| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

"Harman köşesinde yayınlanmıştır" 07.05.1996 M.Sinan Oymacı - netyorum.com / Sayı: 64

TEMPO

Bu yazıyı yazmak üzere çalışmaya başladığımda, araya yaklaşık onbeş günlük bir tatil süreci girince, yazacak ne kadar çok şey biriktiğini farkettim. Biriken konuları, yer elverdiği ölçüde, yavaş yavaş size aktarmaya çalışacağım. En çok birikenler, kitap, film ve müzik haberleri. Ancak, bunların hepsini bir defada anlatsam, sayfa, sanat köşesine dönecek. Bu durumda, iki üç hafta boyunca, elimde biriken haberleri geçeceğim.

Uzun bir tatil döneminden çıkarak, yeniden günlük yaşama döndük. Tatilden sonra, eski temponuzu, ne kadar sürede yakalıyorsunuz?

Tempo dediğimizde, uyumdan da söz etmek gerekiyor. Kürekçileri düşünelim. Tek kayık içerisinde, kürek çeken sporcular. Aynı tempoyu sağlamak ve uyumlu olmak zorundalar. Tempoyu ne kadar arttırırlarsa, uyum içerisinde ne kadar uzun süre kürek çekerlerse, o kadar başarılı oluyorlar.

Aynı şekilde, iş yaşamında da, ekip çalışması ve ekibin uyumlu olması, son derece önemli. Uygun tempoyu yakalayıp, çalışmaya devam etmek gerekiyor.

Başlangıçta ivmeyi kazanana kadar, çok çaba sarfetmek zorunda, firmalar. Ancak daha sonra uygun tempoyu yakalayıp, gerekli uyumu sağladığınızda, suyun üzerinde kayarcasına yoluna devam eden, kürekçilere benzeyebilirsiniz.

Tempo arasıra düşse de, durmak yerine, önceki ivme ile, yolunuza bir süre daha devam edebiliyorsunuz. Bu esnada, heyecanı yitirmemek, paniğe kapılmamak gerekli. Aynı tempoyu tekrar yakalayıp, daha hızla ileriye gidenler kazanıyor.

Baştaki ivmenin yeterli olduğunu sananlar, bir süre sonra, yavaşlayarak duruyorlar ve yarış dışı kalıyorlar.

Buna bir istisna getiren organizasyon, "maraton". Gerçi, maraton'da da, birinci olmak için mücadele edenler var. Ancak, TBD'nin düzenlediği, Bilgi İşlem Merkezi Yöneticileri Semineri'nde aktardığım konuşmada, belirttiğim bir anektod var.

Charles Handy'nin "Inside Organizations" isimli kitabında, ilgimi çeken bir kısıma göre; "Yaşamımızda yaptığımız işleri, maraton'a mı benzetmeliyiz, bir at yarışı'na mı?"
Handy, başlama çizgisine ulaşmanın bile on dakika sürdüğü, yirmi bin kişinin katıldığı, Londra Maratonu'nda gördüğü bir atlet'e sorar; "Sadece bir kişinin kazanabileceği bu yarışa katılmak neden?"

Atlet cevap verir; "Bir noktayı gözden kaçırıyorsun. Bu bir at yarışı değil. Yarışı kazanmaya değil, bitirmeye çalışıyor ve kendimizle yarışıyoruz. Maratonu bitiren herkes yarışı kazanmış sayılır."

Bunu düşündüğünüzde, gerçekten, maratonda önemli olan nefesi iyi kullanmak, taktik bir savaş uygulamak gerekli. İlk 38 kilometreyi önde götürüp, sonra da yarışı tamamlayamıyorsanız, baştaki birinciliğiniz, ne işe yarar?

* * * * *

Bir yazıda, üç film birden özetlemeye çalışacağım.

İlki, Van Damme'ın hem yönettiği, hem de, başrollerinden birini oynadığı, "The Quest - Özgürlük Savaşı". Van Damme filmlerine meraklı olanlar izleyebilir. Onun dışında, pek fazla birşey vermiyor. Filmde yer alan bir Türk'ün ne kadar Türk'e benzediğine karar vermek için belki seyredebilirsiniz.

İkinci filmimiz, bence, sezonun en iyi filmlerinden birisi olan, "Sense and Sensibility - Aşk ve Yaşam". Ang Lee'nin yönettiği filmde, başrollerden birisini paylaşan, Emma Thompson, olağanüstü bir performans sergiliyor. Kalplerde kopan fırtınalar, yaşamın inişleri, çıkışları, hayaller ve gerçekler, son derece akıcı bir üslup ve muzip bir şekilde aktarılıyor.

Seyredemeyenlerin çok şey yitireceğinden eminim. Kendinize biraz zaman ayrın ve bu filmi bir şekilde izlemeye çalışın.

Üçüncü filmimiz ise, "Strange Days - Tuhaf Günler". Bir hanım yönetmen, Kathryn Bigelow'dan geliyor. Günlerden 31 Aralık 1999. 2000 senesinin yılbaşının neler getireceğini öğrenebilirsiniz.

Eskiden, 1950'li, 60'lı senelerde, 2000 senesi uzakta bir dönem olarak değerlendirilir ve o dönemin yaşamı üzerine filmler çevrilir, fantaziler üretilirdi. Son yıllarda, 2030-2040 üzerine filmler çevrilmeye başlanmıştı.

Bu film ise, 3 yıl sonrası üzerine tahminlerde bulunuyor. Gerçekten kısa bir süre. Başka kişilerin yaşamlarından kesitleri, kasete alındıktan sonra, gerçekten sizmişsiniz gibi yaşamak, nasıl bir duygu. Filmdeki 2000 senesi yaşam biçimine katılıyor musunuz? Bu soruların cevabını bulmak için seyredebilirsiniz. Bana sorarsanız; filmin sonunu daha ürkütücü bitirebilirlerdi.

Unutmadan ekleyeyim. Bu filmde de, bir sahnede, Türkiye'den bahsediliyor.

* * * * *

Bu hafta fazladan bir söz yazmadım. Yukarıda bahsettiğim anektodu, bu paragrafta yazdığımı düşünebilirsiniz.

M.Sinan Oymacı
TRIO Çözüm Evi Bilişim Hizmetleri A.Ş.
elektronik posta: sinanoym@triosh.com


Yorum Ekle Yorumları Listele
64. Sayı önceki yazı 64. Sayı sonraki yazı
Geçmiş Zaman Olur ki Önceki Yazı Geçmiş Zaman Olur ki Sonraki Yazı
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye