| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

27.02.2003 Adnan İçemer - netyorum.com / Sayı: 123

ADAM

.....Adam, söylenenler karşısında oldukça içerlenmiş, kırılmış ve kendine göre çok iyi yürüyen bu evliliğin sonuna gelindiği gerçeği ile karşı karşıya kalmanın derin üzgüsüyle ağır ağır kapıya doğru yönelmişti. Bu yönelim, hareketleriyle öylesine bir tezatlık arz ediyordu ki, hem "istenmiyorsam kalmam" fikrini hem de vücut dilinin çekinceli kararsızlığını içeriyordu.

Bir an önce kendine gelmeli ve evde kalma süresini bir nebze olsun uzatmalıydı. Çünkü, onun gibi bir erkek için çekip gitmenin, gerçekten her şeyin bitimi anlamına geleceğinden, bütün prensiplerini bir kenara bırakıp bu duyguyu kafasından silmeyi düşündü. Ve sonra yavaş yavaş, karamsar ve "cılız ışıklı belki" olasılıklarını hareketlerine ortak ederek elini kapının koluna koydu.

Nereden çıkmıştı bu ayrılık kararı?

Sevgisinin biri tarafından çalınmasına mı yanmalıydı yoksa uğruna her şeyini feda ettiği kişi tarafından incitilmiş gururunun erkeksi acılarına mı?

Oysa ki, sayısını onun bile hatırlayamadığı ne çok mutlu ve sayısız kez yönelmişti o kapıya. Öyle ki, sevgili Ayten'in her akşam eve dönüşlerindeki ayak seslerini duymasına gerek kalmadan, içinde varolan yüce sevgisinin empati gücüyle hep o kapıyı açmıştı. Ve her kapıyı açışında onu, yani biricik aşkı olan Ayten'ini görmüştü karşısında. Böylesine yanıltıcı olmayan ve bir şekilde emek verilerek yaratılmış bu güdünün, sevgiyle bütünleşip pratik yaşamdaki keyfinin veya hafifliğinin ötesinde ne olabilirdi ki...

Yoksa modern kadının istekleri karşısında yeteri kadar kafa yormamış ve sadece kendi dünyasında algıladığı "bir kadın" olarak mı görmüştü onu?

Belki de sevgili annesinin, onun için bulduğu saf, temiz ve namuslu kızlardan biriyle mi evlenmeliydi? Ama yine o değil miydi ki "anne, ben çağıma uygun usullerle ve modern bir kızla evlenmek istiyorum" diyen...

Yine de durum ne olursa olsun, neredeyse tırnaklarıyla kazıyarak yarattığı bu ilişkinin ödülü bu denli acı olmamalıydı diye düşünüyordu.

Üstelik rutin hale getirdikleri hafta sonu tatilleri için Paty Hotel'e yapmış olduğu rezervasyon ne olacaktı?

Birden aklına; belki bir yerlerde yapmaması gereken veya söylenmemesi gereken şeyleri yapmış ve dolayısıyla onu kırmış olabileceği fikri gelmişti...

Düşündü, düşündü ve yine düşündü, yapmamış ve söylememişti. Zaten istese bile bunu yapamazdı.

Belki de geçici olarak içine girmiş olduğu işsizlik psikozu, sevgili Ayten'in, erkeğine bakışındaki gücü eksiltmiş veya güçsüz bırakmış olabilirdi. Ama bu da olamazdı ve olmamalıydı, çünkü adı üstündeydi; geçici bir durumdu ve pek de önem arz etmiyordu.

Peki başka ne olabilirdi?

Seksüel yetersizlik veya tiksinti? Hayır, bu da olamazdı. Daha dün gece bu eylemi geçekleştirmiş ve her şeyin normal olduğu görülmüştü.

Peki ya Ayten, hangi nedensel duruma bağlıyordu bu ayrılık kararını? Ve ne düşünüyordu?

* * *

Ayten, her şeyden önce metropol kadınıydı. Üniversite yıllarında promosyon elemanı olarak girmiş olduğu büyük bir uluslararası şirkette göstermiş olduğu yüksek performansla, Avrupa'da çalışma imkanı ve de dünyanın her ülkesinde kurs verebilen bir pozisyonla ödüllendirilmişti. Bu performans, öylesine bir çalışma disiplini ile bütünleşmişti ki, 8-9 yıl süresince normal izinleri haricinde bir tek gün bile işe gitmemezlik etmemişti. Hastalığında bile. Bu, Türkiye'nin çalışma koşulları içinde yabana atılmayacak bir sorumluluk psikolojisi gerektiriyordu ve bu onda vardı. İşin en garip tarafı ise, sürdürüyor olduğu bu sorumluluğun farkında bile değildi. Çünkü ona göre bu "olması gerekendi". Yoksa başkalarına sunulması gereken bir artı puan asla değildi.

Bulunduğu ve gittiği tüm kentlerin erkekleri tarafından adeta tescillenmiş bir güzelliği, evli kız arkadaşlarının gözünde istemeden de olsa potansiyel tehlike olarak görülen bir kara kediliği, özgürlüğünden asla feragat etmeyen, dost canlısı fakat her ilişkide karşı tarafın ona "ayna tutmaması" konusunda anlaşmaya varılmış bir karakteri, her ortama "Allah vergisi" olan güzelliği ile bir şey yapmasına gerek kalmadan uyum gösteren karizması, enerjisinin çoğunu erkeklerin göstermiş olduğu ilgiye aktarmasından veya savunma mekanizmaları oluşturmasından entelektüel zayıflığının gerçekten sıkıntısını çekmiş bir bireyi ve dolayısıyla hiç bir şekilde satın alamayacağı bu "entelektüel bilgeliği" gösterilen ilgiye cevap vererek kendince içselleştirmeye çalışan bir kimliğe sahipti, Ayten.

Ancak gençlik yıllarında, ailesinden görmüş olduğu dehşet verici yasakçı, baskıcı ve son derece aşağılayıcı davranışlar onda, onarılması zor olan derin izler bırakmıştı. Ki bu travmalardan olan "yasakçılık ve baskıcılık" onun pervasızca özgürlük anlayışını örgütlerken, "aşağılayıcı davranışlar"a maruz kalması ise kendine yönelik en ufak bir "ilgi ve şefkat" gösterimlerine kayıtsız kalmamayı öğretmişti. Hatta bir günde üç veya dört(!) erkeğin şefkatine ihtiyaç duyabilecek kadar birliktelikler bile kurabiliyordu...

En ilginç tarafı ise; biriyle birlikteliği devam ederken sadakat kavramını unutması ve bunun üzerine mutlaka ama mutlaka başka günahlar ekliyor olmasıydı.

Gerçi o da farkındaydı kişiliğinin kimler tarafından ayaklar altına alınıp hamurunun nasıl yoğrulduğunu ve hangi psiko-patolojiyle böyle davranışları sergilediğini...

Ama duygusal yaşamında sergiliyor olduğu bu görüntüyle, birilerinden veya bir şeylerden intikam aldığı kesindi. Sadece kimlerden veya nelerden, bir tek onu çözemiyordu...

Hep libidosunun çok kuvvetli olduğundan dem vurup, kötü olan mortido duygularını kovuyor olduğuna inanmış bir hali vardı. Yalnız libido dürtüsünün yaşama bağlanmasındaki en temel öğesi olan yeniliğe, gelişmeye ve toplumsal yaşama yönelik bireysel üretkenliği hiç hesaba katmıyordu. O libidoyu sadece, içindeki özezer hislerini tatmin ve toplumun (çoğunlukla ailesinin) koymuş olduğu yasakları cinsel özgürlük anlayışıyla yıkmak olarak düşünüyordu. Bu öylesine bir özgürlüktü ki orgazm olmanın hiç önemi yoktu ve zaten cinsel yaşamda böyle bir gereklilikte yoktu onun için. Bunları yaparken kişiliğinin ve toplumsal yerinin, ahlaki olarak kendi benliğinden uzaklaşarak gerçek bir özsaygı yitimine doğru yol aldığını kolayca görebiliyordu.

Her şeye rağmen korkuyordu ama düşmüştü bir kere çok övündüğü yaşam sevincinin işlev değiştirerek mortidoya dönüşmesine...

Ama onca yıkıcılığına karşı yaptıklarının hemen her şeyini dinleyecek bir insanı vardı. Evet şanslıydı, bütün yaşantısının hemen her karesini aktardığı, son derece güvenilir, oturaklı, entelektüel ve güzelliğine değil de sadece içindeki iyiyi ve son derece değerli "insani cevheri" keşfetmiş ve hatta tanıştıklarında bile ondan faydalanmayı reddetmiş olan erkek bir dostu vardı. Bu dostuna çok güveniyor ve çokça fikir alış verişlerinde bulunarak içindeki "kötü Ayten"i dizginlemeye çalışıyorlardı. Ama her zaman başarılı olunamıyordu. Bırakın başarılı olmayı, bir kaç kez birer yılı aşkın görüşmeme eylemleri bile oluyordu. Çünkü sevgili dostu için tutarlılık ve dürüstlük konularında (hele bir dostluk ilişkisinde) ne yalana ne de her hangi bir oyuna başvurulamazdı, kaldı ki bunun, böylesine güvenilir bir ilişkide sözü bile edilemezdi. Dolayısıyla dostunun bir çok sert ve keskin tavırlarına muhatap olmuş, telkinler ve söz verilmeler sonucunda tekrar görüşülmeye başlanılmıştı. Çoğunlukla ise; sevgili dostu, göstermiş olduğu tavırları bir tarafa bırakıp zor durumda olan Ayten'in yardımına koşmuştu. Ne de olsa dostluk; gururun, kırgınlığın ve hesap tutmanın potası değildi ve asla olmamalıydı...

* * *

Yine keskin tavırların alındığı ve kötü durumda olduğunun anlaşıldığı bir gün, Ayten'in telefonu çalındı. Arayan biricik dostuydu. Sesi, uzun süreden beridir görüşmemenin vermiş olduğu soğukluk ve de Ayten'inin başına gelmesi olası yeni bir bela kaygısıyla yüklüydü... Nitekim çok geçmeden Dostu, hislerinin onu endişelendirmekte haklı olduğunu üzülerek gözlemlemişti...

Ayten, evliliğini bitirmeye karar vermişti.

Nedeni ise; başka bir erkekten, her zaman olduğu gibi "bu çok başka biri" diyerek etkileniyor olmasıydı. Dostu hemen gerçek nedenin ne olduğunu sormuş ve "daha özgür ve yalnız yaşamak" olduğu cevabını almıştı.

Gösterilen nedenlerin altında oldukça ilginç ve bir o kadar da Ayten'le çelişen karmaşık durumlar yatıyordu. Örneğin, "daha özgür" yaşama isteği, her birey için, ancak baskıcı bir durumdan emek sarf edilerek elde edilebilen değerdi ve Ayten bunu önce ailesiyle birlikteyken sonra sevgilileriyle ve şimdi ise evli bulunduğu kurumun içindeyken bile bu değeri kendine göre bulup çıkarmasını bilmişti. Özgür olması durumunda "hangi özgürlüğü kimden isteyecekti?"

İkincisi ise; yalnızlık isteğiydi. Ayten, hayatının hiç bir diliminde gerçek anlamda bir yalnızlık yaşamamıştı ve bu isteğinin gerçek nedeni, bilinç altında kurgulamış olduğu her hangi bir sevgiliyle veya herhangi bir günahla hiç kimseye bağlı olmadan rahat rahat yaşayabilmesiydi. Ama o zaman "kimlerden veya nelerden intikam alabilecekti ki?" Çünkü onu pratik yaşamda hiç yalnız bırakmayan ve beyninde özgürce bir yaşam alanı bulan "bilinç altı fenomeni", tipik bir Demokles kılıcı gibi işlev görüyordu ve sadece onun isteklerine cevap vermek zorunluydu.

.En önemlisi ise; daha önceki ilişkilerinde yaptığı gibi günahlarını hiç bir zaman birlikte olduğu erkeğe söylememiş ve öylece idare etmişti ancak bu kez biri varken ikincisinin varlığından bahsetmişti. Bu durum tarzına hiçte uygun değildi ama o da yorulmuştu artık yalanlarını kusursuz bir biçimde organize etmekten...

...................

Dostu, artık ona nasıl yardım edeceği konusunda kaygı ve endişeleri bir yana bırakıp, en iyi yardımın "her zaman yanında olarak ona güvenli bir sığınak oluşturmak" olduğunda karar kılmıştı. Ve bu aşının tutması, çok uzun ve çok zahmetli bir süreç gerektiriyor olsa da sonuçta her zaman işe yaramıştı. Dahası olması gereken buydu ve bu yapılmalıydı...

* * *

Adam, şuurunu, kapının kolundan destek alarak adeta yeniden sağaltmış ve ayakta durabilmenin güçlü (!) görüntüsüne sığınarak "kendimize belki bir şans daha tanıyabiliriz" diye, soruyla karışık bir öneride bulunmuştu. Doğrudan soru soramazdı çünkü Ayten'nin içine girmiş olduğu halet-i ruhiye, tıpkı özezer duygusunda olduğu gibi yıkıcı ve bir o kadar da kırıcıydı. Ama yine de etkili olmuştu bu soru biçimi. Ayten yumuşamış, Adam ise umutlanmıştı ki tam o sırada telefon çalmış ve Ayten adeta bir ok gibi fırlayarak ahizeyi kapmıştı. Arayan etkilenilen erkek olmasından olacak ki Ayten'in hemen tüm tavırları değişmiş, sanki Adam yanında yokmuş gibi rahatlıkla konuşuyor, konuştukça rahatlıyordu.

Adam'da ise, her geçen saniye ile birlikte büyüyen acısını, kapının koluyla paylaşıyor olması gücünün tükendiğini gösteriyordu. Zaten son duyduklarından sonra da her şeyin bittiğini anlamış ve ağırlığının tümünü kapı kolunun dışarıya açılan yönüne bastırarak çıkıp ve bir daha dönmemek üzere gitmişti.

....................

Adam, Ayten'in telefon konuşmasında, etkilendiği kişiye kısık bir sesle söylediği son cümlenin "sevgilim, ben zaten dün akşam hafta sonu tatilimiz için Paty Hotel'e rezervasyon yapmıştım" olduğunu duymuştu...!

Adnan İçemer - 10.6.2001, Antalya
e-posta: prelutfug@hotmail.com


netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)


Yorum Ekle Yorumları Listele
123. Sayı önceki yazı 123. Sayı sonraki yazı
Yazarın Önceki Yazısı  
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye