|
06.05.2005 Tülay Çellek - netyorum.com / Sayı: 163
İSTANBUL'DA KÜLTÜRÜ YAŞAMAK
Tasarlayarak, Tasarlananlarla Yaşamak
Salona oturur oturmaz, karşımda ilk gördüğüm tasarımın adı DNA merdiveniydi.
Gerçekten de bakar bakmaz DNA sarmalını çağrıştırıyordu, hayır ta kendisiydi.
İngiliz tasarımcı Sayın Ross LOVEGROVE, "21.Yüzyılı Tasarlamak" konulu sunumunda
DNA dan esinlenerek yaptığı merdiveni gösterdi. Ama dedi ki, "Bunu bana yaptıran
DNA değil, düşlerimdi…”
Fakülteye gelir gelmez hem derslerimde söyledim, hem de öğrencilerimizle
oluşturduğumuz gruba hemen şunları yazdım: “Evet herkes, görür ve bilir ama
ancak düşleri olan yaratır ve tasarımlar. Bu bilim, sanat ve yaşamın her
alanıdır... Şimdi "yaratıcılık" sınavında neden, "düşlerinizi anlatın" dediğimi
bir kere daha anladınız sanırım...Ütopyanız yoksa siz de yoksunuz demektir.
Yaratmak için bilgi, görgü ama ille de hayaller, düşler... Dün Eczacıbaşı’nın
organizesini yaptığı "Yaratıcı ve Yenilikçi Buluşmalar" sempozyumuna gitmiştim.
Ve sizinle paylaşmadan edemedim...”
Gördüğünden, bildiğinden değil, öncelikle düşlerinden hareket etmek… Düşleriniz
güçlüyse, size ilham verenlerden hareketle yaratır, tasarımlarsınız. Ve farklı
kültürlerden beslenmek. Merak etmek. Küçükken çaydanlığın içinde neler oluyoru
merak eden Sayın Ross L. şeffaf çaydanlık tasarımlıyor. Üründe dışardan, içerde
olup biteni görmek için. Böylece saydam malzemeyi tercih ediyor. Termos tasarımı
böyle gerçekleştiriliyor. “İçerde kaynamaya şahit oluyorsunuz. Şeffaflık -
yenilik kavramı size çok şey katıyor. Geri dönüşümü alıyorsunuz.” Çıkış noktası
“hafiflik”. Tüm tasarımlarında bunu hep görüyor, hissediyorsunuz. En ilgimi
çeken bir tasarımı da su şişesiydi. Soruyu yanıtlamanın ötesinde, sormak da çok
önemlidir. “Su en iyi nerede saklanmaya yaraşır - yakışır?” Diye kendine sormuş.
Yanıtı, “bulut” olmuş. Burada gözlem ve sunumu önemli. Nitekim tasarladığı bulut
şeklindeki su şişesini hem çocuklar, hem büyükler hem de romatizmadan rahatsız
olup kuvvet kaybeden, pek kavrayamayan eller de tutabilsin diye bildiğimiz şişe
tasarımından faklı tasarımda gerçekleştirmiş. Su şişesinin görünümüne - dışına
hareket verilmiş.
Yaratıcılık neden doğar? Başta ihtiyaçtan. Bay Ross soruyor,”Neden pet şişeye
gereksinmemiz var? Önce musluktan içerdik. Şimdi şişeden içiyoruz. İlkin suyun
anlamı önemli. Pet şişenin tasarımından evvel bunu düşünmek lazım. Şişelere göre
bulutlar suyu daha iyi taşıyor. Dünya da su çok. Ama taze olanı azaldı. İnsanlar
suyu içerken suyun öneminin farkına varsınlar. Tasarım böyle başlar. Şişedeki
giriş çıkışlar; suyun anlamına hayat vermektir. Herkese hitap etmektir. Seri
bireyselliktir. Ürünün kullanımı doğrultusunda farklılaşmasını sağlamak.
Tasarımda da, yumurta pişirmedeki gibi çeşitlilik var. Katı pişirmek, rafadan
pişirmek gibi. Bir şeylerden çıkış, üretme, değiştirme ve yol alma.”
Farklılığın farkında olmak, değişim rüzgarlarıyla yaşamak. Beynimizin,
kişiliğimizin ayırtında yaşamak. Öğrencilerime bakıyorum. Çok zeki ve
yetenekliler. Ama bunları kullanmak akıllarına gelmiyor. Çünkü öyle bir sistemde
yetiştirilmişler. Geçen sene bir öğrencim yalvarıyordu, “siz fikir verin, ben ne
isterseniz yapacağım.” Diye. Fikir vermedim. Önce zorlandı, sonra çok güzel
fikirler bulup uyguladı. Eksiklik burada. Yapamamakta değil, yapmamakta. Yanlış
alışkanlıklar kazandırılmasında. “Endüstriyel tasarımda beklenmedik bir şeyler
yaratmak” diyen Bay Ross, köşeli şeyleri sevmediğini, yuvarlak hatlardan
hoşlandığını söyledi. Öğrencilerime de bu konular üzerinde çok dururum.
“Herkesin bir özelliği olmalı. Sevdikleri, sevmedikleri, hoşlandıkları vs. ve
öncelikle bu konularda mücadele etmeleri gerektiği”ni söylerim. “Teknolojiyi bir
alandan, diğer alana geçirmek.” (R.L.) Yine öğrencilerime diyorum ki; “bu derste
öğrendikleriniz, alımladıklarınız Grafik Tasarım - Grafik Atölye konuları ile
sınırlı değil - olmamalı, bu derste edindiklerinizi alanlarınıza, diğer
derslerinize ve yaşamınıza aktarmanız - transfer etmeniz gerekir.”
“Çağdaş mimariye, çağdaş mobilya olmalı… Minimum sayıda bileşkeden, maksimum
sayıda obje elde ediyorsunuz… Birbirine giren, çıkartılan karolar – objeler -
formlar…” (R.L.)
Bir konuda tutkulu olmalı ve mücadele verilmeli. Bay Ross plastik yüzey sistemi
konusunda böyle bir mücadeleyi veriyor: “Ahşap vb. malzeme gibi dayanıklı
değildir, ağırlığı kaldırmaz,” diyenlere. Uygulamaya girilince, 4 katı
dayanıklılık olduğu görülüyor, istenilen yerlere masa, sandalye vs.
yerleştirildikten sonra… Bu arada bal peteği sistemi her yerde geçerli. Bunu
bizim bilim adamlarımızdan ve mimarlarımızdan da çok duyarım. Doğa harika bir
örnek, almasını bilene.
“Nerede olmak istiyorsun? Sahilde olmak istiyorum, Gri renkli ofis istiyorum. Ya
da sarı veya mavi…” ( R.L ) İAGSL deki odama ilk girdiğimde koyu griydi. Gri,
koyu olunca sevmem. Nitekim sonra beyaza boyattım. Tabii altı gri olduğundan tam
beyaz olamadı. Ama bir şey yaptı. Odayı ferahlattı. Her gelen bunu söyledi.
Renklerin insan üzerindeki psikolojisi çok önemli. Yeni bir heyecan yaratıyor.
Yeri daraltıyor ya da genişletiyor.
“Kemik yapıları… Bakın, nasıl değiştirebiliriz?” Diye soruyor Bay Ross ve
yanıtlıyor, “protein ve şekerden oluşmuş. Büyüme sistemiyle oluşmuş organik bir
şey. Kemik yapımı bu. Buna bakıp tasarımlar yapmak…” ”Kendimizi doğaya daha
yakın hale getirebilecek miyiz? Yusufçuk böceklerini, zar kanatlarını,
yıldızları görebiliyoruz...” Bunlara bakarak neler tasarımlanmaz? Ve ne şiirler
yazılmaz…
“Toksinler, su eksikliği… Bunlar kırılgan ediyor bizi ve bu bizi yeniyi yapmaya
yönlendiriyor. Her ne kadar bu olumsuzluklara biz insanlar sebep olsak da…” (
R.L. )
Pratik, yer kaplamayan, dolu dolu - tıklım tıklım olmayan, sade ve çok amaçlı
şeyleri severim. Kare şeklinde bir tabla gösterdi. Ortasında dört nokta var.
Daha sonra o noktalardan masanın bacakları çıkıyor. Aynı tabla iki tane oldu.
Biraz sonra birbirine yapışık tablalar açılıp bank haline geldi. Her şeyde
ekonomik ve sade davranmak gerektiği, derslerimde sık sık öğrencilerime
söylediklerimdendir.
İlginç dijital fotoğraf makine tasarımları da var. Gördüklerimizin dışında bir
forma sahip. “Bilgisayarın köpük ama dayanıklı olan ambalajı çocuklara sandalye
olmalı atılmak yerine,” diyor. O arada mimar olan çok yetenekli ve ilgili bir
öğrencimin tasarımı geldi aklıma. Sokaklar için taşınır büfe yapmış. Aynı anda
ilginç bir şekilde oturulan yerleri de var. Bu hoşuma gitmişti. Ama, “oturulan
yerlerin altındaki boşluğu da depo mu yaptın?” Diye sorduğumda, “düşünmedim,
daha doğrusu bir kapı tasarlamadım,” demişti. Daha önce birkaç İtalyan
tasarımcıyı dinlemiştim. Tasarımlarındaki her yerin bir işlevi vardı. Ve tabii
sunum çok estetikseldi. Tasarımların estetik olması kadar işlevsel olması da
önemli olduğundan Sayın Ross. L., “büyük parçalar yapmak yerine küçük
bileşkenler hazırlayıp, tekrarlamak daha pratik,” diyor. Ve her şeye - tasarıma
çıkışı insandan, doğadan. “Yenilikçi olmak, rahatsız olmak, rahatsız etmek…”
Küresel tasarımcı, yani her şeye hitap eden tasarımlar yapmak.” Ve bir anımsama;
Çehov, “tiyatronun ilk sahnesinde duvara asılan tüfek son sahnesine kadar
kullanılmazsa oraya asılmamalıdır” der.
Değişim dalgasıyla yaşamak, önünüze her sunulanı kabul etmemek; önermeleri,
yaratmaları beraberinde getiriyor. Öğrencilerime gösterdiğim saydamlardaki
tasarımları, “eleştirir misiniz yerine, siz olsaydınız ne - nasıl yapardınız?”
Diye soruyorum.
Tasarımlamak düş kadar bilgi ve gözlem de istiyor. “İnsanın fetüs haline gelip
uyuması kendisini emniyette hissettirir. Bu bilgi - gözlem tasarımın buna göre
yapılmasına neden oluyor. En çok ilgimi çeken tasarımlardan biri de koltuklardı.
Çünkü koltuğa bitişik olarak yapılan masa türü bir tasarımda içecek yeri, kitap
yeri ayrılmış. İçtiğiniz döküldüğünde kitabınızı, notlarınızı ıslatmıyor. Koltuk
aynı anda yatak haline gelebiliyor. Ve kullanılan ışık TV ışığı. “İnsanlar TV
karşısında uyurlar.“ Diyor. Bir alanda, görülen diğer yerde nasıl kullanılır?
Buna yanıt yaratıcılığı beraberinde getiriyor. Koltuk, kabinli de olabiliyor.
Arkası dolap olarak kullanılıyor. Çevresi yükseltilebiliyor. İstediğinizde
diğerlerinden ayrılabiliyorsunuz. Değişkenlik…
“Rakiplerinize ileriyi düşündüğünüzü gösterebilmek.” İlginç tasarımlarından biri
de tek kişilik arabaydı. Ama esas ilginç olan yanı havaya park edilmesiydi.
Çünkü kara - toprak insanlar içindi. Üstelik bir de lamba oluyordu. Aynı şeyden
iki ayrı kullanım; araba ve ışık. Resimlerde, çizimlerde, tasarımlarda en çok
tuttuğum - hoşuma giden şeydir. Hem el, hem kuş. Balıktan kuşa geçiş vs. gibi…
Bay Ross, “Hayatın temeli su” dedi, konuşmasının başında. Rüya peşinde koşmaktan
bahsetti. Güneşle çalışan şapka tasarımından söz etti. Yeni, ileri teknoloji
ürünü, hafif malzemeleri tercih ettiğini sürekli yineledi.
“Küçükken yaratıcılık sözcüğünü - konusunu duymadım. İçgüdülerle bu güne geldim
ve dünya tasarımcısı oldum” dedi. Aynı şeyi derslerimde yaşıyorum. “Ben bu güne
kadar böyle bir şey duymadım, yaşadım” diyen öğrencilerime olanak tanıdıkça
inanılmaz fikirler ürettikleri gördüm. Atölyede öyle bir an geliyor ki fikirler,
daha önce ilişkilendirilmemiş şeyler havada uçuşa geçiyor adeta. Bunlar ezber
eğitimden gelen gençler ve hakikaten böyle bir uygulama yaşamamışlar. Tam tersi
köreltilmişler. Ama ışığı gösterdiğinizde coşuyorlar. Her şeye karşın
içlerindeki potansiyel yok edilememiş. Küllerle örtülü sadece. Biraz
silkelediniz mi, altındaki kor ortaya çıkıp alev alıyor adeta. Hani bizde
“öğrenmenin yaşı yoktur” derler. Sevdiğim ve yaşamıma uyguladığım bir söz. Bu
yaştan sonra bilgisayarı öğrenip dünyamın değişmesi gibi.
“Rüyadan gerçekliğe uzanan yol.” Hayatınız kolaylaşsın, kalite katılsın” diyor
Bay Ross.
Aynı sempozyumda “Tasarım; marka ile müşteri arası köprüdür.” Dendi. (Sayın Jop
TİMMERS) Ve tabii gösterilen tüm tasarımlar gereksinmelere dayalı. Yaşlı bir
insana, hastaya ya da daha rahat etmeye yönelik çalışmalar sergilendi, İngiliz,
Fransız, Japon tasarımcı - sunumcular tarafından. Ekonomik olması, çevrenin
düşünülmesi, fonksiyonel olması. Söylemin olması, duygusal boyutun bulunması.
Tasarımın özünde insanın yer alması. Ve ayakta kalabilmenin en önemli boyutun,
tasarım olması vurgulandı.
Gözleri iyi görmeyen ve hafızası zayıflayanlara resimli cep telefonu
tasarımından bahsedildi. Hastalanırsanız içinde acil servisi de var.
Sonuç olarak tasarım hayatımızın tümüne girmiş, girmeli de. İyi önce, güzel
sonra olmamalı. İkisi aynı anda yaşama geçirilmeli.
“Tasarım, yaşama anlam katmak için gereklidir.” “Bir yerin sesi olmak.” “Ses
yaratmak”. “Kültür faktörünü sunmak - tasarıma sokmak.” “Her şeyi
farklılaştırmak.” “Önce cesur olmak.” “Eğlenceli olmak.” Sunumdan çıkartılanlar
bunlardı…
Mimari tasarımda yeşilin yapıya girmesi ön planda sunuldu. Her binanın iyi bir
damara, omurgaya gereksinmesi olduğu vurgulandı.
Mutfak tasarımlarından bahseden Sayın Gerd BULTHAUP, işi babasından
devraldığında bir tasarımcı dostu, yemek yapmayı bilmiyorsan bu işe girmemesini
söylemiş. Diyor ki, “gerçekten yemek yapmayı öğrendikten sonra mutfağa ve
mutfakta bulunan her şeye başka bakmaya başladım. Mutfak salt yemek yenen yer
midir? Hayır oturulan, sohbet edilen ve tüm aile bireylerinin bir araya geldiği
yerdir. O zaman tasarımlar buna göre yapılmalıdır, mutfak yaşanan bir yerdir.
Burada kültürü de unutmamak gerekir. Ayrıca kalite korkusuzluk yaratır .” Yıllar
önce Sayın Prof. Dr. Mustafa ASLIER anlatmıştı. Almanya’da okurken çok tanınmış
bir derginin matbaasında stajyerlik yapmış. Bir gencin sırtında kağıt
rulolarıyla durmadan sağa sola koşturduğunu görürmüş. Merak etmiş sormuş, “bu
genç kimdir,” diye. Yanıt, “derginin - matbaanın sahibinin oğlu. Burada işe
girdi. Ve tabii en alttan başladı. Bizde olsaydı nereden başlardı?
Sayın Junichi Tani geleneklerine uygun banyo tasarımlarını anlattı. “Japonlar
çok çalışkandır. Banyo onlar için dinlenme yeridir.” Dedi. Bu anlayışa göre
yapılan tasarımları izledik. “Güzellik, stil, teknoloji.” ”Her yaşa hitap
etmek.” “En yeni yaratı peşinde koşmak.” Boya göre inen çıkan mutfak lavobası
gösterildi… Öncelik, çevreyle dost olmaya verilmiş. Temizlik kadar sağlık da
düşünülmüş tasarımlarda.
Sayın J. Baur’da, “başarılı olmak için özgün olmak lazım, kopya yapmak
kaybetmektir.” Dedi.
Tabii konuşulanlar ve gösterilenler daha fazlaydı. Avuç içi bilgisayar… “Son
damla şişesi” vs.
Türkler panel yöneticisiydi ve bir Türk mimar da ( Sayın M. TABANLIOĞLU ) sunum
yaptı.
Çalışmak ama, salt bedenle değil, beyinle, yürekle… Ancak bu bizi yarınlara
taşır, özgürce…
Öğr. Gör. Tülay Çellek - 8.1.2005 / İstanbul
YTÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi Sanat bölümü
Öğretim Görevlisi
e-posta:
tcellek@yildiz.edu.tr
http://www.amatorceedebiyat.com/tulay/
netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel
yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine
tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya
link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)
|