir hasır ekmek sepetinin içine yerleştirilmiş olması, gözü okşuyordu. Jelatinle paket yapılmamıştı sepet. Kır çiçeklerinin üzerine, bir kart iliştirilmişti sadece. Kartta, "Saygılarımla" yazıyordu. Alttaki isim hiç yabancı değildi. Soyadını unutmuştum, ama adı görünce afalladım birden. Bu sepet, dedim, bu kurumuş çiçekler, yeşiller, ne anlama geliyordu? Yıllar önce ne yaptığımı bilmeden kapıldığım bir duygusallığı yine yüzüme vuran bir intikam anıtı mı yoksa, diye geçirdim içimden. Eğer bugün, bir tercih yap, deselerdi, ne mi yapardım? Bilmem ki? Yine, kör olasıca 'aşk' derdim sanırım. Sevginin ardı sıra sürünürdüm, süründüğüm gibi şimdilerde. Yapay çiçekleri sevmediğimi unutmayan, kurumuş olsa da doğallığa hayranlığımı bana yine anımsatan yirmi yılın ötesinden bir adam, beni bana yargılatmaya mı çalışıyordu yoksa? Sanmam. O öyle biri değildi? Ona ben ihanet etmiştim, hem de göz göre, gözü kör aşkın peşine düşerek...

Gençliğime vermeliydin. Seni insan olarak sevmiştim. Senin sevginin, dostluktan, insanlıktan öte bir sevgi olduğunu biliyordum. Unutamadığım bir sözün vardı: "İyi yaşadım her şeyi; tek isteğim, bir köşem olsun senle..." deyişini, boğazımdaki düğümle anımsamaktayım dün gibi. O günün koşullarına göre oldukça kaliteliydin, ama aşkın gözü kördür tabiri ile ben yok etmiştim geleceğimizi. Ama belki de tüm bunların yaşanması gerekti ve yaşandı... Yazgı belki, söylenebilecek tek şey bu, ötesi yok.

İhanetimin bedelini ödetti yaşam bana, bildiğin gibi sevgili Onur. Geçte olsa, doğrular yolunu, adalet yerini buluyor. Acı oluyor ama çok acı... Peki sen nasılsın, demeyeceğim. Anladım duygularını. Ellerime değen kurutulmuş çiçeklerin arasından kartını çıkardım, yüreğimden gelen acının burukluğuyla yırttım kartı. Sigaramdan içli bir nefes çektim. Kafamın içinde, sabahtan kalan bir şarkının sözleri dolanıp duruyordu. 'Nazlı yar gitti elimden...' Kimdi nazlı yar? Terk eden mi? Terk edilen mi?

Yanaklarımdan yaşlar inmeye başladı. Güçsüz biri değildim. Sahi neden ağlıyordum? Bir bilseydim nedenini... Oysa ben, beni üzen her şeye, hayır, diyecektim, değil mi? Peki neden ağlıyordum? Neden göz yaşlarıma "Hayır!" diyemiyordum? Neden? Sevgi var yüreğimde her şeye rağmen, insanım ben, diye düşünüyorum onca yaşadıklarım adına. Şu zehir gibi yaşamın ihanetiyle ağrıyarak, özürlü çocuğun için akıtıyorum bu göz yaşlarımı, bütün özürlü ihanetler adına sevgili Onur. Zehir gibi ihanetlerin ürünü, zeki, kimsesiz çocuklar için akıtıyorum göz yaşlarımı, yüreğimin bu kuşluk vaktinde. Aslında insanlık için ağlamakta yüreğim, insancıklar arasında.

Nafile.  

Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com


netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)


Yorum Ekle Yorumları Listele
163. Sayı önceki yazı 163. Sayı sonraki yazı
Yazarın Önceki Yazısı Yazarın Sonraki Yazısı
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye