| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

06.04.2005 Prof. Dr. İbrahim Ortaş - netyorum.com / Sayı: 162

ORTA ÖĞRETİMDEN ÜNİVERSİTEYE TAŞINAN EĞİTİM VE ÖĞRETİM SORUNLARI

Sınav yorgunu tükenmişlik

Yeni öğretim döneminin yaklaşması ile birlikte bir taraftan yeni YÖK yasası, diğer taraftan ilk ve orta öğretim okullarına alınacak öğrencilerin sorunları, paralı eğitim, devlet okulları ve özel okullar derken üniversite sınavlarını yeni kazanan öğrencilerin kayıtları ile birlikte ortaöğretimden üniversiteye taşınan eğitim sorunları yeniden gündeme gelmeye başladı. Üniversite sınavını kazanmak için ezberci bir yapı içerisinde yarışıp eşdaşlarını geçip %10'luk bir sıraya girmeyi becererek kayda gelen gençlerin gözlerindeki pırıltı ve gelecek beklentisi bizleri yeniden umutlandırmakla beraber üniversitelilik bilinci ve gerçek anlamda üniversite eğitimi ve öğretimi konusundaki kaygılarımızı yeniden hatırlatmış oldu. Uzun zamandır üniversite öğretim üyeleri olarak liseden üniversiteye gelen öğrencilerin performansından memnun olunmadığı sık sık konuşulmaktadır.

Bu konudaki temel görüş; Milli Eğitim okullarından ve özel okullardan gelen öğrencilerin yeterince tam bilgilerle donatılmamış, çağın gereklerini ve değişimlerini kavramakta yetersiz, hobileri olmayan, geleceğini nasıl belirlemek istediği konusunda yetersiz olan, yabancı dil eksikliği ve kendini ifade etme yetersizliği olan kişiler olduğu yönündedir. Bütün öğrenimleri boyunca ezbere ve test sınavlarına hazırlandıkları için herhangi bir konuyu kâğıda dökerek ifade etmekte çok zorlandıkları görülmektedir. Öğrenciler sınav yorgunu ve motivasyonları tükenmiş durumdadırlar.

Sorumlu sadece öğrenci mi?

Üniversiteler yukarıda beklenilen ölçüde yetişmiş beyin gücü yetiştirebiliyor mu? Cevap hayır. Burada sorulan soru üniversite seçme sınavı üniversitelerin aradığı öğrenci tipini seçebiliyor mu? Bugün bu sorunun cevabı net değil. Devlet üniversitelerinin içinden geçtiği sıkıntılı durum ortada. Bunca zorluğa rağmen, bazı üniversitelerin ilkelilik gösterip batılı anlamda eğitim vermeye çalışsalar da belirli bir bilim felsefeleri ve politikaları olmadığı için sonuç alınamamaktadır. Özel üniversiteler Koç, Sabancı, Bilgi, Kadir Has, Bilkent ve diğer vakıf üniversiteleri kendi içlerinde işletme ciddiyetleri ile kendi özel okullarını kurarak istedikleri adam tipini yetiştirmeyi hedeflemektedirler. Geride kalanların çoğu üniversite ile ileri lise arasında sıkışıp kalmış durumdalar. Öğrenci, veli ve eğitmen ne yapacağını bilmiyor. Üniversiteye giremeyen, üniversiteyi bitirip de işsiz kalan ve bunalıma sürüklenen gençlik ordusu hepimizin malumu. Ciddi boyutlarda bir eğitim ve öğretim sorunu ülke gündemini işgal etmektedir.

Yapılan yanlışlardan biri de sorunun doğrudan öğrenciye yüklenmesi ve sorumlu kişi olarak yalnızca öğrencinin algılanmasıdır. Olayın bilincinde olanlar sorunun bir sistem sorunu olduğunu söylemekte ve çözüm yolları da önerebilmektedirler. Belki de üniversitelerin bu bağlamda her yıl Milli Eğitim Bakanlığına gelen öğrencilerin performansları ile ilgili bilgi sunması gerekir.

Milli Eğitim okulları üniversitelerin aradığı küreselleşen dünya ölçeğinde yabancı dil bilen, kendini ifade edebilen, lider özellikli, yaratıcılığı kazanmış, kendini yönetebilen ve güzel sanatlar konusunda gelişkin bir bilgisi olan insan tipini eğitebiliyor mu? Cevap hayır. Peki, bu ülke gelecekte yetişmiş insan kaynaklarını, bilim adamını, politikacısını, yöneticilerini ve diğerlerini nerede bulacak?

Genç Cumhuriyetin öncüsü Mustafa Kemal tarafından o yokluk yıllarında mutlu bir toplum yaratma amacıyla Milli Eğitime büyük önem verilmişti. Türk eğitim tarihine bakıldığında Cumhuriyetin eğitim projesinin bu dönemde şahlandığı ancak çok kısa sürede önünün kesildiği görülmektedir. Bir dönem 1940'lı yıllarda başta Köy Enstitüleri olmak üzere Türk eğitimi-öğretim modeli Dünyaya UNESCO tarafından örnek olarak gösterilmeye çalışılırken bir anda bizim eğitim sistemimiz zayıflatıldı ve bugün içinden çıkılamaz duruma getirildi. Ne oldu da kim bu ülkenin yurttaşlarının üst düzeyde eğitilmelerini istemedi? Hiç sorgulandı mı? Bugün hızla artan ve bir sektör haline gelen dershanecilik, özel okullar, özel kurslar nereden çıktı? Bunların başarılarını geçmişin eğitim modelleri ile karşılaştırıp eğer bir yanlış var ise bunu sorgulamak gerekmez mi?
Bütün bu gelişmelerin sonucunda ülkemiz insani kalkınmışlık yönünden dünyada son sıraları almaktadır. Yine merkezi Paris'te bulunan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı'nın (OECD), üye ülkelerin vatandaşlarının ortaöğrenim başarısını ele alan araştırmasına göre Türkiye'nin yüzde 30'luk başarıyla 30 üye ülke arasında 29. sırada bulunduğunu ortaya koymuştur.

Milli Eğitiminin amacı topluma yaratıcı, girişimci, kendine güveni olan ve kendini yönetebilen insanlar sağlamaktır. Bunun için insan kaynakları konusunda olası temel konuların başında 1. Sorumluluk sahibi ve sağlıklı kararlar verebilen kişiler yetiştirmek, 2. İyi yabancı dil bilgisi, 3. Teknoloji kullanımına hazır olmak, 4. Güzel sanatlar özellikle de müzik ve resim, iş eğitimi konusunda eğitime önem vermektir. Bugün acaba bu beklentinin neresindeyiz? Bu bağlamda üniversite çalışanları olarak liseden gelen öğrencilerin performanslarını sorgulamakta haksız mıyız?

Okullara devlet ve kamu sahip çıkamıyor mu?

Yaklaşık 18 milyon öğrencisi olan genç nüfuslu ülkemiz maalesef geldiği noktada eğitim ve öğretimini devlet eli ile yürütmekte zorlanmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı devlet okullarının şimdiki hali gerçekten içler acısıdır. Hepimizin gözlemleri sonucu oluşan olgu her kim iktidara gelirse gelsin ilk yaptığı iş hemen Milli Eğitimdeki yöneticileri değiştirmektir. Neredeyse ilköğretim okullarının yaz boz tahtasına dönen yönetici değişimi Türk Milli Eğitim sisteminin bugün içine sürüklendiği duruma yol açmıştır. Okul yöneticiler; maddi yetersizlik ve ilgisizlikten şikâyetçi. Bir çok okul müdürü velilerin desteği ve bağışlarla ayakta durduklarını belirtmektedirler. Vatandaşlar eğitim kurumları adına alınan ek vergiler, katkı payları ve bağışları seve seve vermektedirler. Ancak yine de istenilen seviyede hizmet alınmadığından şikâyetçidirler. Eğitim gönüllüleri ve hayırseverlerde daha ne kadar okul yaptırmaları beklenmelidir.

Okulların hemen hemen tamamına yakınında gri bir renk tonu içerisinde insanın içini karartan bir yapı hâkim. Okulun bahçesinde çoğu yerde yeşillik adına bir tek bitki yok. Müdürün odasının dışında okul koridorlarında bir tek salon bitkisi bulamazsınız. Okulların tuvaletleri ve sıhhî koşulları son derece kötü. Kışın ısıtma başlı başına bir sorun. Bazı okulların suları akmıyor, temizlik yapacak elaman bulamıyorlar. Bu sorunları Milli Eğitim Bakanı da kabul etmektedir. Öğrencilerin sosyal ve bedensel açıdan geliştirecek hiç bir fiziki durum yok. Okul yöneticileri zorunlu olarak her yıl öğrencilerden bağış adı altında kayıt parası almaktadırlar. Ayrıca bazı sınıfların mevcudu 60 öğrenciye dayanmakta olup pedagojik olarak dünyanın hiçbir ülkesinde bu denli kalabalık sınıfları görmek mümkün değildir. Ki bu ikili öğretim yapılmasına rağmen böyle olmaktadır. Bu denli genç nüfusu olan ve halen nüfus artış hızı yüksek olan bir ülkede yöneticilerin uzun süreli stratejiler ile bugünleri görebilmeliydiler. Maalesef her iktidar kendisine oy getirecek alanlara yatırım yapmaktan eğitimin uzun süreli sorunlarına zaman ayırmadıkları gibi gündemlerine de almamışlardır.

Öğretmenlerin %87'si aldığı maaşla geçinemiyor, kimi geçinemediği için ek iş yapmak zorunda ve bütün bunların sonucunda öğretmenler kendini geliştirememekte %60'dan fazlası günlük bir gazete bile alamıyor. Bu durum doğrudan öğrenciye her yönü ile yansımaktadır.

Özel de çare değil: Doğal çeşitlilik ve etkileşim kayboluyor

Özel okullara gelince, eğitimin niteliği, öğrenci disiplini konusundaki zaaflar yanında, öğrencilerin kapasitelerine göre sınıflara ayrılarak doğal çeşitliliğin birbirinden etkilenmesinin yolunu kesmeleri en çok eleştiri alan konuların başında gelmektedir.

Eğer gelecekte dünyada söz sahibi olmak istiyorsak, güçlü olmak zorundayız. Artık çağımızda güç silahta değil üniversitelerin yetiştirdiği çağcıl beyin ordusunun gücünden geçtiği gerçeği ile en büyük seferberliği eğitimde ve bilimde başlatmamız gerekir. Bu anlamda ilk ve orta eğitim-öğretim sistemi ve bununla bağlantılı olarak üniversite eğitimi-öğretim çağcıl olarak geleceğin beyin ordularını yetiştirmek üzere yeniden düzenlenmelidir. Bu düzenleme Türk Milli Eğitim politikasının bir bütün olarak okul öncesinden üniversite sonrasına kadarki süreci çağcıl olarak ele alınmasını hedeflemelidir.

Prof. Dr. İbrahim Ortaş
Çukurova Üniversitesi
e-posta: asportas@mail.cu.edu.tr


netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)


Yorum Ekle Yorumları Listele
162. Sayı önceki yazı 162. Sayı sonraki yazı
Yazarın Önceki Yazısı Yazarın Sonraki Yazısı
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye