|
08.03.2005 Tülay Çellek - netyorum.com / Sayı: 160
ÇOCUK RESMİNDE BÜYÜKLERİN ELİ
“Çocuktan al haberi”… Boşuna dememişler.
Birkaç gün önce gittiğim çocukların resim sergisinde, benim gibi erken gelen bir
çocuğa sordum. Resimlerini gösterir misin? Resminin yanına uçarak gittik. Çünkü
bu sorumdan öyle çok memnun kalmıştı ki. İkinci sorum ağzımdan çıkma fırsatı
bulamadı. Anlatmaya başlamıştı da ondan. “Öğretmenim bu renkleri kullanmamı
söyledi bende onun istediği gibi boyadım.” Tam bir soruya hazırlanıyordum ki,
“Öndeki kadını ben yaptım. Arkadaki kadını öğretmenim yaptı. Buna bakarak
tekrarlamamı söyledi”. Benimki ona benzemiş değil mi? “Başka resmin var mı?
“Evet bakın şu tarafta. Kopya. Öğretmenimiz kopya da çalıştırıyor bol bol.”
Dikkatimi çeken bir şey daha vardı. Resimlerin çoğuna isim yazılmamıştı.
Öğretmen hanıma, “isimler yok, isterseniz yardım edebilirim”. Dediğim de,
“isimleri anımsamıyorum. Hangisi hangisinin bilmiyorum.” Diye karşılık verdi
olanca rahatlığıyla. Yüzüm allak bullak olmuştu. Bunun üzerine şu şekilde
düzeltmeye kalktı. “İsim koyarsak görüntüde parçalanmaya sebep olur.” Doğrusu bu
da bana tuhaf geldi. İsmini resmin üzerine yazan bir iki kişinin dışında
isimsizler sergisi olmuştu. Çünkü sergi çocukların değil, öğretmenlerinindi. O
halde isimlerine ne gerek vardı. Sadece bir ikisi ismini resmin üzerine
yazmıştı. Okuma yazma bilmeyenler hepten kaybetmişlerdi, bir de yazmayı
unutanlar ya da bilmeyenler… Şimdi bu çocuklar üniversiteye geldiğinde böyle bir
altyapıyla nasıl değişeceklerdi? Tanınmış sanatçılardan kopya çalışıyorlar.
Henüz dış gerçeğe tam açılmamış, hayal dünyaları geniş, yaratıcılıkları sınırsız
olan çocuklar… Sınırları öğretmenler tarafından çizilivermiş. Müziği dinleyerek
resim yapmak varken, uzaya uçmak, yeryüzünde yığınlarca delik açmak varken ,
rengin üstünde kanatlanmak, masallarda dolaşmak varken, sevgi, uçmak, zamanda
yolculuğa çıkmak, hayvanlar aleminde yaşamak, dünyaya farklı bakmak varken…
Kafam karmakarışık oldu.
Yıllar öncesini anımsıyorum. İlköğretim müfettişleri, tahtaya resim çizip
“çocuklar böyle yapacaksınız” diyen öğretmenlere, “siz çizmeyin lütfen” diye
uyarıyorlardı. Bunu üzerine o zaman, “Türkiye değişim yaşıyor. Gelişiyor”. Diye
düşündüğümü bu gün gibi anımsıyorum.
Bu arada ilerlemiş yaşına karşın, resim kurslarına yeni gitmeye başlayan bir
hanım, kulağıma eğilerek şunları söyledi. “Resimlerde öğretmenin eli epey var,
değil mi?” Haklıydı. Düşünmeye başladım. Resimler gerçekten çocukların mıydı?
Yaratıcılık sözcüğünü de dilinden düşürmeyen öğretmenlerinin miydi? Söylemle
eylemin çoğu kez çakışmadığı günümüzde. Daha sonraki günlerde de başka
çocukların resim sergisine gittim. Bu kurs değildi. Özellikle renkler,
parlaklıkları ve tabii çizimleri birbirine benzeyen bir çok resim asılmıştı yan
yana, alt alta. Yine çocuktan aldım haberi. Bu sefer öğretmenleri çocuk
çalışırken değil, topladıktan sonra müdahale ediyorlarmış resme. Nasıl dehşete
düştüm anlatamam.
Arka arkaya oldu, bir sergiye daha gittim, çocuklara ait olan. Evet bu sergiye
biraz daha öyle diyebiliyorum, yani çocukların. Hakikaten naif ve en çocuksu,
çocuk sergisiydi. Öğretmenleri alanın eğitimini almamıştı. Ama resim yapıyordu
ve araştırmayı seviyordu. Evet eksikleri vardı. Bazı temel bilgiler kesinlikle
gereklidir. Sadece bu bilgi ve deneyimler resimlere müdahale edilmesi için
kullanılmamalıdır. İşte resim bilgisi ve deneyimi yanında öğretmenin felsefe ve
özellikle psikoloji bilmesi konusundaki ısrarım bundandır hemen her yazımda.
Bir öğrencimin “yaratıcılık” konulu vize kağıdına yazdıklarının altını çizince,
daha da ayrıntılı anlatmıştı dersimde. İlkokuldayken sınıfça duvar gazetesi
çıkarmaya karar vermişler. Onlara çok heyecan ve heves veren bu olaya, canla
başla sarılarak ellerinden geldiğince en güzeli saydıkları bir gazete
hazırlamışlar. “Eksikliklerimiz vardı tabii” diyor ama ilave ediyor. “Biz
hazırlamıştık, önemli olan buydu.” Sonra bir veli gelmiş, “bunda eksiklikler var
daha iyisini hazırlayıveririm size” demiş. Gerçekten de bir hafta sonra çok
güzel bir duvar gazetesiyle sınıfa gelmiş. “Ama” diyor öğrencim, “sınıfça
kahrolmuştuk Çünkü bizden iz kalmamıştı neredeyse gazetemizde. Artık o bizim
değildi. Hevesimiz sönmüş, öyle mutsuz olmuştuk ki. Bir daha da o olaya
sarılmadık. Kırılmıştık çünkü”. Derken inanılmaz bir hüzün ve hayal kırıklığı
yaşadığı yüzünden de belli oluyordu. Üzerinden yıllar geçtiği halde.
Tanınmış bir sanatçımızın öğrencilerine ait olan bir sergiye gitmiştim. Odanın
ortasında kendi etrafımda dönerek izlerken çalışmaları, birinin önünde
duraladım. Resim, öğretmenin mi yoksa öğrencisinin mi diye bir türlü karar
verememiştim çünkü. Sergiyi bekleyen bir hanım resme sürekli baktığımı görünce,
“o resim, öğretmenin en başarılı öğrencisinin “ demişti. Başarıya bakalım,
öğretmenin çalışmasına en çok benzeyen, yani tamamen kendi kişiliği yok olup,
öğretmenin yapısına bürünen öğrenci en başarılıydı….
Çocuk resimlerinde bir başka boyutta yıllar önce okuduğum bir yazıya dayanıyor,
ya da duyduklarıma… Vietnam savaşı sırasında çocuklardan resim yapmaları
istenmiş. “Şu an hissetliklerinizi resimleyin” demişler. Tüm çocuklar, elleri,
kolları, bacakları, başları kesik insanlar yapmışlar. Kağıtta hiç tam vücut yok.
Kompozisyonlarda buna uygun, paramparça…Çocuklara yaşattığımız dünya, çocuğun
duygu kağıdında böyle görülüyor.
Üniversitede Grafik Tasarım dersimde her konuya bir ay süre ayırıyorum.
Araştırma-eskiz yapmaları için. Kısacası yaratıcı sürece uygun bir uygulama
yöntemini yaşama geçirmeye çalışıyorum. Ama ilk ders bir fikirle çalışmayı
bitiriyorlar. Üstelik ısrarla birkaç fikir ve ayrıca buldukları bu fikirlerin
varyasyonlarını istediğim halde. Yıllardır öğrencilere böyle bir alışkanlık
kazandırılmadıkları için. Ayrıca sürekli kompozisyonu, kağıdı doldurmak
sanıyorlar. Neden böyle yapıyorlar diye düşündüğümde şu sonuca vardım: Eğitim
sistemimiz de beyinleri doldurmak üzerine kurulu. Seçmek, ayıklamak,
sadeleştirmek ve düşünsel boyuta gelinemiyor bu yüzden. 23 Nisan nedeniyle konu
dersime de taşındı. Orta öğretimde bir sürece değil, sonuca bakılır. Bir derste
verilen resmin konusu, dersin sonunda bitmelidir. Konular da; yangın, pazar
yeri, 23 Nisan, Cumhuriyet Bayramı vb. Ve her sene tekrarlanır. Bu, konuların
tören resimleridir yapılan. İçinde yaratıcılık bulunmayan. Çocuklara gördükleri
yineletilir. Görmek istedikleri sorulmaz. Sorulduğunda yaratıcılık
başlayacaktır. Acaba bu tür törenler, bu sorularla daha farklı nasıl
resmedilirdi? Bir de böyle bir çalışma yaptırılabilir…Şimdiye kadar yapılanların
yönteminden başka şekilde. Çünkü hep gördükleri anlattırılır. Bir de görmek
istedikleri resim yoluyla anlatılsa, anlattırılsa…
Yukarıda da yazdığım gibi öğrencilerime “yaratıcılık” konusunda bir deneme
yazmalarını söylemiştim. Ama yaratıcılığı bilimsel, ansiklopedik tanımlamadan
kendi yaratıcılıklarını anlatacaklardı. Yani yaşamda yaratıcılık boyutunda ne
kadar varlardı? Ütopyaları, hayalleri, düşleri, projeleri, hatta şiirleri,
öyküleri vs… Okuduğum bir yazıda bir öğrencim “savaşın kötülüklerini çocuklara
anlatan bir çizgi film yapmayı hayal ediyorum” diye yazmış. Savaşsız bir dünya
diliyorum. Bir de kendi kişiliklerinde yaşamalı çocuklar, gençler diyorum…Onlara
yeteneklerini yani kendilerini sergileyecekleri ortam hazırlamamız yetiyor bunun
için. O zaman, sadece ne kadar güzel, ne yaratıcı, ne zeki olduklarını
izleyeceğiz gülümseyerek…
Öğr. Gör. Tülay Çellek - 13.6.2004 / İstanbul
YTÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi (SANTAS)
e-posta:
tcellek@yildiz.edu.tr
http://www.amatorceedebiyat.com/tulay/
netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel
yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine
tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya
link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)
|