| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

26.06.2003 Prof. Dr. İbrahim Ortaş - netyorum.com / Sayı: 138

ÖSS SINAVI VE BEYİN GÖÇÜ

15 Haziran 2003 tarihli Milliyet gazetesinin başlığı ”Altın Gençler” di. Altı özel genç, ABD’nin en iyi üniversiteleri tarafından tam burslu olarak okutulacak. Zeki olan bu gençler doğal olarak her yönü ile başarılı oldukları için ABD üniversiteleri tarafından da "Beyin göçü" olarak kapışılacaktır. Tesadüf bu ya bu haber tam da ÖSS'nin yapıldığı gün yayınlanıyor. Bu sınav bir buçuk milyon öğrenci içerisinden en iyilerinin yeteneklerine göre seçilip, arzu edilen meslekte en yüksek düzeyde eğitmek ve ülkeye yetişmiş eleman kazandırmak amacı ile yapılmaktadır. Gelişmiş batı ülkeleri sahip oldukları yetişmiş insan gücü ile bilim ve teknoloji yaratmakta ve ihraç edebilmektedir. Yetişmiş beyin gücünün önemli bir kısmını beyin göçü veren ülkelerin son derece yeteneklilerinden sağlamaktadırlar. Geleceğin beyinlerinin ve yöneticilerinin seçileceği bugünkü sınav ile belirlenen gençlerin nedense büyük çoğunluğu bu ülkeye değil de gelişmiş batılı ülkelerinde iş bulmayı diğer bir ifade ile pasaport sağlamayı ve dışarıda yaşamayı tercih etmektedirler. Ancak bu gençler ülkelerini sevmedikleri için ya da başka ülkede yaşamak istedikleri için değil, tam tersine kendilerine gerekli olanak ve önem verilmediği için yurt dışına gidiyorlar.

Bu sorunun kökeni ve giderek artan beyin göçü, ÖSS ile başlamaktadır. Lisedeki başarılı öğrenciler, kendi okullarından önce dershaneler tarafından keşfedilir ve buralara çekilirler. Sınavda çok yüksek puan alan ve kendine güvenen öğrenciler üniversitenin ilk yıllarından itibaren başta Amerikan Üniversiteleri olmak üzere ülkemizde faaliyet gösteren ve hiçbir resmi sıfatı olmayan yabancı üniversitelerin aracı kuruluşlarınca Yüksek Lisans ve Doktora eğitimi için çok iyi vaatlerle yönlendirilmektedirler. Özellikle ODTÜ, Boğaziçi ve Bilkent gibi İngilizce ile eğitim yapan üniversitelere en yüksek puanla giren öğrencilerin en iyileri neredeyse bu yolla beyin göçüne uğramaktadırlar. Bu bağlamda gün geçmiyor ki başarılı öğrencilerimizin yurt dışı bursları ile ilgili bir haber yayınlanmasın. 17 Haziran 2003 tarihli gazetelerde Büyük Kolej’in Türkiye Şampiyonu 5 yüzücü ABD üniversiteleri tarafından burslu okuma teklifi almışlardır. Özellikle üniversiteyi bitiren öğrencilerin arayış içerisinde olduğu bir dönemde bu tür haberler çok yapılmaktadır. Bu dönemde bir çok başarılı öğrenciye burs olanağı yanında yarının yeşil kartı olanağı sunularak ABD’de yaşama ve iş bulma yolu vadi ile beyinler kendi sofralarına çekilmektedir.

Batı Bilimsel Narsistik mı yapıyor?

Hep en önde ben olayım, en iyi bilim adamları benim ile çalışsın, bilimde buluşu ben yaparım, kimse benden önce uzaya gidemez gibi ben mantığına sahip anlayış narsistik olarak tanımlanmaktadır. Bugün başta ABD üniversiteleri olmak üzere dünyaya verdikleri mesaj şu; dünyanın en iyi bilim adamlarını ben para ile yanıma çekerim, diğer sıradan olanları da siz sözüm ona bilim yapıyor gibi davranarak kendinizi oyalayın demeye getiriyor.

Bir zamanlar Avrupa’nın en asi çocukları olarak Amerika kıtasına giden bugünkü Amerikalıların dedeleri kısa sürede yerlileri etkisiz hale getirdikten sonra hızla üretime geçtiler. Başlangıçta Afrikalı zenciler pamuk ve şeker kamışı tarlalarında çalıştırılmak için götürülüyordu. Şimdide az gelişmiş üçüncü ülkelerin yaratıcı beyinleri kendi bilim ve teknoloji alanlarında çalıştırılmak için götürülüyorlar. Maalesef bugün amerikanın en saygın bilim kuruluşlarının başında çok sayıda üçüncü dünya ülkesinin her yönüyle başarılı lider vasıflı bilimcileri çalışmaktadırlar. Bu bilimcilerin bilimsel bulguları yine bu ülkelere karşı kullanılmaktadır. Nazi döneminde Almanya’dan, Orta Avrupa ve Uzak Doğudan giden bilim adamları başta atom bombası olmak üzere roket teknolojisini Amerika’ya taşıdılar. Ne yazık ki Amerika İkinci dünya savaşını beyin göçü ile gelen bilginin sağladığı roket ve atom bombası teknolojisi ile kazanmıştır. Bugün Orta Doğunun 8 bin yıllık insanlık birikimi yine üçüncü dünya bilim adamlarının yaratığı bilgi teknolojisi ile dize getirilmektedir.

Tersine Beyin Göçü Mümkün mü?

İlginçtir, ülkemiz bir taraftan önemli derecede beyin göçü verirken iki kez beyin göçü alan ülke olarak üniversitelerine taze kan katarak bilimsel gelişmişliğe önemli katkıda bulunmuşlardır. Bilindiği gibi Atatürk’ün sağlığında Almanya’da Nazi rejiminden kaçan seçkin bilimciler Türkiye’de bilim hayatına büyük heyecan katmış, bir çok kürsünün kurulmasına ve bilim atmosferinin oluşmasını sağlamışlardır. Bilimin önemini kavramış olan Atatürk, yabancı bilim adamlarına her türlü desteği sağlamıştır. İkinci süreç de eski Sovyetler Birliğinin dağılması ile yoksulluk sınırında maaş alan Azeri bilim adamlarının ülkemize gelmesi ile başlamıştır. Sovyetler döneminde başta temel bilimler (matematik, fizik, kimya elektronik) alanında iyi yetişmiş yaklaşık 300 civarındaki Azeri bilim insanın sağladığı katkılardır. Ülkemiz bu bağlamda tersine beyin göçünün önemini galiba iyi analiz edemedi gibi. Yetkililerin ve bilim tarihçilerinin bu konu üzerine durması yararlı olur kanısındayım.

Çok genç ve dinamik bir nüfusu olan ülkemiz maalesef elindeki son derece değerli elemanlarını adeta kendi kaderlerine terk ederek dışarıya kaçmalarına neden olmaktadır. İşin acı tarafı Türk yetkilileri ve üniversiteleri de bu konuda bir aymazlık içerisindedirler. Hatta bu şekilde burs bulup yurtdışına gidenler bilen bilmeyen tarafından sanki büyük bir marifetmiş gibi kutlanmaktadır. İşte Milliyet gazetesinin manşeti de bu durumu yansıtmaktadır.

Bilgi çağında bu gençlerin bulundukları ülkelerin bilimsel alt yapılarını İnternet aracılığı ile ülkemize kazandırabilirler. Bu gençlerin TÜBİTAK ve TÜBA gibi bilim kuruluşlarınca örgütlenmesi, organik bağlarının koparılmaması beklenir. Zaman zaman yurtdışındaki başarılı kişilerin davet edilmesi seminerler verdirilmesi, varsa bilimsel projelerin tartışılması sağlanabilir. Bazı araştırıcılar ile ortak projeler üretilebilir. Bütün bu yolların denenmesi gerekir. Bugünkü iletişim çağı bu anlamda beyin göçünü kısmen de olsa ülkemiz lehine beyin gücüne dönüştürebilir.

Gönül ister ki bu gençler ülkemiz üniversitelerinde çalışsınlar, ülkemizde bilim yapabilsinler ve bilgi teknolojiye dönüşebilsin. Maalesef bugünkü üniversite bütçeleri, maaş durumu, bir türlü bürokrasiden kurtulamayan, verimsiz çalışan ve çalıştırılamayan araştırma fonlarının durumu insanın idealist olmasını törpülemektedir. Saatlerce kısır döngülere giren olanaksızlıkları ve olup biten yanlışların konuşularak boşa zamanın öldürüldüğü durumlar sıkça yaşanmaktadır. Son yıllarda üniversitelerde sık konuşulan konu; yurtdışından büyük ideallerle gelen değişik üniversitelerdeki araştırıcıların çoğu iç verimsizliğin yaratığı bıkkınlık ve ilk fırsatta dışarıya kaçabilmektir. Eğer önlem alınmazsa ileride bir çok insan daha dışarıya kaçabilir.

Fen Liseleri Öğrencileri Nerede?

Tanıdığım bazı Fen ve Anadolu Lisesi öğrencileri ki bunlar her yönüyle başarılı, erken gören, çözümleyici yeteneğinde kişilerdirler; bu gençler yüksek puanları heba olmasın diye istemedikleri halde ilk %1’lik başarı sıralamasında yer alan belirli meslekleri seçmektedirler. Fen Liselerinin kuruluş amaçları, daha çok ülkenin gelecekteki Fen Bilimcilerini yetiştirmek idi. Fakat gençler en çok para getiren elektrik-elektronik ve endüstri mühendisliklerine yönelmek istemektedirler. Hiç biri Fen Fakültelerine ve diğer temel bilimlere yakın bölümlere gitmek istememektedirler. Nedeni gayet açık. Ülkemizde temel bilimlerde para yok ve gelecek güvencesi de yok. Ve neredeyse öğrencilerin tamamı lisans eğitiminden sonra başta ABD olmak üzere dışarıya gitmek istemektedirler. Gittikleri ülkede kendilerine sunulan yüksek maaş, uygun çalışma ortamı ve bireyin kısmi olarak kendini ifade etme özgürlüğü kişilerin o ülkelerde kalmalarını sağlamaktadır. Dolaysıyla bu gençler ülkemize geri dönüş konusunda hiçte istekli görülmemektedirler. Diğer taraftan ülkemizin önemli derecede bilim adamı ihtiyacı özellikle de mesleği çok para getirmeyen alanlarda bilim yapacak nitelikte insan bulmak neredeyse mümkün olmamaktadır. Türkiye Üniversitelerinin özellikle de Anadolu Üniversitelerinin bazı fakülteleri ve bölümlerinin gelecekteki en önemli sorunlarının başında nitelikli bilim adamı adayı bulmak olacaktır. Söz konusu birimlerde analiz ve sentez yeteneği olmayan kişi çözümleyici olamayacağı için problem çözemez ve bilim de yapamaz durumdadırlar. Genelde kendi akademik kadrolarını kendi bünyelerinden alan (inbreeding) birimlerde dışarıdan taze kan niteliğinde eleman gelemeyeceği için bu öğrencilerden bazıları ileride araştırma görevlisi alınmaktadır. Daha sonrada ne yapalım Anadolu koşullarında bu kadar olur, deyip profesörlük mertebesine kadar çıkabilmektedirler. Çoğunluğu dil bilmeyen, hiçbir ciddi bilimsel proje üretemeyen, uluslararası kongrelere katılmayan sözüm ona bilim adamları.

Bilim Adamı Yetiştirme Politikamız Var mı?

Geçmişte üniversitelere eleman alınırken günlerce kişilerin yetenekleri dikkate alınarak sezgileri ve algılama kapasitesi yüksek olan, zeki, dil bilen, motivasyonu yüksek lider vasıflı kalbur üstüler üniversitede kalırdı. Şimdi ise kim saygıda kusur etmiyorsa, evet efendimciler ise baş tacı edilmektedir. Özellikle gelecek sorunu olan kişilerin bu tür davranışlara itilmesinde biz hocaların büyük günahı bulunmaktadır. Nedense hep küçük çıkarlarımız için bir dediğimizi iki yapmayan kişileri çok sevdik, fakat hakkını arayan, doğruya doğru, eğriye eğri diyenleri ise dışladık. Geçmişte dik durup üniversitelere alınmayan ancak başarılı iş hayatı olan bir çok kişi tanıyorum. Zeki ve girişimci bu kişiler üniversitelerde olsalardı acaba ne tür katkılar sunarlardı? Şimdi bütün bu olgular ülkemizin halen bilim politikasının olmaması, bilimden beslenen bir toplum olmadığımızı, bilimi maalesef salt kendi varlığımızı korumak veya ispatlamak için kullandığımızı göstermektedir. Kafasında soru işareti olan ve çözümünün ancak yetişkin ve sezgileri güçlü beyinlerden geçtiğini bilen batılı bilim adamları bilimi kendileri için değil, insanlık için yapanlar ise bilimsel kapasitesi olan gençleri tercih etmektedirler. Batı üniversiteleri bilim adamı seçiminde her aşaması objektif seçicilikle bilim yuvalarına en iyilerini alarak bilim ve teknoloji yaratmakta ve bu teknolojiyi dünyaya pazarlayarak bilginin önemini ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Bizde ise bilimin ve bilginin toplum yaşamından uzak tutulması için üniversiteler adım adım maddi ve manevi anlamda zayıflatılmaya çalışılmaktadır.

Bu konuda başta siyasilerin olmak üzere hepimizin büyük sorumluluğu bulunmaktadır. Her ile bir Üniversite isteği neredeyse bir yarış halini aldı. İki bina bulundu mu zannediliyor ki üniversite kurulmuş olur. Bir ilin vekilleri kendilerine bir üniversite kotardıkları zaman diğer illerin milletvekilleri biz de isteriz diye tutturmaktadırlar. Üniversite nedir, üniversitelilik bilinci nedir? Bilim, üniversite politikası ve planlanması nedir, gibi sorular galiba en sonda düşünülmektedir. Maalesef bazı hocalarımızda bana bir yöneticilik kadrosu verilsin, ne olursa olsun mantığı ile buralara ilgi göstermektedirler. Çok yazık! Üniversitelerin geçmişine ve misyonuna hakaret gibi geliyor bana. Üniversitenin üniversite hocaları tarafından bir Lise gibi görülmesi çok acı vericidir. Bu tür uygulamalar ülkemiz eğitiminin, üniversitelerinin ve geleceği açısından çok ciddi bir sorunu olarak görüyorum.

Gelecekte bilgi toplumu olmak için bu gençlerin beyin göçünü beyin gücüne dönüştürecek ne tür projeler üretilebilir? Üniversitelerin bilim politikasının oluşturulması ve işlerlik kazandırılması ve verimliliklerin artırılması için neler yapılabilir? Her yıl bir milyondan fazla çocuk üniversiteye girmek için çırpınırken milyonlara varan üniversiteli genç, hayatının en verimli çağında işsiz. Ancak diğer taraftan bir o kadar da ara elemana ihtiyaç duyulmaktadır. Nerede eğitim planlanması? Nedir bilim ve teknoloji politikası? Üniversitelerin en önemli sorunu olan yetişmiş, kendi kendini idare edebilen bilim adamı sorunu nasıl çözülebilir? Bu konuda ciddi bir beyin fırtınasına gereksinim bulunmaktadır. TÜBA, TÜBİTAK, YÖK, Üniversiteler ve Öğretim Elemanları Derneklerinin ortak bir platform oluşturmaları gerekir.

Avrupa Birliğine girmeye çalıştığımız bir dönemde bilgi çağını yakalamak için artık eğitim sisteminin baştan aşağı hiçbir siyasi beklenti içerisinde olmadan çağın gereklerine göre objektif ilkelere dayalı olarak yenilenmesi artık kaçınılmaz görülüyor. Bu reform yapılmadan ülkemizin bilgi çağını yakalaması mümkün görülmüyor.

Saygılarımla  

Prof. Dr. İbrahim Ortaş - 22.6.2003
Çukurova Üniversitesi ÖED Yönetim Kurulu Üyesi
e-posta: asportas@mail.cu.edu.tr


netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)


Yorum Ekle Yorumları Listele
138. Sayı önceki yazı 138. Sayı sonraki yazı
Yazarın Önceki Yazısı Yazarın Sonraki Yazısı
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye