| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

16.01.2003 Dahlia - netyorum.com / Sayı: 118

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

Bir İran masalında,

Sevdiği kadını yüzyıllarca aynı ruhla,
başka bedenlerde arayan bir adam anlatılır.
"Adam sonunda, yüzyıllardır aradığı kadını,
uzak ülkelerin birinde bulur.
Ona güneşli bir gökyüzü altında
beraber toprak işlemek istediğini anlatır.
Kadın sadece gülümser
ve uzak ülkesinde yaşamaya devam eder".
Seni ilk gördüğümde,
sıcak bir ülkede benimle birlikte olmayacağını,
kendi dünyanı bana taşımayacağını biliyordum.
Yine bana gülümsediğinde biliyordum ki
ben yüzyıllardır yeryüzünde seni aramışım,
sesi her şeyin sebebi olabilecek adam!...

Bir varmış bir yokmuş diye başlarmış masallar...
Her masalın sonunda
muratlarına eren aşıkların
kerevetlerinin bir ucuna hafiften ilişip,
gökten yere düşen o üç elmanın birinden
bir ısırık alabilmek hevesmiş...
Ne o kerevetlere dokunabildik, ne de elmalara...
Masal işte, adı üstünde,
neyine heveslenir, neyine mutlu olurduk anlamazdık,
ama büyüdükçe gördük ki
bir arpa boyundan fazla yol alamamışız,
ne kendi masalımızda ne de bir başkasının masalında...

Her masal gibi
bir varmış bir yokmuş diye başlayacakken,
bendeki senin masalına
"varmış" demeye dilim varmadı bir türlü.
Bir varmış bir yokmuş demeden de masallara
başlanırmış demek ki!...

"Bir yokmuş hiç olmamış,
evvel zamanlar kadar uzak olmayan bir zamanmış,
ne çok çok uzak, ne de çok yakın bir ülkeymiş,
herhangi bir yermiş işte...
İnanılmayacak kadar olağanüstü şeyler de olmazmış,
sıradan, basit hayatlar yaşanırmış.
Ne çok iyiler varmış ne de çok kötüler,
sıradan hayatlar yaşayan,ölü bakışlı,
gülmeyen insanlar varmış,bu herhangi bir ülkede.
Ve sıradan insanların arasında yaşayamaya çalışan
bir kız varmış,yaşamaya çalışırmış,
ne insanlar onu sevmiş ne o insanları...
Alışamamışlar birbirlerine,mutsuzmuş,
o kadar uzun zamandır mutsuzmuş ki
kendisini bu kadar mutsuz eden sebebi bile unutmuş
sıradan bir şey haline gelmiş bu onun için.
Yapması gerekenleri yaparmış sadece,
ne bir artı, ne bir eksi.
Mutsuzmuş ama ağlamazmış da,
gülmeyi unuttuğu gibi ağlamayı da unutmuş,
sorular sormuş insanlar,
anlatmaya çalışmış hep bir şeyleri,
anlatamamış...
İnsanlar anlayamamış...
Karabasanlarla uyanıyormuş, uyumaktan korkmuş,
kendisinin bile duymayacağı çığlıklar atmış
kimse duymamış,
hayatlar devam ediyormuş
ama kocaman bir eksik varmış,
adını koyamadığı eksiğin ağırlığı acı vermeye başlamış.
Bir lanet, bir kara büyü gibi çöktükçe çökmüş üstüne.
Bir gün kırılmış bütün direnci
saklayıvermiş kendini herkesten ,her şeyden.
Kocaman tuğlalardan duvarlar örmüş kendine,
kendi duvarları arasında yaşamaya başlamış,
ne o insanları, ne insanlar onu görebiliyormuş artık.
Mutlu değilmiş ama kurtulmuş o karabasandan
"iyiyim" diyormuş "yalnız olsam da iyiyim"...
Nasıl olsa alışmış mutsuz olmaya,
kendi dünyasında, kendiyle baş başa olmaya.
Her şey iyiymiş hoşmuş da
gene de içinde kocaman bir boşluk varmış,
"istediğim şey buysa ,neden hala içimdeki bu burukluk?"
diye düşünürmüş bazen,
iyi bile olsa gene de eksik bir şey varmış.
"Nasıl olursa olsun gene de yaşıyorum işte" der
sustururmuş içindekini.
Ki duvarlarının dışında bir ses duymuş,aldırmamış
ilk önce,"herhangi bir ses işte" demiş.
Sonra bakmış ki
herhangi bir ses diye geçiştirdiği bu sesi
arar olmuş kulakları, yüreği,tekrar duyabilmek için...
Beklemiş,beklemiş...
Gündüzleri geceleri birbirine girmiş,
kulaklarında o ses
şarkılar söylerken yakalamış kendini,
kendine bakmış aynada,gülümsemiş, utanmış.
Her gün duyar olmuş o sesi,
sıcacık bir sesmiş içi ısınmış, aklı kalmış.
Sesi duyabilmek yetiyormuş önceleri
fazlasına gerek yokmuş,
ama zaman geçtikçe yetmez olmuş,
"nedir ki bu,niye her gün bekler oldum"
diye soruyormuş kendine...
Cevabını bulduğunda önce korkmuş,
ama geçmiş korkusu o sesi duydukça,
yerini başka bir şeye bırakmış...
"Sevdalandım ben" demiş",
"tanımadığım bir sese sevdalandım işte"
diyormuş kendine...
Yetmiyormuş artık sadece duymak,görmek...
Dokunmak istiyormuş sevdiği sesin sahibine,
bir şarkı söylemeye başlamış o sese,
susmuş ses,dinlemiş.
İkisi de duvarın iki tarafında konuşmuşlar bir zaman.
Cesaret edemiyormuş. söyleyemiyormuş...
Aşık olduğu ses hem cesaret veriyor
hem de korkutuyormuş çünkü...
Ve bir gün toplamış bütün cesaretini
davet etmiş dünyasına sesi.
Kabul etmemiş ses"ben kötüyüm kanma bana" demiş.
İnanmamış kız, "sadece gel" demiş.
"Mutsuz olursun" demiş ses.
"Ne fark eder ki" demiş kız, "ha bir eksik ha bir fazla".
"Hayır" demiş defalarca ses.
"Seviyorum, gelmezsen eğer öleceğim"demiş kız.
Dayanamamış sesin sahibi,
kötüyüm bile dese dayanamazmış kıza bir şey olmasına...
Herhangi bir geceymiş gene, kız beklemiş,
" bekleme"demiş ses ama elinde değilmiş bekliyormuş.
Ilık bir rüzgar esmiş, içi titremiş,
arkasında olduğunu biliyormuş
ama dönmeye cesaret edememiş,
"korkma"demiş ses.
Dönebilmiş sonunda... Kaldırmış başını.
Gözlerini dikmiş gözlerine,
gülümsüyormuş sesin sahibi adam...
Bakakalmış kız... Seyretmiş...
Adını koyamadığı birçok şeyin ismini bulmuş o yüzde...
Çocukluğunu görmüş, gülümsemiş...
Acılarını görmüş...
Özlemeyi,özlenmeyi görmüş...
Saçları yağmur, teni gece kokuyormuş adamın,
doya doya çekmiş içine.

"Sen AŞK ' sın" demiş...

Saatlerce anlatmış ona
hiç konuşmadığı kadar çok konuşmuş.
Anlattıkça anlatmış gülmüş.
Ağlamış, kızmış, bağırmış,
yorulmak bilmeden konuşmuş adamla.
Adam dinlemiş.
Sıcacık sesiyle o da anlatmaya başlamış,
bambaşka şeyler anlatıyormuş...
Ölümden, gitmekten bahsediyormuş en çok...
Dinledikçe değişmiş kızın yüzü,
sesi seviyormuş ama söyledikleri korkutmuş,
yüzündeki mutluluğa gölge düşmüş,ağlamaklı olmuş.
İstiyormuş ki güzel şeyler anlatsın sevdiği adam.
İstiyormuş ki hiç gitmesin yanından...

"Gitme" demiş...Ve ilk defa dokunmak için elini
uzatmış..."...

Ninelerimiz dedelerimiz kadar bile olamamışız hiç,
onlar çok uzun zamanlar öncesinde,
çok çok uzak ülkelerde,
her engele rağmen gökten üç elma düşürebilirken,
biz sevdiğimize bile sunamamışız bir elmanın yarısını...
Onlar;
devlere, canavarlara, kötü kalpli cadılara rağmen
ayakta tutabilirken aşkı,
biz içimizdeki korkak bizle baş edememişiz.
Biz "bir varmış" demeye bile korkmuşuz...
Biz masallar yaratmak bir tarafa,
küçük öyküleri bile elimize yüzümüze bulaştırmışız...
Biz bir masal tadında,
saflığında, yaşayabileceğimiz her şeyi
kendi ellerimizle teslim etmişiz kötü kalpli cadılara,
farkına bile varmadan güçler vermişiz ellerine,
sonra ezilmişiz karşılarında...
Biz bir arpa boyu yolu bile soluk soluğa almışız...
Biz bir varmışız... Bir de yok...

Dahlia - 5.9.2002
e-posta: dahlia_65@msn.com 


netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)


Yorum Ekle Yorumları Listele
118. Sayı önceki yazı 118. Sayı sonraki yazı
Yazarın Önceki Yazısı Yazarın Sonraki Yazısı
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye