|
30.10.2003 Tülay Çellek - netyorum.com / Sayı: 147
ANKARA COŞKUSU
Ankara’ya gidemeyecektim. Çünkü soğuk algınlığı geçiriyor ve antibiyotik
kullanıyordum. Ama gidememek bende öylesine gerginlik yarattı ki başım da
ağrımaya başladı. Ve dedim ki, “İstanbul’da kalıp her gün vicdan azabından
ölmektense, Ankara’da bu uğurda bir kere ölmek iyidir.”
Sekreter hanımın hareket saatini yanlış söylemesi nedeniyle erken gelmeme karşın
treni kaçırdım. On buçuk treni demişlerdi. Gittiğimde, on treni oradaydı ama bir
gariplik vardı. Bizden kimse yoktu. Tabii bana verilen saate göre hareket
ettiğimden etrafı dolaştım, bizimkileri bulmak için. Nihayet telefonla
ulaştığımda ise trenin İstanbul’dan çıkmak üzere olduğunu öğrendim. Nasıl
üzüldüm. Kendimi o kadar çok hazırlamıştım ki. Bir ara yaslanmak için duvar arar
oldum. Çünkü dizlerim tutmuyordu adeta. Bu arada telefonla konuşurken sesim
hüzünden titremeye başlamıştı. Telefonda üzülmememi, çözüm bulacaklarını
söylediler. Meğer araba da varmış. Yaşam başlamıştı işte o an. Tanımadığım ama
benim gibi düşünen binlerce insanın içinde yürüyecek, bu güzelim insanlar benim
dostum diyecektim. Ve moral bulacaktım.
Araba beni almak için uğradığında garajlarına hala yüzüm kıpkırmızı ve oluk gibi
ter akıyordu. Çünkü onu da kaçırırım korkusuyla o kadar koşmuştum ki. Nihayet
arabaya binince kendimi emniyette hissetmeye başladım. Hayal kırıklığım
geçmişti. Kendimi hazırladığım güzelliğin, Ankara buluşmasının içinde
bulacaktım. Yabancı bir film adı gibiydi yaşadıklarım. Yalnız bayanın adını
unuttum. Bir isim uydurayım. “Tina Son Treni Kaçırmadı”, diyordu. Ben treni
kaçırmıştım ama çok güzel bir ortama da düşmüştüm. Otobüste öğrenciler vardı ve
neşe doluydu. Gençlik ne güzel şey. Sabaha kadar şarkılar, türküler söylediler.
Hatta “yerim dar, oynayamam” demeden otobüsün dar koridorunda halay bile
çektiler. Daha Ankara’da binleri görmeden mutluluk dolmuştu içim. Ata’ya böyle
gitmek o kadar güzel, öylesine duygu doluydu ki. Gençliğin coşkusu içimi
sarmıştı. Sabahın erken saatlerinde yeşillik bir alanda kahvaltılar yapıldı.
Alana geldiğimizde ise çok kişi yerini almıştı bile. Tabii ben organizasyonun
çok güzel olmasına karşın, topluma katılmak için yapılan yürüyüşte geç
kalmıştım. Köprü üzerinde bir polis birilerine telsizle, “parça parça
geliyorlar” diye bilgi veriyordu. Unutmamak gerekir ki “Damlaya damlaya göl
oluyor”. Ve parçalar birleştiğinde bütünlükten kuvvet doğuyor. Toplanılan
meydana gelindiğinde Yıldız’ı kaybetmiştim. Ama gözlerim her tarafta, rengarenk
giysilerde, gençlerde, olgunlarda, çocuklarda. Nihayet duvara çıkmış çekim yapan
birini görünce “Yıldız Teknik Üniversitesini arıyorum, kameranızdan görüyor
musunuz? ” Dedim. Hem kameraman hem de yanındaki hanım, “arkanı dön görürsün.”
Dediler. Hep birlikte yürüyüşe geçtik. Güneşte yavaştan parlamaya başladı. Ve
Anıtkabir’de binlerce güzelim, yiğidim insanın üzerine doğarak etrafı
aydınlattı, yürekleri ısıttı.
Yıllar önce Ankara’ya gitmiş, arkadaşımdan rica etmiştim. O da sağolsun beni
Anıtkabir’e götürmüştü. Bu gün gibi anımsıyorum. Yapının büyüklüğünden çok
etkilenmiştim. Heykel, ve duvar resimleri - kabartmaları duygu yüklü bir gün
geçirmeme neden olmuşlardı. Bir de yine birkaç yıl önce, N. N. Eren Beyin
Anıtkabir’le ilgili saydam gösterisi yaptığını duymuştum. Ona rica ederek
İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesinde, bir 10 Kasım programında gösteri
yapmasını sağlamıştım. Gerçekten hayatımda gördüğüm en güzel gösterilerinden
biriydi. Anıtkabir’in hakkı verilmişti. Üstelikte çok titiz olduğu halde bizim
perdeleri bile tam kapatılamayan, vasat salonumuzda gösterisini yapmıştı. Baktım
ki gösteri hakikaten çok güzel, hemen yanımızdaki Erenköy Kız Lisesine haber
vermiştim. Bir de oradaki öğrencilerin ve öğretmenlerin bu gösteriyi
izlemelerini sağlamıştım. Onlarda sürekli teşekkür ederek bu gösteriye
çağrılmaktan duydukları memnuniyeti belirtmişlerdi, durmadan.
Böylece üçüncü kez görecektim Anıtkabir’i. En görkemli görmem de bu seferki
oldu. Anıtkabir’i insan seli doldurmuştu. Çocuğu, genci, yaşlısıyla. Arkanızı
döndüğünüzde olağanüstü bir kalabalık, önünüze baktığınızda muazzam bir insan
seli… Sanırım duygularımı yeteri kadar sözcüklere sığdıramayacağım. Bazı şeyler
yaşanmak ister.
Ata’nın önünden geçerken, “iyi ki var oldun. Bu kadar güzel insanı bir araya
topladın. Sen belli ki ölmedin. Yüreklerdesin Atatürk’üm” dedim. Sen ölemezsin.
Bak bu birliktelik, sayenizde yüzlerimize birer gülümseme oturtarak huzurunda
yürüyoruz. Görevliler kalabalık karşısında ortadaki sınırlı alanı durmadan
daraltmak zorunda kaldılar. Evet karanlıklar daralıyor. Çünkü aydınlık geliyor.
Evet haksızlık küçülüyor. Çünkü haklılık büyüyor.
Bahçede gördüm ki, insanlar ailece gelmişler. Ufacık çocuklarını da getirmişler.
Bir sevimli çocuk etrafta koşuyor, mutluluktan çığlıklar atarak. Ne mutlu aydın
bir ailesi var. Ne çok mutluyum ki böyle geleceğimiz var. Bu arada anı-aile
fotoğrafları da çekildi. Hani televizyonda izleriz. Dünyanın ileri gelenleri
toplanır ve aile fotoğrafları çekilir. O gün biz de böyle bir aile fotoğrafının
içinde yer aldık.
Gün aydındı, gönüller şen. Çünkü çirkinliği yok etmeye gelmişti bu güzellikler.
Meğer ne çok dostum varmış. Ve ben treni kaçırmamıştım aslında. Teşekkürler,
güzel insanlar, teşekkürler can dostlar. İyi ki varsınız. Yaşam sizinle anlamlı.
Yalnızlığımı unutuyorum sayenizde. Yüreğim, siz yiğit insanlarla birlikte
çarpıyor. Sağolun.
Öğr. Gör. Tülay Çellek - 26.10.2003 - İstanbul
YTÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi (SANTAS)
e-posta:
tcellek@yildiz.edu.tr
netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel
yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine
tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya
link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)
|