"İstanbul Mekanları" 09.01.2003 Zafer Sönmez - netyorum.com / Sayı: 117
VAKİT BULMALIYIZ TANIMAYA
DERSAADET İÇİNDE BİR SARAY...
TEKFUR SARAYI VE AYVANSARAY
Vakit bulmalıyız, belki de, bu şehri tanımaya... Tozlu sokaklarında gezmeye,
ayaklarımızda nasırlar oluşturmaya... Vakit bulmalıyız ki o vakit geçtikçe biz
şehiri tanıyalım şehir de bizi... Biz onu bilelim ki bize kötü davrandığını
düşündüğümüzde, onun sorunlarının bizimkinin yanında büyüklüğünü görelim ve onun
yanında olalım. Bizi tanısın ki bu yaşlı şehir de her zaman bir dostu olacağını
bilsin. İstanbul'la ilgili serüveniniz böyle başlasın isterim. Kendinizi
ararken, şehrin kendinde bulun kendinizi ve göbeğinde bulun kalbinizi. Şehir
sizi çektikçe içine siz de çekin şehri içinize... Garip bir sevgi doğsun
içinizde. Birbirinizi üzmez olun artık, özler olun görmeyince. Ayrı kalınca
güçlensin içinizdeki bağlar...
Bütün yazılar boyunca çabamın hepsi yaşadığımız şehre yabancı olmamak.
Herşeyin altında tanımak yatıyor aslında. Bütün yabancılıklar, uzaklıklar ve
sevgisizliklerin temelinde tanımamak ya da tanımak istememek yatıyor aslında.
Modern şehrin insanı gibi biz de kendimizi tanımadığımız gibi yaşadığımız şehri,
servise beraber bindiğimiz iş arkadaşını tanımıyoruz daha da kötüsü tanımak bile
istemiyoruz. Çünkü tanımak emek istiyor, emek çaba istiyor ve çaba bizi
yoruyor... Yordukça daha da yoruyor ve sadece bizim için yaşıyoruz. Vermek
yerine almayı tercih ediyoruz... Almadan veriyor aslında İstanbul bize.
Dehlizlerine girince de daha da veriyor ve siz de alıyorsunuz içindeki
dinginliğini, karmaşanın içindeki basitliği, sevginin içindeki burukluğu,
yalnızlığın içindeki huzuru.
Bu yazının girişinde biraz İstanbul'un isminin nerelerden geçtiğine bakalım
istedim. Görelim tarih içinde hangi isimleri almış yaşlı dostum, dert ortağım...
Lygos / Byzantion (i.ö. 660) / Antoneinia (Augusta Antonina) (i.s. 2 yy) / Nea
Roma (i.s. 330) / Constantinapolis (Stinpolis, i.s. 334) / Konstantiniye /
Darü'ssaade / Dersaadet / Der'aliye (Dar'üddevleti Aliyye-i Osmaniyye) / Dar'ül
Hilafe (Dar'ül Hilafetül Aliyye-i İslamiyye) / Asitane (Asitane-i Saadet,
Asitane-i Saltanat, Asitane-i Aliyye) / İslambol (İstambol, İstanbul)
Ben bu isimler içinde en çok Asitane ile Dersaadet'i severim...
Neyse geçen yazıda Haliç kıyılarındaki gezimizi Balat'ta bırakmıştık. Biraz da
Ayvansaray'da neler oluyor ona bakalım isterseniz.
* * *
İstanbul Mekanları'na başladığımızda ilk olarak Edirnekapı'daki Kariye
Müzesi'ni anlatmıştım. Haliç ve çevresinde yaptığımız tur, sonunda bizi yine
aynı noktaya getirdi... Kariye Müzesi'ni hemen geçtikten sonra surlar karşınıza
çıkar, surları Haliç'e doğru inen yoldan takip ederseniz birkaç yüz metre sonra
sağınızda Tekfur Sarayı'nı göreceksiniz. Hayatı zevkli hale getiren en
önemli konulardan biri kendini ilk aşamada ele vermemesi ve sırlarını açık
etmemesi diye düşünüyorum. Eğer bir şeyler arıyorsanız mutlaka karşınıza
çıkacaktır, sadece bulmaya değer olduğunuzu ispatlamanız gerekecektir. Tekfur
Sarayı ile olan maceram da böyle başladı diyebilirim.
Kariye Müzesi'ni ilk kez gezdiğim haftanın sonunda bulmuştum sarayı fakat
kendisini tanımam için epey uğraşmam gerekti. Tekfur Sarayı Bizans'ın son dönem
en önemli sarayı olan Blaherna Sarayı'nın bir bölümüdür. Zaten Ayvansaray
ismi de bu sarayla alakalıdır. Anlam olarak Ayvansaray "Saray Bahçesi"
demek... Bizans'ta da Osmanlı'da olduğu gibi dönem içerisinde Sultanahmet
Çevresi'nde olan saray yaşamı çeşitli sebeplerle zaman içerisinde sur
kenarındaki semt olan Ayvansaray'a taşınmış ve buraya Blaherna Sarayı yapılmış.
Saray çevresine de küçük saraylar, ekleme binalar yapılmış. Tekfur Sarayı,
Konstantions Porfigennetos Sarayı, Taç Sarayı ya da Hebdomon olarak da
anılırmış. Saray şu hali ile dışarıdan bakıldığında metruk bir görüntü
çizmektedir. Çatısı tamamen açık, üç katlı taştan bir binadır. Şu an açık hava
müzesi olarak kullanılan bina zaman içerisinde birçok kullanım amacı için ele
alınmıştır. Bina yüksek ve çevresi kapalı olduğu için bir zamanlar Osmanlı'da
saray eğlenceleri için kullanılan fil, zürafa gibi hayvanların kapatıldığı bir
mekan olmuş... Bir ara bir genelev olarak hizmet etmiş... İznik çinilerinin Lale
Devri'nde tekrar canlandırılması için yapılan çalışmanın merkezi olmuş... Robert
College'in kurucusu bir ara koleji burada kurmak istemiş. Sarayın içini görmek
isterseniz sarayın önündeki küçük parkın yanında şu an park yeri olarak
kullanılan boş arsadan biraz cambazlıkla sarayın içine girebilirsiniz, hatta
kulesinin bulunduğu küçük odaya bile girme şansınız var. Baş dönmesi gibi bir
sorunu olanlara tavsiye etmem zira sırtınızı sarayın duvarlarına dayayarak 5-6
metrelik bir mesafeyi katetmek gerekiyor. Bina iç cephesinde iki sütun üzerine
kurulmuş üç katlı alt katta dört, orta katta altı, üst katta ise sekiz penceresi
bulunan bir forma sahiptir. Dış cephesi klasik Bizans mimarisinde görünen
karışık tarz kırmızı tuğla-taş-mermer karışımı bir yapı tarzına sahip olmakla
birlikte pencerelerin çevresinde bulunan kırmızı-beyaz mozaikler açısından
önemli bir değer taşımaktadır... Tekfur Sarayı'nı çok sevdiğim için biraz
uzattım galiba. Her gidişimde bahçesinde bir evim olsa diye düşünür dururum ama
siz yine de giderken dikkatli olun. Akşam saatlerinde giderseniz, kulenin
bulunduğu odadaki bali kutularından görebildiğim kadarıyla tinercilerin akşam
kullandıkları bir mekan olduğu için, tebdirli bulunmakta fayda var.
Tekfur Sarayı'nı gezdikten sonra sadece yönünüzü aşağı doğru yer çekimine
doğru verin yeter zaten, yol sizi Haliç Kıyısı'na doğru götürecektir. Aşağı
inmeden solda İvaz Efendi Camii'ni göreceksiniz. Haliç'in en önemli
camilerinden olan İvaz Efendi Camii'sini Mimar Sinan'ın yaptığı ifade ediliyor
fakat bu konu kesin değil. Caminin özelliği giriş kapılarının yanlarda olması.
Benim için bir başka özelliği de Bizans döneminde suçluların atıldığı Anemas
Zindanı'nın tam üzerinde olmasıdır. Anemas Zindanı'nı eminim herkes
biliyordur ama dillendiremiyordur. Cüneyt Arkın'ın yer altında Bizans'lılarla
savaştığı, tünel türü saray altı mekanları hep Anemas Zindan'ında çekilmiştir.
Anemas Bizans'a hizmet etmiş Arap bir komutanmış… Şu aralar burada da bir
hareketlilik var, İvaz Efendi Camii'nin avlusunda. Zindanın restorasyonu ve
halka açılması söz konusu... Daha önceki dönemde kapıdaki kiliti açtırmak
Filistin-İsrail çekişmesini bitirmekten daha zor bir olaydı. Bakalım açılırsa
tekrar giderim zindanlara... Anlayacağınız Anemas bizim Yedikule gibi bir yer...
İvaz Efendi Camii'nden aşağı devam eden yola inince Topkapı Sarayı'nın
yanındaki Soğukçeşme sokağı kadar şık görünmese de orijinal diyebileceğimiz eski
bir Osmanlı Mahallesi'ne iniyorsunuz. Etrafta bir sürü metruk durumda ahşap ev
bulunuyor. Bu mahallede gezince insan eski İstanbul'u gözlerinin önüne
getirebiliyor… Mahalle arası dedikodularını, evlerin önünde koşuşturan
çocukları, fesli ve tespihli gezen mahalle kabadayılarını, vs…
Mahallenin içine girince sol tarafta surların görüyorsunuz tekrar, bu
girişten girince karşınıza bir türbe ve bir mezarlık geliyor. Etrafı iyi bir
şekilde restore edilmiş türbenin İstanbul kuşatmasında burada gömüldüğüne
inanılan bir sahabenin olduğu rivayet ediliyor. Ama bu mezarların çoğu sonradan
bulunduğu için şüphe ile yaklaşmak gerekiyor.
Ayvansaray eski bir İstanbul semti. Bizans'ın saray semti, Osmanlı'nın Haliç
kıyısında bulunan müslüman yerleşimi… Yenilenen Haliç'le birlikte yüzünü de
değiştirmeye başlıyor Ayvansaray... Belki bir gün hepimizi şaşırtıp tekrar bir
sarayın bahçesi kadar güzelliğe bürünür. Kim bilir ?..
Haftaya birkaç yazı sürecek olan Bizans İstanbul'u serisine başlayacağız…
Saygılarımla,
Zafer Sönmez
e-posta:
zafer.sonmez@lycos.com ,
zafer.sonmez@disbank.com.tr
netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel
yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine
tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya
link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)
|