|
21.03.2005 Tülay Çellek - netyorum.com / Sayı: 161
TRAFİKTE YAŞANANLAR
“Öldürme Üzerine Kısa Bir Film”: Sanırım böyleydi, bir kaç yıl önce sinema
günlerinde gittiğim filmin adı. Bir taksi şoförü, binmek için kendisini durduran
ama durmadan da kavga eden karı kocayı gözü tutmadığı için arabasına almaktan
vazgeçip gaza bastı. Daha sonra taksiyi aşırı sarhoş biri durdurmaya kalktı. Onu
da arabasına almaktan vazgeçti. Daha ilerde bir kez daha durduruldu. Bu sefer
yüzü gözü düzgün, temiz giyimli bir gençti arabasına binmek isteyen. Sanırım
bundan zarar gelmez, canını da sıkmaz diye düşünerek taksisine aldı. Söylediği
adrese gittiler. Burası bir tarlaydı. Genç, şoförü arabadan indirdi ve öldürdü.
Bir söz vardır bizde; çekirge bir sıçrar, iki sıçrar üçüncüsünde yakalanır diye…
Ulaşacağımız yere çok az kalmıştı. Şoförün arkasında oturuyordum. Yanımdaki ve
arkamdaki arkadaşla sanat üzerine konuşuyorduk. Konu soyut ve somuta gelmişti ki
şoförün “gelme, gelme” diye bağırmasıyla dikkatim, konuşan arkadaşımdan ve
konudan ayrılıp yola yöneldi. Bir taksi, otobüsün önüne doğru sakin sakin
geliyordu. Sanki özel arabasını kullanan yaşlı bey, bizi ne görüyor ne de
duyuyordu. Otobüsün yavaşlaması da sorunu çözemedi. Bir çarpışma sesi, çığlıklar
ve şoförün arkasındaki demir şeye yüzümün çok şiddetli bir şekilde çarpması,
yanımdaki arkadaşın yere yuvarlanması… Bunların hepsi çok kısa sürede oldu.
Taksinin önü feci çarpılmıştı. Düşen arkadaş kalkıp yanıma oturdu tekrar. Ona
inelim dedim. Çünkü “patlayabilir” diye bir ses duymuştum. Arkadaşıma aynı şeyi
tekrarladım. Ve inip yolun karşısına geçtik. Etkilendiğim ve unutamadığım
manzara: Taksiyi kullanan bey, ezilmiş hurdanın içinde boynunu eğmiş, sanki
ölümü hiç isyan etmeye fırsat kalmadan kabul etmişti. Arkada bağıran kanlar
içindeki genç kız ise tam tersi ölümü asla kabul edemeyeceğini gösterircesine
“ambulans getirin” diye bağırıyordu durmadan var gücüyle. Hemen önümde biri,
sağa sola giderek telefonla cankurtaran ile ilgili bir şeyler söylüyordu
karşısındakine. En kötülerinden biri de otobüsün şoförüydü. “Adam öldü” diye
vicdan azabıyla bağırıyordu durmadan. Cankurtaran geldi. Bağıran hanımı alıp
götürdü. Yerde kanlar içinde bir hanım daha yatıyordu. Onu almadılar.
Daha sonra gelen otobüse bindik. Garaj olarak kullanılan yerde indiğimizde
arkadaşımız hastaneye götürülmemizi söyledi. Benim az da olsa ağzım-dudağım
kanıyordu. Ama düşünememiştim doğrusu. Hastaneye gittik. Hani denir: Ne doktorlu
yapsın, ne de doktorsuz. O haldeydik. Filmler çekildi. Diş doktoru, daha önce
yayalar için yanan yeşil ışıkta karşıdan karşıya geçerken geçirdiğim trafik
kazası nedeniyle kırılan dişimin üzerine çarpmakla daha büyük bir olumsuzluktan
kurtulmuşsun, dedi. “Çenene çarpsaydın durumun feci olurdu.” Ortopedi doktoru
ise dizim için bir dizlik verdi. “Bu arada tetanos iğnesi olun ama denize girmek
yok, mikrop kaparsınız ve kendinizi de yormayın. Birkaç gün dayak yemiş gibi
olacaksınız” dedi. Yine acildeki doktor ağzım için dezenfekte amaçlı bir ilaç
yazdı. Dudağım ve yanağım şişmişti ve rengi değişmişti hemen.
Sürekli bir şeyleri değiştiriyoruz. Değişim iyidir ama sık olanı, fazlası da
zarar verebiliyor, yarar yerine. Eskiden sağlık karnemiz küçüktü. Onu her zaman
yanımda taşıyabiliyordum bu yüzden. Cüzdanımdaydı. İçinde çalıştığım yer, kan
grubum ve doktorların ilaçları yazdıkları sayfaları vardı. Küçüklüğü, pratikliği
beraberinde getiriyordu. Bu nedenle yanımdan hiç ayırmıyordum. Ama sonra
değiştirildi. Kocaman yapıldı. Hafta sonları normal çanta yerine bellik
taşıyorum. Küçük olduğu içinde o kocaman sağlık karnesini taşımam mümkün değil.
Kaldı ki diğer çantama da koymuyorum. Ağırlık ediyor doğrusu. Sanırım bir çok
kişi de böyle yapıyor. Kaza geçirdiğimiz gün lazım oldu. Bunun bir pratiği
düşünülmeli gerçekten. Yine sürekli çantamızda taşıyabileceğimiz nitelikte bir
sağlık karnemiz olmalı. Tıpkı nüfus cüzdanımızın da defterken, bir tane ve
sağlam yaprak haline dönüştürüldüğü gibi. Bu yazıyı yazma nedenlerimden biri bu.
İki yıldır anne ve babamı arka arkaya kaybetmem nedeniyle memleketime
gidemiyordum. Evimizi onlarsız görmek çok acı vereceği için. Yıllık iznimin üç
haftasını evde ve her gün yine fakülteye giderek geçirdim. Tek fark sabah
erkenden değil de öğlende gidiyordum. Çok sıkılmıştım. Üstelik iki yıldır,
yıllık iznimde oturduğum apartmanda tamirat var. Tak tuk sesleri de oldukça
rahatsız edici. Bir değişikliğe gereksinmem vardı. Son hafta İzmir’deki sınıf
arkadaşıma gitmeye karar vermiştim. Geçen sene olduğu gibi. Acımı bildiği için
davet etmişti sağolsun. Birlikte adalara gidelim dedik. Hatta mavi gezinin
dışında Yunan adalarını da düşündük. Biletimi ayırttım. Hazırlığımı yaptım. Ama
arkadaşımın babasını hastaneye kaldırmışlar. Bu nedenle gidemedim. Fotoğrafla
ilgili bir haberi vermek üzere bir arkadaşımı aradım. O da tatile gidiyormuş iki
günlüğüne. “Sen de gelir misin?” Dedi. “Olur.” Dedim. Ama akşam başka bir
arkadaşıma telefon açarak, “çok sıkıldım, bu nedenle bir arkadaşın gezi
önerisini kabul ettim. Fakat içimden çok da gitmek gelmiyor. Sende öğretmensin
ve tatildesin. Gel seninle ortak bir program yapalım. Buna çok gereksinmem var.”
Dedim. Arkadaşın daha önceden bir programı varmış. Önerimi kabul edemedi. Ve ben
istemeye istemeye çıktığım gezide trafik kazası geçirerek aynı günün akşamı,
hastane ve ifade için götürüldüğümüz jandarmadan sonra evime geri döndüm. İki
gündür, “çok şükürcü bir ulusuz” diye eleştirirken ben de şükreder oldum,
“ölmedim ve ötesi sakat kalmadım” diye. Ama çok üzülerek. Çünkü 5 ölü vardı
kazada. Daha dostumuz değerli karikatürist Necati ABACI’ nın ölümünü
unutamamıştım. Üzerine olan tren kazası şokundaydım. O yetmiyormuş gibi,
Gırgırı, Avanak Avni’ yi ve çizeri Oğuz ARAL hocayı çok seven biri olarak bir
acı daha yaşamayı, zorlanarak kabullenmeye çalışıyorum. Doğanın kanunu da olsa
gerçekten çok ızdırap çekiyorum. Ama farklı ölümler tartışılmalı, yazılmalı.
Lütfen kalplere ve sıcağa dikkat…
Yüreklerdeki sevgi sıcaklığının bitmemesi dileğiyle, paylaşmanın güzelliğiyle…
Öğr. Gör. Tülay Çellek - 30.7.2004 / İstanbul
YTÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi (SANTAS)
e-posta:
tcellek@yildiz.edu.tr
http://www.amatorceedebiyat.com/tulay/
Not: Aslında bunlar benim özel notumdu. Ve gereken yere de
iletmiştim, biraz daha dar kapsamlı olanını. Sesin çıkması için, herkesin
duymasının daha doğru olacağını düşündüm sonradan bir kere daha okuyunca ve yine
paylaşmadan edemedim…
netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel
yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine
tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya
link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)
|