|
06.04.2005 Nesrin Özyaycı - netyorum.com / Sayı: 162
SEVGİ YOLCULARI
Uzaklarda ışıklı gemiler yolcu taşımakta, deniz durgun, rıhtım kalabalık...
Ağır duygu yükü taşır durur yorgun argın, beli bükülmüş yolcular... Sevgiliye
selam götürür kara trenler, dumanlı dağlardan dolana dolana... Birkaç damla göz
yaşı akar durur, garlar da, iskeleler de, rıhtımlar da... Boynu bükük, özlem
yüklü sevgiler akar durur, hasret yüklü dünyalının gönlüne... Sevda yüklü
kervanlar gelir gider, bir oraya bir buraya... Beyaz mendiller sallanır hep
yolculara, yolculuklara... Ayrılıklar, acılar kavurur, olgunlaştırır insanı...
Özlemler büyütür gerçek sevgileri... Biri "güle güle" der; diğeri, "hoş
geldin"... Bir ikilemdir yaşamın kendisi... Ne gitmekten vazgeçersin, ne de
kalırsın... "Gitmek mi zor, kalmak mı zor?.." der ya hani bir şarkı... "Hem
ağlarım hem giderim..." diyen gelin gibi... İşte bu yaşam... Bir kararsızlık...
Duygu yüklü bir öykü bizimki... Bir başka şarkı yükselir, dolu bulutlardan...
"Gözlerim vagonları dolaştı, üzgün üzgün..."
Sonbahar esmeye başlamıştı ki, sabahın kuşluk vakti aceleyle uyandım. Çocukları
uyandırdım. Hava uyanmaya başlamış, otobüsün kalkma vaktine bir saat kalmıştı.
Uykulu gözlerle Elif, yüzüne dökülmüş saçlarını elinin tersiyle topladı, ağır
ağır. Yataktan kalkıp lavaboya doğru yürüdü. Ayşe daha uyanmamıştı. Uykusu hayli
ağırdı. Başında davul çalsan uyanmaz, uykusu geç açılan cinstendi. Geceden
bavulları hazırlamıştık. Alelacele bir şeyler atıştırıp yola çıkacaktık. Bir
heyecan hepimizde. Umulmadık, beklenmedik bir yolculuktu hazırlandığımız. Bir
yolculuk bileti kazanmıştık bilinmeze. Gideceğimiz yer meçhuldü. Biz bu
yolculuğu hak etmiştik. Şans mı, şanssızlık mı, anlamadım. Posta kutusuna topal
bir güvercin haber bırakmıştı, yolculuk var diye...
Üç kişiydik. Giyindik. Bohem bir yolculuk için ne gerekse almıştık yanımıza.
Umutlarımızı, özlemlerimizi, hasretimizi doldurmuştuk tahta bavullarımıza.
Kapımızın önüne indiğimizde, bizi bekleyen kango araca binip otobüs terminaline
doğru yola koyulduk. Servis aracımız beyaz bir otobüsün önünde durdu. Karışık,
belirsiz duygularla adım adım ilerledik, bizi bilinmezimize götürecek otobüse.
Belki bir sevgiliye, belki bir cennet bahçesine. Vedalaşmaya gerek yoktu, bizi
uğurlamaya gelen kimsecikler yoktu zaten. Otobüsün bagajına eşyalarımızı
yerleştirip, o üç basamağı hızla çıkınca, içeri göz attım ki ne göreyim...
Sevdiğim bütün dostlarım orada... Ağzım açık kalmıştı; gözlerim, hayret ve
sevinçten ışıl ışıldı... Bu ne sürprizdi böyle!.. Kim düşünmüş böylesine bir
seyahati... Emin, arka sıralarda:
"Hadi! Çabuk olun arkadaşlar, geç kalacağız..." diye telaşla seslendi, her
zamanki gibi yine aceleciydi. Binnur'a göz ucuyla baktım. Görüntüsü, yeşiller
içinde bir dal gibi yüzümü aydınlattı eskiden olduğu gibi.
"Acelemiz yok arkadaşlar. Yol uzun... Dolu dolu günlerimiz olacak hep birlikte!"
diyordu Nigar. Heyecanından, yüksek sesle konuşmaktan kendini alamıyordu...
Hepimiz eski tanıştık. Aramızda, uzun süre görüşmesek de hiç kopmayan bir sevgi
bağı vardı, kökü ta eskilere dayanan, riyasız, yalansız, samimi. Doğduğumuz
mezra bizi böyle bağlamıştı birbirimize. Acıları, sevgileri paylaşmıştık.
Yüreklerimiz sımsıcak, bakışlarımız heyecanla birbirimizi aramaktaydı. Başımı
hafifçe arkaya çevirdim. Yaşlı Cemile teyzem bile topal ayağı ve yaralı
yüreğiyle gelmiş, çoktan koltuğuna kurulmuştu. Yanına kuşlarını da almayı
unutmamıştı. Eteğine oturttuğu kuşlarını, avcunun içine doldurduğu yemlerle
beslerdi. Az gitmezdik evine, kuşlarının su içişlerini seyretmekten kendimizi
alamazdık çocukken. Küçük, kalaylı bakır sahanda su içirirdi onlara...
Şoför Rıza gömleğinin yakasına yerleştirdiği bembeyaz mendiliyle, sıcak güneşe
karşı önlemini şimdiden almıştı. Parmaklarının arasındaki sigarasını derin derin
içmekteydi. Hepimiz koltuklarımıza yerleştik; Rıza abi kontağı çevirdi ve
otobüsümüz yavaştan harekete geçti. Duygularımız çarpışmaya başlamıştı. Öyle TV
falan yoktu otobüste. Hepimizin gözleri önünde, yaşamın gerçek film sahneleri
vardı, acısıyla, tatlısıyla. Uzun bir yolculuğa çıkmıştık. Molasız, uzun bir
yolculuktu bizimki. Arka sıralarda, sevgisini yüreğine gömüp, Selma'sını yıllar
önce gurbete göndermiş Murat'ı gördüm. Darmadağınık, sevgi dolu bir yaşamdı
Murat'ın yaşadıkları. Yeşilimsi sevdasını, acı sarı tahta bavula koyup Selma'yı
yolcu etmişti yıllar önce. Yaşamında bir başkası da olmamıştı hiç. Böylesine
tutkulu bir sevgiydi aralarındaki. Bir ara, Murat'ın başka biriyle birlikte
olduğunu yaymışlardı ortaya. Kimseler inanmamıştı. O an gözlerine bakınca daha
iyi anlamıştım ki, Murat, Selma'ya kavuşmak için bu otobüse binmişti.
Suna'ya takıldı şimdi düşüncelerim. Duygu yüklü arkadaşım. Hani evlenecektin
Ercan'la? Nasıl bağlıydınız birbirinize... Ne oldu öyle?.. Yoksa, Tanrı kıskandı
mı sevginizi? Bir arkadaşım anlatmıştı. Birini çok sever de dünyayı unutursan,
Tanrı "Benden fazla kimseyi sevemezsin!" diye çekip alırmış sevdiği kulunun
sevgilisini? Yoksa Tanrı da mı kıskanç, ha ne dersiniz? İyi olmuş Suna bu
yolculuğa katılman, diye düşündüm. Seni buralarda görebilmek ne güzel...
Toparlamışsın bak kendini! Açın yeri başka, acının yeri başkaymış, değil mi?
Gidiyorduk hepimiz, mutlu, umutlu. Emniyet kemerleri falan da takmamıştık. Şoför
Rıza usta sürücüydü. Yüreği sevgi dolu yaşamıştı hep. Ölüme götürmezdi
yolcularını. Sevdiklerine ulaştırırdı usta sürücülüğüyle...
Otobüsümüz yemyeşil bir alana yanaştı. Yanımıza aldığımız hafif yiyecekleri ağız
tadıyla yemek güzeldi. Etrafımızda sevgiden örülü bir hale. Her birimiz en
sevdiklerimizi yanımıza almıştık. Kimimiz çoluk çocuğunu, kimimiz eşimizi,
kimisi kumrularını, kimisi de sevgilisinin hayalini...Yoksa burası Cennet
denilen yer miydi? Issız, sakin... Pınar şırıltılarından başka ses yoktu
etrafta. Emel'i aradı gözlerim. Bakışlarımız karşılaştı. Çocuklarını başına
derlemiş, eliyle beni çağırmaktaydı. Her yer çimen kokusu... Akasya, suskun...
Gelincikler ırgalanmakta... Rüzgar efil efil esiyor... Müzik bangırtıları da
yok. Arka taraflarda, gönül tellerinden yükselen bir şarkı: "Silemezler
gönlümden, ne aşkını ne seni..." Gurbet ezgileri yükselmekte dumanlı ruhlarda.
Gökyüzüne çevirdim başımı.
Hava birden bulutlandı, her yanı sis kapladı. Havayı nem sardı, toprak kokusu
tütmeye başladı her yerde. Yağmur ha yağdı ha yağacak... Otobüsümüze sığınmıştık
yeniden. Tam hareket etmek üzereydik ki, bir kara tren yaklaşmaktaydı ötelerden.
O acı sesini duydum, yeri göğü yırtarcasına.
Gözümü açtım birden bire. Yastığıma sarılmışım, ayaklarımı karnıma çekmişim, çok
üşümüş gibi. Tir tir titremekteyim. Yüreğim hızlı hızlı çarpmakta, telaşla. Cep
telefonumun alarmı, baş ucumda avazı çıktığı kadar bağırmakta. Duvar saatini
aradı gözüm, kendi kendime mırıldanarak, "Hay Allah... Derin uykuda duymamışım.
İşe geç mi kaldım yoksa?!"
Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com
netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel
yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine
tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya
link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)
|