| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

"Yansımalar" 15.05.2003 Sinan Oymacı - netyorum.com / Sayı: 133

İçindekiler;

  • Konu: Ben, GSM 1800 Şebekesi İstiyorum
  • Film: Irreversible - Dönüş Yok
  • Kitap: Öykülerde İstanbul - Hazırlayan: Semih Gümüş
  • Müzik: Songs of Almodovar
  • Film: Taxi 3
  • Kitap: Ne Demek İstanbul; Bebek, Niye Bebek!?. - Önder Şenyapılı
  • Söz: Henry C. Link
  • Söz: Shakespeare
  • Söz: Oktay Tuncer

 


KONU: BEN, GSM 1800 ŞEBEKESİ İSTİYORUM

Yazılı ve görsel medyadan takip ediyorsunuzdur, GSM operatörü Aria'nın yabancı ortağı, ulusal dolaşım - roaming - anlaşması yapılamadığı için Türkiye pazarından çekilebileceğini açıkladı. Ardından Aria'nın bu konu ile ilgili olarak devleti tahkim kuruluna götürerek, dava açtığı haberlerini gördük.

Şimdi, benim bildiğim, Aria, bu ülkeye 1800 frekansından haberleşeceğimiz şebekeyi kurmak ve işletmek için operatör oldu. Ancak, dolaşım anlaşması yapmak istediği şebekeler 1800 değil, 900 frekansında. Bu durumda Aria'nın hizmet vermesine ne gerek var? Biz yine 900 şebekesinden haberleşeceksek, üçüncü ya da dördüncü operatör gerekli mi?

Dünyanın pek çok ülkesindeki örneklere de bakarsanız, ulusal operatörlerin dolaşım anlaşması kendi ülkelerinde mevcut değil. Niçin olsun ki? Yatırımı yapar o ülkeye, abone sayısını artırır ve para kazanır. Dolaşım anlaşmasını ise kendi abonesi ülke dışında çıktığında haberleşmesi kesintiye uğramasın diye diğer ülke operatörleri ile yapar.

Çok uç bir örnek olacak ama, Ege bölgesi kıyılarına gittiğinizde, eğer dikkat etmez iseniz, bizim yerli GSM operatörleri yerine Yunanistan GSM şebekesindeki operatörlere geçersiniz, fark etmeden. Konuşmalarınız hem pahalı olur hem de para yurt dışına gider.

Her operatör kendi yatırımını yapmalı, Türkiye'nin tamamını kapsama alanı altına almalı, ondan sonra farklı arayışlara girebilir ancak ondan önce dolaşım anlaşması istenirse, bu biz mobil telefon kullanıcılarına haksızlık oluyor.

Bu konuda çok detaylı incelemeleri http://www.telepati.com.tr adresindeki Mayıs 2003 sayısındaki yazılardan izleyebilirsiniz. Alternatifler konusuna henüz girmek istemiyorum çünkü izlediğim kadarı ile mynet gerçekten başarılı bir iş gerçekleştiriyor ve Türk kullanıcılarının e-posta ihtiyacını karşılıyor. Umarım yukarıda söz ettiğim konuyu da çok kısa bir sürede yanıtlayarak, çözeceklerdir. Eğer bir sonuca varamazsak alternatifler konusuna değiniriz.


FİLM: IRREVERSIBLE - DÖNÜŞ YOK

Gösterime girdiği tarihlerde hakkında sayfa sayfa yazılar yazılan, televizyonlarda zaman ayrılan bir film "Irreversible - Dönüş Yok". Yazılıp, çizilmesinin de en büyük nedeni, filmi izlemek için sinemaya gidenlerin büyük bir kısmının filmin başlarında dayanamayarak, salonu terk etmeleriydi.

Ben bu filmi izlemeye biraz farklı başladım. Sinemalarda gösterimde olduğu dönemde izleyememiştim. Neden izleyemediğimi ben de bilemiyorum ama oldu bir kere.

Geçtiğimiz günlerde filmin DVD'sinin Fransa'da yayınlandığını duydum ve Fransa'ya giden bir arkadaşa getirmesi için rica ettim. Bir hafta sonra elimdeydi. Üzerinde fosforlu portakal rengi ile "IRREVERSIBLE" yazılmış kalınca bir DVD kutusu karşımdaydı. Kutunun içinde bir de sürpriz saklıydı, filmin müziklerinin yer aldığı bir müzik CD'si.

Önce müzikleri dinleyerek kendimi alıştırayım dedim. Bir filmde nelerle karşılaşabileceğinizi, müziklerini dinleyerek tahmin edebilirsiniz deseler inanmazdım ancak bu filmin müziklerini dinledikten sonra filmi izlediğimde tahmin ettiklerimin gözükmesi ilginçti. Müzikleri dinlerken ne kadar karanlık, ürkütücü, rahatsız edici bir filmle karşılaşacağınızı anlıyorsunuz. Her film için bu geçerli değil. Müzikleri dinlettiğim bir arkadaşım "bu kadar sinir bozucu, ruh sağlığı bozuk eserleri nereden buluyorsun" diye sordu.

Filme gelirsek; yönetmen Gaspar Noé. Başrollerde, Monica Bellucci, Vincent Cassel, Albert Dupontel ve Jo Prestia yer alıyor. Filmin senaryosu yine Gaspar Noé tarafından kaleme alınmış.

Noé, 1991'de "Carne", 1998'de "Seul contre tous" ile Cannes film festivalinde özel ödüller almıştı. 2002'de de bu filmle Altın Palmiye'ye aday gösterilmişti.

Belluci "L'Appartement", "Comme un poisson hors de l'eau", "Astérix & Obélix: Mission Cléopâtre" ve önümüzdeki günlerde gösterime girecek "The Matrix Reloaded" 'dan anımsanabilir.

Cassel "Come mi vuoi", "The Messenger: The Story of Joan of Arc", "Brotherhood of the Wolf", Prestia "Femme Fatale" filmlerinden anımsanacaktır.

Filmin yirminci dakikasında devreye giren şiddet sahnesi pek çok izleyiciyi derinden rahatsız edecek görüntüler içeriyor. Benzer şekilde filmin ortalarına doğru yer alan tecavüz sahnesindeki hareketler ve ardından gelişen şiddet de rahatsızlığın seviyesini üst noktalara taşıyor.

Film sondan başa doğru kurgulanmış. Onun için dikkatle izleyip, parçaları birleştirmeniz gerekiyor. Mutlu bir çiftin yaşamları kadının tecavüze uğraması ile geri dönülemeyecek yeni bir yaşama dönüşüyor. Şiddet ve intikam adamın tek amacı oluyor.

Çekim tekniği olarak inanılmaz. Yukarıda da söz ettiğim yirminci dakikadaki sahnenin nasıl çekilmiş olabileceğini pek düşünmeyin, bir yerlerden okumadığınız sürece bulmanız olası değil. Çok inandırıcı. Benzer şekilde tecavüz sahnesi de şiddeti, korkuyu, şehveti, nefreti tam olarak vurguluyor.

Filmi önerip, önermeyeceğim konusuna gelirsek, gidin izleyin, diyemiyorum. Herkesin kaldırabileceği, kolay izlenecek, izledikten sonra nasıl olsa unuturum diyebileceğiniz filmlerden değil. Mideniz ve kalbiniz kaldırabilecekse, ne kadar uç noktalarda filmler çekiliyormuş merak ediyorsanız, şiddet rahatsız etmiyorsa izleyebilirsiniz. Onun dışında kanımca 18 yaş altı izleyicinin gitmemesinde yarar var - her ne kadar bizde 16 yaş sınırı konmuş olsa da -.

Pek çok şeyde geri dönüşün olmadığını, bir kez oluştuktan sonra ah keşke yapmasaydım ya da yapsaydım denildiğini anlatan bir film.

Bu bilgiler ışığında filmi sinemada izleyip, sonuna kadar dayanmadan çıkanları düşündüğümde, büyük bir kısmının yanında eşi, kız arkadaşı ya da sevgilisi olduğu şekilde gelenler olduğunu tahmin ediyorum.


KİTAP: ÖYKÜLERDE İSTANBUL - HAZIRLAYAN: SEMİH GÜMÜŞ

Bu sıralarda İstanbul ile ilgili kitapları okumaya daldım. Bu hafta da iki kitap var, İstanbul üzerine.

"Öykülerde İstanbul" kitabı, çeşitli yazarların İstanbul ile ilgili öykülerinin Semih Gümüş tarafından derlenerek, bir araya getirildiği bir eser.

Türkiye İş Bankası Kültür yayınları tarafından okurlarla buluşturuluyor.

Hangi yazarların öyküleri var derseniz, liste hayli uzun:

Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ömer Seyfettin, Sait Faik Abasıyanık, Refik Halid Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Nahid Sırrı Örik, Ziya Osman Saba, Orhan Kemal, Haldun Taner, Cihat Burak, Sabahattin Kudret Aksal, Zeyyat Selimoğlu, Oktay Akbal, Bilge Karasu, Demir Özlü, Füruzan, Onat Kutlar, Tezer Özlü, Mustafa Balel, Erendiz Atasü, Feyza Hepçilingirler, Işıl Özgentürk, Hulki Aktunç, Semra Aktunç, Nedim Gürsel, Feride Çiçekoğlu, Roni Margulies, Buket Uzuner ve Karin Karakaşlı.

Her yazarın bir öyküsü yer almıyor, kitapta. Sait Faik Abasıyanık 5, Ziya Osman Saba 3, Oktay Akbal 6 öykü ile var. Diğer yazarlarından bir ya da iki öyküsü mevcut. Toplamına bakarsak; 29 yazar ve 45 öykü.

Türkiye İş Bankasının sunuş yazısında kitabın niçin yayınlandığı "Cumhuriyet ile yaşıt, Ankara'da doğan ve Ankara'nın belleğinde derin izler bırakan bir kuruluşun, 76 yıl sonra İstanbul'a taşınırken, bu 'tarihi olay'ın anısı olarak" hazırlandığı belirtiliyor.

1864 doğumlu Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın öyküsü ile başlayıp, 1972 doğumlu Karin Karakaşlı'nın öyküsü ile biten kitabı okurken her dönemin kendine özgü İstanbul yaşamını, davranış tarzlarını, duygu ve düşüncelerini görmeniz olası. Bu kadar geniş bir yelpaze içeren yazar ve öykülerin tarzları bir süre sonra sizi geçmişi düşünmenize, bugünü değerlendirmenize yol açıyor.

Keyifle okunacak, okudukça yeni tadlar alınacak, güzel öykülerin yer aldığı bir kitap. Edinip, okuyun. Öneririm. Minik minik öykülerden oluştuğu için, kitabın kalınlığı sizi korkutmasın, sıkılmadan okuyabileceğiniz, gerekirse mola verip, kaldığınız yerden devam edebileceğiniz bir kitap.


MÜZİK: SONGS OF ALMODOVAR

İspanyol yönetmen Pedro Almodóvar'ı sinema ile ilgilenip de bilmeyen olduğunu tahmin edemiyorum. "All About My Mother - Annem Hakında Herşey", "Talk To Her - Konuş Onunla", "Women on the Verge of a Nervous Breakdown", "Tie Me Up! Tie Me Down!", "High Heels", "Kika", "Live Flesh" ve bunlar gibi filmler.

"Songs of Almodovar" isimli albüm Almodóvar'ın değişik filmlerinde yer alan şarkıları bir araya getiriyor. Bu filmlere bakarsak; albümde yer alan sıra ile, 1-2 "High Heels", 3-4 "Labyrinth of Passion", 5 "Pepi, Luci, & Bom", 6-7 "Dark Habits", 8 "Matador", 9-10 "The Flower of My Secret", 11-12 "Women on the Verge of a Nervous Breakdown", 13 "Tie Me Up, Tie Me Down", 14-15-16-17-18-19 "Law of Desire", 20-21 "What Have I Done to Deserve This", 22-23 "Kika".

Albümle ilgili bazı yazılara baktığınızda seçilen şarkıların daha farklı olabileceğinin söylendiğini okuyorsunuz. Ancak gözden kaçırılmaması gereken nokta, Almodóvar'ın film yelpazesi çok geniş ve bu albüm 1998 yılında piyasaya çıktı. Bir başka deyişle, bu tarihten sonra çıkan - All About My Mother ve Talk To Her - filmlerinin müziklerini bulamıyorsunuz.

Açılış şarkısı ile sizi alıp, uzaklara götüren, kah neşelendiren, kah hüzünlendiren, duyguları ortaya çıkan güzel bir albüm. Edinip, dinleyin. Arşivlerinizde bulunabilecek, tekrar tekrar dinleyebileceğiniz, modası geçmeyecek bir çalışma.


FİLM: TAXI 3

İlk film çok iyiydi, büyük beğeni toplamıştı. İkincisi iyiydi, beğenmiştik. Üçüncüsü fena değil, çok fazla bir şey beklemeden, rahat vakit geçirmek üzere izlenebilecek bir film olmuş. Taxi serilerinden söz ediyoruz. Bugünlerde gösterimde olan Luc Besson'un yazdığı, Gérard Krawczyk'in yönettiği "Taxi 3" filminden.

Samy Naceri, Frédéric Diefenthal, Bernard Farcy, Emma Sjöberg, Marion Cotillard, Ling Bai, Edouard Montoute ve Jean-Christophe Bouvet başrollerde.

Yazar Besson, film izleyicisinin çok yakından tanıdığı, hareketli macera ve bilimkurgu türünü sevenlerin hemen hemen bütün filmlerini seyrettiği bir kişi. Filmlerine bakarsak, "The Transporter", "Wasabi", "Kiss of the Dragon", "Yamakasi", "Taxi 2", "The Messenger: The Story of Joan of Arc", "Taxi", "The Fifth Element", "Léon", "The Assassin", "Subway", "Le Grand Blue" ve "Nikita". 1998'de "The Fifth Element" ile Fransa'da En İyi Yönetmen Cesar ödülünü almıştı.

Krawczyk "Wasabi" 'den anımsanabilir.

Oyunculara gelirsek, hepsini Taxi serisinin diğer filmlerinden anımsayacaksınız. İlk film hakkında yazdıklarım için tıklayın bolum\gecmis\19990105-01.htm

İlk filmi Gérard Pirès, ikinciyi ise yine Krawczyk yönetmişti.

Fransa'da taksi şoförlüğü yapan, otomobiline hayran, polislerle köşe kapmaca oynayan, müşterilerini vaktinde istedikleri yere götürebilmek için takviye edilmiş araç kullanan bir kişi, görevini çok ciddiye alan bir müfettiş, herşeyin odağı olduğunu sanan müdür ve çevrelerinde bunları izleyen diğer insanlar. Tabii ki aşk, kavga, ihanet, aldatmaca, sevgi, sakarlık, araç takip, hız sahnede.

Eğer ilk iki filmi izlemediyseniz, bazı esprileri anlamanız, olayları izlemeniz zor olacak hatta anlayamayabileceksiniz. Önerim, ilk iki filmi izledikten sonra bu filmi izlemeniz. Eğer bu şekilde izlemez iseniz, film çok kısa, espriler iyi değil, hareketli sahneler yetersiz gibi yorumlar yapabilirsiniz. Ancak filmi tüm serinin bütünü içinde değerlendirirseniz, başarılı bulabilirsiniz. Evet, süre olarak kısa bir film ancak bu film sadece sinemaya gidip, o sürede sıkılmadan, eğlenceli vakit geçirmek için izlenecek bir film. Daha fazla birşey beklemek hem filme hem de kendinize haksızlık. Vaktiniz varsa gidin, sıkılmadan izlersiniz.


KİTAP: NE DEMEK İSTANBUL; BEBEK, NİYE BEBEK!?. - ÖNDER ŞENYAPILI

Önder Şenyapılı'nın "Her Sözcüğün Bir Öyküsü Var" kitabına 9.11.2000'de 46. sayıdaki yazımda yer vermiştim. Şimdi elimde Önder Şenyapılı'nın "Ne Demek İstanbul; Bebek niye Bebek!?." kitabı var.

Kitap METU Press - ne afilli bir ad, değil mi? - yani ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayıncılık ve İletişim A.Ş. tarafından bastırılmış ve dağıtıma alınmış.

İnternet ortamındaki kitapevi sayısının artması nedeni ile ilk kitaptaki temin etmede karşılaştığım güçlükler bu kitap için söz konusu olmadı. Verdiğim sipariş hemen elime ulaşmıştı. Bu, kitapların okurla buluşabilmesi açısından olumlu bir adım.

Kitaba gelirsek; adından da anlaşılacağı gibi, İstanbul'daki yer adlarının nereden doğduğunu, var ise bir öyküsünü, anlamını aktarıyor. Pek çok kaynak derlenerek, bu çalışma ortaya çıkmış. Tüm kaynaklar detaylı bir şekilde belirtilmiş. Böylece herhangi bir konuda daha detay isterseniz, ilgili kaynağa erişerek, çalışmalarınızda devam etme olanağını da sağlanmış.

İstanbul hakkında tam bir referans kitabı. Alıp, boş zamanlarınızda hoşça vakit geçirmek için okuyun diyemem ancak İstanbul'a ilgi duyuyorsanız, bildiğim yerlerin adı nereden geliyormuş, bilmediğim nereler var diyorsanız, edinmenizde yarar olacak bir kitap. Çok emek verilmiş, hak ettiği ilgiyi bulacaktır.


SÖZ: HENRY C. LINK

"Kendini yetersiz gören insan tereddüt içinde beklerken, girişimci insan, hata yapmaktan korkmadığından daha üstün hale gelir". - Henry C. Link

Bu sözü ileten Sayın Fatma Demirdöven'e teşekkür ederim.


SÖZ: SHAKESPEARE

"Eğer müzik aşkı besliyorsa, bırakın çalsın" - Shakespeare


SÖZ: OKTAY TUNCER

"Bir gün insan virgülü kaybetti, o zaman zor cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler kullanmaya başladı ; cümleleri basitleştirince düşünceleri de basitleşti.

Sonra ünlem işaretini kaybetti ; alçak bir sesle ve ses tonunu değiştirmeden konuşmaya başladı. Artık ne bir şeye kızıyor, ne bir şeye seviniyordu. Hiç bir şey onda en ufak bir heyecan uyandırmıyordu.

Bir süre sonra soru işaretini kaybetti ve soru sormaz oldu, hiç bir şey onu ilgilendirmiyordu. Ne evren, ne dünya, ne de kendi apartmanı umurundaydı.

Bir kaç sene sonra iki nokta üstüste işaretini kaybetti ve davranış nedenlerini başkalarına açıklamaktan vaz geçti.

Ömrünün sonuna doğru elinde yalnız tırnak işaretleri kalmıştı. Kendine özgü tek düşüncesi yoktu, yalnız başkalarının düşüncelerini tekrarlıyordu. Düşünmeyi unuttu ve böylece son noktaya erişti."

- Oktay Tuncer
Kabataş Erkek Lisesi
Emekli Edebiyat Öğretmeni


Niçin görüşlerinizi iletmiyorsunuz? E-posta adresim aşağıda. Katkılarınızla daha iyi olacağını garanti edebilirim.

M.Sinan Oymacı
TRIO Çözüm Evi Bilişim Hizmetleri A.Ş.
e-posta: sinanoym@triosh.com


Yorum Ekle Yorumları Listele
133. Sayı önceki yazı 133. Sayı sonraki yazı
Yazarın Önceki Yazısı Yazarın Sonraki Yazısı
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye