|
13.11.2003 Prof. Dr. İbrahim Ortaş - netyorum.com / Sayı: 148
TÜBİTAK GİBİ BİLİM KURULUŞLARI ÖZERK KALMALI
"Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve
kalıplanmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Benim,
Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır.
Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerine akıl ve bilim
reberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar". - Mustafa Kemal
Atatürk.
Son günlerde hükümet ile ülkemizin yüksek öğretim kurumları ve saygın bilim
kuruluşu olan TÜBİTAK arasında bilim kuruluşlarının yönetimi, kurumların başına
kimin nasıl getirileceği konusundaki tartışma kendi mecrasından çıkarak medyanın
elinde bir şekilde kavga alanına çekilmeye çalışılmaktadır. TÜBİTAK, toplumun
değişik kesimleri tarafından YÖK gibi olumsuz yönden eleştirilmediği için, bir
çok insan olayla doğrudan ilgilenmemektedir. Konunun doğrudan meclise sevk
edilmek yerine, ülkemizin bilgi çağını yakalaması için bilim ve teknoloji
alanında ne tür yenilikler düşünüldüğü ve buna bağlı olarak kurumda yapılması
gereken reformlara bağlı olarak yöneticilerinin değişmesi dahi bilim
çevrelerinin tartışmasına açılasaydı daha şık ve anlaşılır olurdu. Ancak
hükümet kendi öngördüğü bilim politikası doğrultusunda kurumun kaliteli insan
profilini artırıcı hiçbir öneri getirmeden, konuya ilişkin ilgili tarafların
görüş ve önerilerini almadan, tek taraflı olarak, TÜBİTAK başkanının ve Bilim
Kurulu üyelerini bir defaya mahsus olmak üzere Başbakanın teklifi ile
Cumhurbaşkanı tarafından atanması teklifini TBMM’ne göndermiş bulunmaktadır.
Bu uygulamanın doğru olup olmadığına bakmak için bilimin işleyiş ve ruhunu
anlamak gerekir kanısındayım. İnsanın merak etmekle başladığı ve sorgulayarak
öğrenme ve bilme süreci, insanlık tarihi boyunca otoriteyi elinde
bulunduran statükocu güçlerle yaratıcı aklın çatışması şeklinde uzun ve çetin
mücadeleler sonucu bugün geldiği noktada özerk ve bağımsız bir kimlik kazanmış
durumdadır. Bu anlamda bütün dünyada bilim kuruluşları, Üniversite, TÜBİTAK
gibi üst bilim kuruluşları, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi gibi kurumların
işleyiş ve yönetim modellerini siyasiler tarafından değil, doğrudan özerk
kurumlar tarafından belirlenmektedir. Hatta siyasiler bu konuda ülkelerini en
iyi şekilde temsil eden bilim kuruluşlarına ve bilim adamlarına güvenerek,
dünyada öncelikli söz sahibi olmak ve toplumlarının gelecekteki mutluluğu için
kurumların istedikleri desteği ön yargısız olarak fazlasıyla sağlamaktadırlar.
Ülkemizin gelişmişlik düzeyi ile bilimsel gelişmişlik arasında bir ilişki var
mı?.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana 80 yıl geçmiş olmasına rağmen Atatürk’ün
bilime verdiği yüksek önem ve hedefleri yönünden gelinen noktada Türkiye bilim
üreten bir ülke değil, bilimi dışarıdan pahalıya öğrenen bir ülke durumundadır.
Yetişmiş insan gücü için sürekli dışarıya yüksek öğrenim öğrencisi
gönderilmektedir. Ve sürekli de dışarıdan teknoloji ürünü satın almaktadır. Her
yıl gerek askeri ve gerekse sivil amaçlı olsun dışarıdan alınan uçaklar için
ödenen bedel trilyonlarla ifade edilmektedir. Soru şu: Kuşun nasıl uçtuğunu
öğrenip kendi uçağımızı kendimiz mı yapacağız yoksa hep dışarıdan yeni teknoloji
ürünü uçak mı alacağız? Yani Çin atasözünü hatırlarsak ‘balık mı yedireceğiz
yoksa balık tutmasını mı öğreteceğiz’. Uçak yapmak için biyoloji ve fizik
bilimlerine yatırım yapıp kuşun nasıl uçtuğu iyice öğrenilecek ve elde edilen
bilgilerden yaralanarak mekanik olarak aynı prensibe uygun araçlar yapılacaktır.
Denilebilir ki Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok, fakat doğada halen
bilinmeyen o kadar çok püf noktası var ki, onların iyi anlaşılması bizim
yapacağımızı ayrıcalıklı duruma getirebilir. Bitkinin toprakta nasıl
beslendiğini ve neye gereksinim duyduğunu bilmeyen ne gübre üretebilir ne de
toplumun gelecekteki gıda talebini garanti altına alabilir. Bütün bunlar kısaca
bugün sosyo-ekonomik statümüzün ve kullandığımız üretim araçlarına bağlı
olduğunu ve bu araçlarında doğanın bir taklidi veya yansıması olduğudur.
İnsanın yaşamını kolaylaştıran üretim araçlarının üretilmesi için doğanın iyi
incelenmesi, yanı fizik, kimya ve biyoloji bilimlerinin ve bunların ifade şekli
olan matematiğin iyi kavranması için temel bilimlere yatırım yapılmalıdır.
Bu bilimler iyice geliştirilmeden diğer bilim dalları geliştirilemeyecektir.
Temel bilimler konusunda geri olan ülkelerde sürekli dışarıdan bilim satın almak
için mili gelirlerinin önemli bir kısmını dışarıya aktararak, gelişmiş
toplumlara göre her geçen gün biraz daha fakirleşerek takip etmektedirler.
Bilindiği gibi sürekli dışarıdan sanayi ürünü alan üçüncü dünya ülkeleri her gün
biraz daha fakirleşmekte ve fakirliklerinin sonucu sosyal huzursuzlukları da her
gün artmaktadır.
Türkiye’nin kendi toprağında bilim yapan bir ülke olması için, Türkiye bilimsel
araştırmalara bütçeden ayıracağı payı gelişmiş ülkelerin üzerine çıkarmak
zorundandır. Bunu yapmadan gelişmiş toplumları bırakınız geçmeyi, yakalamaları
bile mümkün olmayacaktır.
Neden Siyasiler Bilim Kuruluşlarının Yöneticilerini Değiştirmek İstiyor?
Bu tespiti yaptıktan sonra, peki neden hükümet, başarılı uluslararası kariyeri
ve başarılar konusunda hiçbir sorunu olmadığı bilinen ve kurumun seçtiği bilim
adamlarının atanmasını köşke önermemektedir? Bu aşamadan sonra TÜBİTAK başkanı
olacak kişinin bilimsel niteliği mi yoksa partiye yakın bir ismin mi olması
önemli? Ayrıca TÜBİTAK bilimsel olarak neyi yapamıyor da yöneticileri
değiştirilmek isteniyor? Diğer bir sorun, siyasilerin isteği ile kurumun başına
gelecek olan yönetici bugünkü durumdan daha ileri götüreceğini kim garanti
edebilir?
Bütün bu soruların cevabı iki noktada düğümlenmektedir:
1. Toplum olarak bilim ve bilimin yaşamımızdaki önemin tam anlaşılmadı.
1963 yılında kurulan TUBİTAK planlı dönemin bir yansıması olarak dünyadaki
bilimsel gelişmelerden kopmaması amacı ile dünyadaki benzerleri gibi her türlü
siyasi etkilerin dışında tutulmak amacıyla özerk bir yapıda kurulmuştu. Çünkü
kurucuları bilimin bir felsefi bakış açısı olarak her türlü etkiden uzak ve
bağımsız olması gerektiğini biliyorlardı. Nedense ülkemizde siyasi iktidarlar
bilim kuruluşlarını elinde tutarak güçlerini pekiştirmek istedikleri için
TÜBİTAK’ın kurulduğu günden beri sürekli değişimi istenmiştir. 12 Eylül sonrası
TÜBİTAK yöneticileri “Bilim ve Teknik” dergisinde metodolojiye dayalı bilimsel
felsefenin ve aklın ürünü olan bilimsel bilgi aktarmak yerine, İmam Gazali ve
benzeri nakli ilimleri öven, aklı ve felsefi bakış açısını küçümseyen, sık sık
mucize ve benzeri olguların işlendiği geçmiş sayılarda tespitlidir. Bu ve
benzeri teşebbüsler bilimin öneminin toplum tarafından anlaşılmadığının bir
göstergesidir.
2. Ülkemizde Kurumsal Bilinç Oluşamadı
İkinci konu da kurumsal kültürün süreklilik kazanmamasıdır. Kanımca ülkemizin
temel sorunu yalnızca bu hükümet döneminde değil, son 50 yıldır ülkemizdeki tüm
kurumların kurumsal yapılarının bozulmasında yatıyor. Zaten siyasi yönden
istikrarlı olmayan ülkemizde ortalama hükümetlerin ömürleri iki yıl olması ve
her hükümetten sonra da kurumun yöneticilerinin değişmesi sonucu tam bir yaz boz
tahtasına dönmüş bulunmaktadır. Hükümetin TÜBİTAK ve bilim kuruluşlarına daha
fazla özerklik ve destek çıkması gerekirken kurumun yöneticilerin salt benden mi
değil mi diye değiştirmeğe kalkmak ülkemizin bilgi çağını yakalaması konusunda
büyük sorumluluk taşımaktadır. Son 50 yılda açıkçası ülkemizde kurumsal kültürün
zayıflaması ve dünya gerçeğini yakalamada Mustafa Kemalin muasır medeniyetler
seviyesine çıkma konusundaki öngörüsünün 80 yılda yakalanmamasında siyasilerin
büyük sorumluluğu bulunmaktadır.
TÜBİTAK Şimdi Ne Tür Projelere İmza Atmaktadır?
Bugün ülkemizi bilim alanında bunca zorluğa rağmen başarıyla temsil etmeye
çalışan TÜBİTAK, bütçesinin sürekli kısıtlanmasına rağmen, bugün ülkenin
uluslararası İnternet erişimini sağlamakta, AB 6 Çerçeve programının
uygulanması, ulusal bilim, teknoloji, inovasyon politikalarının Cumhuriyetimizin
100 kuruluş yıldönümü olan 2023 vizyonu kapsamında teknoloji öngörüsü ve
envanterinin geliştirilmesi, AR-GE altyapısının geliştirilmesi, üniversitelerin
bilimsel projelerine katkıda bulunmak gibi bir çok alanda başarılı çalışmalar ve
projeler yürütmektedir. Ayrıca ülkemiz sanayisinin rekabet gücünü artırmaya
yönelik teknolojinin geliştirilmesi, ulusal savuma sanayinin teknoloji alanında
dışa bağımlılıktan kurtulması yönünde de ciddi çalışmalar yürütmektedir. Bilim
adamı yetiştirme çalışmaları, bilim olimpiyatları ve bilimsel kaynakların
dilimize kazandırılması yüz ağartıcı çalışmalardır.
Buna rağmen halen uluslar arası alanda bilime katkımız çok düşük. Bilimsel
anlamda 1990’lı yılların başında bilimsel makaleler yönünden dünyada 45. sıradan
2002 yılında 22. sıraya kadar çıkabilmiştir. Her ne kadar sayısal anlamda önemli
bir yere gelmiş olmakla beraber kalite yönünden ve yapılan bilimsel çalışmaların
pratiğe aktarımı konusunda halen istenilen düzeyde değiliz. Ayrıca, Bilim Adamı
yetiştirme konusunda halen ciddi eksikler bulunmaktadır.
TÜBİTAK’ın Sorunu Yok mu?
TÜBİTAK’ta sorun yok mu, tabii ki var. TÜBİTAK’a yapılan eleştirilerin
temelinde; kurumun kendi içinde temsili demokrasinin kapalı bir sistem
oluşturduğu, bilim kurulu ve gurup üyelerinin seçiminde hep aynı kişilerin kendi
kısır döngüsü içerisinde gerçekleşmesi, kurumun değişik organlara seçilen bilim
insanlarında hangi kriterler ve seçim esaslarına göre yapıldığının net olmadığı
şeklindedir. Ayrıca tüm üniversitelerin ağırlıkları oranında temsil edilmediği
de sık sık tartışma konusu edilmektedir. Bütün bunlar senin adamın benim adamım
türünde her yerde rastlanılan olaylarda zaman zaman basına yansımaktadır.
Ancak, bu sorunun çözümün siyasiler tarafından değil yine özerk ve demokratik
bir şekilde yapılmalıdır. Ciddi bilim politikası olan ve gelecekte ülkenin
dünyada seçkin bilim adamı kadrosu ile yola devam etme isteği ve iradesi ilgili
çevrelerin görüş ve önerilerine sunularak gerçekleşmesi de kabul görür. Nihayet
batı toplumları niyetlerini kuruma bildirir ve kurum da kendi iç dinamikleri
içerisinde kurumun daha iyi duruma getirilmesi için beyin fırtınası ile
çözmektedirler. TÜBİTAK gibi saygın bir kurumda bunu gerçekleşebileceğine ve
kurumun özerkliğine güvenerek bu sorunda kuruluşun seçkin beyinleri tarafından
beyin fırtınası ile çözüleceği inancındayım.
Ülkemizin Ciddi Sorunu Liyakat Yerine Adam Sendeciliğin Alması
Bir bütün olarak bakıldığında bunun temelinde devletin bilim ve üniversiteler
konusunda ciddi bir politikasının olmadığı, yetkililerin geleceği yakalama
konusunda çok da kaygı duymadıkları görülmektedir. Bir bütün olarak yüksek
öğretim ve bilim kuruluşlarımızın ciddi sorunları bulunmaktadır. Ancak kamuoyuna
yansıyan resim, hangi kurumun başına kimin getirileceği noktasına
kilitlenmiştir. Bugün her alanda kilitlenen süreçte liyakatin nerdeyse hiç
söz konusu edilmemesine dayanmaktadır. Adam sendecilik, yukarıdan aşağı doğru
kabul edilen fikirlerin benimsenmeye zorlanması gibi otoriteriyan bakış açısı
günden güne kurumların işleyişinde önemli bir psikolojik faktör olarak
kullanılmaktadır. Bu psikolojik faktör, kurumların verimliliğini önemli ölçüde
düşürmekte ve geleceğe olan güveni zedelemektedir.
Özerk Bilim Kuruluşlarına Sahip Çıkalım
Siyasi etkilerle bilim kurumlarının yöneticilerinin sık sık hükümetler
tarafından değiştirilmesinin önünü açacak olan yasa tasarıları ülkemizin bilgi
çağını yakalama hedefleri ile bağdaşmamaktadır. Adam değiştirmek yerine,
ulaşılacak bilim hedefleri ve kurumların kalitelisinin yükseltilmesini
sağlayacak verimli kadroların oluşması için nelerin yapılacağı tartışılması daha
yaralı olur. Matbuanın ülkemize 200 yıl geç gelmesinin bedelini bugün hep
beraber çekmekteyiz. Dünün hesabını halan vermeyen bir ulus olarak yarını
elimizden kaçırmamak için büyük önderin “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir,
fendir” şiarı ile bilim ve bilim kurumlarımızın özerk ve özgür olarak
gelişmeleri için daha fazla maddi ve manevi destek sağlamak zorundayız.
Bu konuda sağduyunun egemen olması en büyük dileğimizdir.
Prof. Dr. İbrahim Ortaş
Çukurova Üniversitesi
e-posta: asportas@mail.cu.edu.tr
netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel
yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine
tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya
link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)
|