| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

08.03.2005 Tülay Çellek - netyorum.com / Sayı: 160

ÇOCUK RESMİNDE BÜYÜKLERİN ELİ

“Çocuktan al haberi”… Boşuna dememişler.

Birkaç gün önce gittiğim çocukların resim sergisinde, benim gibi erken gelen bir çocuğa sordum. Resimlerini gösterir misin? Resminin yanına uçarak gittik. Çünkü bu sorumdan öyle çok memnun kalmıştı ki. İkinci sorum ağzımdan çıkma fırsatı bulamadı. Anlatmaya başlamıştı da ondan. “Öğretmenim bu renkleri kullanmamı söyledi bende onun istediği gibi boyadım.” Tam bir soruya hazırlanıyordum ki, “Öndeki kadını ben yaptım. Arkadaki kadını öğretmenim yaptı. Buna bakarak tekrarlamamı söyledi”. Benimki ona benzemiş değil mi? “Başka resmin var mı? “Evet bakın şu tarafta. Kopya. Öğretmenimiz kopya da çalıştırıyor bol bol.”

Dikkatimi çeken bir şey daha vardı. Resimlerin çoğuna isim yazılmamıştı. Öğretmen hanıma, “isimler yok, isterseniz yardım edebilirim”. Dediğim de, “isimleri anımsamıyorum. Hangisi hangisinin bilmiyorum.” Diye karşılık verdi olanca rahatlığıyla. Yüzüm allak bullak olmuştu. Bunun üzerine şu şekilde düzeltmeye kalktı. “İsim koyarsak görüntüde parçalanmaya sebep olur.” Doğrusu bu da bana tuhaf geldi. İsmini resmin üzerine yazan bir iki kişinin dışında isimsizler sergisi olmuştu. Çünkü sergi çocukların değil, öğretmenlerinindi. O halde isimlerine ne gerek vardı. Sadece bir ikisi ismini resmin üzerine yazmıştı. Okuma yazma bilmeyenler hepten kaybetmişlerdi, bir de yazmayı unutanlar ya da bilmeyenler… Şimdi bu çocuklar üniversiteye geldiğinde böyle bir altyapıyla nasıl değişeceklerdi? Tanınmış sanatçılardan kopya çalışıyorlar. Henüz dış gerçeğe tam açılmamış, hayal dünyaları geniş, yaratıcılıkları sınırsız olan çocuklar… Sınırları öğretmenler tarafından çizilivermiş. Müziği dinleyerek resim yapmak varken, uzaya uçmak, yeryüzünde yığınlarca delik açmak varken , rengin üstünde kanatlanmak, masallarda dolaşmak varken, sevgi, uçmak, zamanda yolculuğa çıkmak, hayvanlar aleminde yaşamak, dünyaya farklı bakmak varken… Kafam karmakarışık oldu.

Yıllar öncesini anımsıyorum. İlköğretim müfettişleri, tahtaya resim çizip “çocuklar böyle yapacaksınız” diyen öğretmenlere, “siz çizmeyin lütfen” diye uyarıyorlardı. Bunu üzerine o zaman, “Türkiye değişim yaşıyor. Gelişiyor”. Diye düşündüğümü bu gün gibi anımsıyorum.

Bu arada ilerlemiş yaşına karşın, resim kurslarına yeni gitmeye başlayan bir hanım, kulağıma eğilerek şunları söyledi. “Resimlerde öğretmenin eli epey var, değil mi?” Haklıydı. Düşünmeye başladım. Resimler gerçekten çocukların mıydı? Yaratıcılık sözcüğünü de dilinden düşürmeyen öğretmenlerinin miydi? Söylemle eylemin çoğu kez çakışmadığı günümüzde. Daha sonraki günlerde de başka çocukların resim sergisine gittim. Bu kurs değildi. Özellikle renkler, parlaklıkları ve tabii çizimleri birbirine benzeyen bir çok resim asılmıştı yan yana, alt alta. Yine çocuktan aldım haberi. Bu sefer öğretmenleri çocuk çalışırken değil, topladıktan sonra müdahale ediyorlarmış resme. Nasıl dehşete düştüm anlatamam.

Arka arkaya oldu, bir sergiye daha gittim, çocuklara ait olan. Evet bu sergiye biraz daha öyle diyebiliyorum, yani çocukların. Hakikaten naif ve en çocuksu, çocuk sergisiydi. Öğretmenleri alanın eğitimini almamıştı. Ama resim yapıyordu ve araştırmayı seviyordu. Evet eksikleri vardı. Bazı temel bilgiler kesinlikle gereklidir. Sadece bu bilgi ve deneyimler resimlere müdahale edilmesi için kullanılmamalıdır. İşte resim bilgisi ve deneyimi yanında öğretmenin felsefe ve özellikle psikoloji bilmesi konusundaki ısrarım bundandır hemen her yazımda.

Bir öğrencimin “yaratıcılık” konulu vize kağıdına yazdıklarının altını çizince, daha da ayrıntılı anlatmıştı dersimde. İlkokuldayken sınıfça duvar gazetesi çıkarmaya karar vermişler. Onlara çok heyecan ve heves veren bu olaya, canla başla sarılarak ellerinden geldiğince en güzeli saydıkları bir gazete hazırlamışlar. “Eksikliklerimiz vardı tabii” diyor ama ilave ediyor. “Biz hazırlamıştık, önemli olan buydu.” Sonra bir veli gelmiş, “bunda eksiklikler var daha iyisini hazırlayıveririm size” demiş. Gerçekten de bir hafta sonra çok güzel bir duvar gazetesiyle sınıfa gelmiş. “Ama” diyor öğrencim, “sınıfça kahrolmuştuk Çünkü bizden iz kalmamıştı neredeyse gazetemizde. Artık o bizim değildi. Hevesimiz sönmüş, öyle mutsuz olmuştuk ki. Bir daha da o olaya sarılmadık. Kırılmıştık çünkü”. Derken inanılmaz bir hüzün ve hayal kırıklığı yaşadığı yüzünden de belli oluyordu. Üzerinden yıllar geçtiği halde.

Tanınmış bir sanatçımızın öğrencilerine ait olan bir sergiye gitmiştim. Odanın ortasında kendi etrafımda dönerek izlerken çalışmaları, birinin önünde duraladım. Resim, öğretmenin mi yoksa öğrencisinin mi diye bir türlü karar verememiştim çünkü. Sergiyi bekleyen bir hanım resme sürekli baktığımı görünce, “o resim, öğretmenin en başarılı öğrencisinin “ demişti. Başarıya bakalım, öğretmenin çalışmasına en çok benzeyen, yani tamamen kendi kişiliği yok olup, öğretmenin yapısına bürünen öğrenci en başarılıydı….

Çocuk resimlerinde bir başka boyutta yıllar önce okuduğum bir yazıya dayanıyor, ya da duyduklarıma… Vietnam savaşı sırasında çocuklardan resim yapmaları istenmiş. “Şu an hissetliklerinizi resimleyin” demişler. Tüm çocuklar, elleri, kolları, bacakları, başları kesik insanlar yapmışlar. Kağıtta hiç tam vücut yok. Kompozisyonlarda buna uygun, paramparça…Çocuklara yaşattığımız dünya, çocuğun duygu kağıdında böyle görülüyor.

Üniversitede Grafik Tasarım dersimde her konuya bir ay süre ayırıyorum. Araştırma-eskiz yapmaları için. Kısacası yaratıcı sürece uygun bir uygulama yöntemini yaşama geçirmeye çalışıyorum. Ama ilk ders bir fikirle çalışmayı bitiriyorlar. Üstelik ısrarla birkaç fikir ve ayrıca buldukları bu fikirlerin varyasyonlarını istediğim halde. Yıllardır öğrencilere böyle bir alışkanlık kazandırılmadıkları için. Ayrıca sürekli kompozisyonu, kağıdı doldurmak sanıyorlar. Neden böyle yapıyorlar diye düşündüğümde şu sonuca vardım: Eğitim sistemimiz de beyinleri doldurmak üzerine kurulu. Seçmek, ayıklamak, sadeleştirmek ve düşünsel boyuta gelinemiyor bu yüzden. 23 Nisan nedeniyle konu dersime de taşındı. Orta öğretimde bir sürece değil, sonuca bakılır. Bir derste verilen resmin konusu, dersin sonunda bitmelidir. Konular da; yangın, pazar yeri, 23 Nisan, Cumhuriyet Bayramı vb. Ve her sene tekrarlanır. Bu, konuların tören resimleridir yapılan. İçinde yaratıcılık bulunmayan. Çocuklara gördükleri yineletilir. Görmek istedikleri sorulmaz. Sorulduğunda yaratıcılık başlayacaktır. Acaba bu tür törenler, bu sorularla daha farklı nasıl resmedilirdi? Bir de böyle bir çalışma yaptırılabilir…Şimdiye kadar yapılanların yönteminden başka şekilde. Çünkü hep gördükleri anlattırılır. Bir de görmek istedikleri resim yoluyla anlatılsa, anlattırılsa…

Yukarıda da yazdığım gibi öğrencilerime “yaratıcılık” konusunda bir deneme yazmalarını söylemiştim. Ama yaratıcılığı bilimsel, ansiklopedik tanımlamadan kendi yaratıcılıklarını anlatacaklardı. Yani yaşamda yaratıcılık boyutunda ne kadar varlardı? Ütopyaları, hayalleri, düşleri, projeleri, hatta şiirleri, öyküleri vs… Okuduğum bir yazıda bir öğrencim “savaşın kötülüklerini çocuklara anlatan bir çizgi film yapmayı hayal ediyorum” diye yazmış. Savaşsız bir dünya diliyorum. Bir de kendi kişiliklerinde yaşamalı çocuklar, gençler diyorum…Onlara yeteneklerini yani kendilerini sergileyecekleri ortam hazırlamamız yetiyor bunun için. O zaman, sadece ne kadar güzel, ne yaratıcı, ne zeki olduklarını izleyeceğiz gülümseyerek…

Öğr. Gör. Tülay Çellek - 13.6.2004 / İstanbul
YTÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi (SANTAS)
e-posta: tcellek@yildiz.edu.tr 
http://www.amatorceedebiyat.com/tulay/


netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)


Yorum Ekle Yorumları Listele
160. Sayı önceki yazı 160. Sayı sonraki yazı
Yazarın Önceki Yazısı  
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye