|
02.10.2003 Fatoş Ünal - netyorum.com / Sayı: 145
"... HEPSİ GERÇEK ..."
Son bir saattir ekrana bakıyorum. Biraz ortasından başlamak gibi olacak ama
bir ilişkiyi değerlendirmenin en iyi yolu, - galiba desem mi acaba çok iddialı
olmasın diye - onun dışına çıkıp dışardan bakmak. Gerçi ilişkiler konusunda her
yaş döneminde yanlışlar yapmış ve her seferinde "aman gene olsa, gene yapardım!"
demiş biri olarak, ilişkiler konusunda konuşacak en son kişiyimdir. Siz öyle
olmadığınızı iddia ediyorsanız, küçük bir hikayede biraz koşturalım. İlk bölüm
aşağıda ama uyarmalıyım aslında ilk bölüm değil. Hangi bölüm olduğu da çok
önemli değil. İtiraf ediyorum, hangi bölüm olduğu konusunda hiçbir fikrim yok.
Bir başlayalım, siz karışmak istediğiniz yerlere karışın. Deneme 1, deneme 2....
Ben, bir neşe…
Hiç olur olmaz neşeli sabahlara uyandınız mı? Niye güldüğünüzü, niye
hafiflediğinizi bilmediğiniz sabahlara…
- Günaydın…
- Seninle her sabaha günaydın!
Bu seferki sebepsiz değil, kaç günlük bir sebep olduğunu bilmekse hiç mümkün
değil. Camları, pencereleri açıp bağırmak geliyor içimden İstanbul'a: "Günaydı
İstanbul, evet bu kez gün gerçekten aydı!"
Yanı başımda uyukluyor oysa o. Dün gece en baştan başlayalım demiştim. Oysa
en sonuna yetişmemiz gerekiyor gibi soluk soluğa kendimizi eve zor attık. Ne o,
ne de ben hiç tanışmamış olduğumuzu aklımıza getirdik. Sanki sabah bu kapıdan
beraber çıkmış, beraber dağınıklığımıza aldırmamış, günü kovalayıp geri
gelmiştik.
- Ne içersin?
- Fark etmez.
- Fark etmez demesen keşke, ne yapabilir ki insan bu cevap karşısında?
- Kahve o zaman, sadece kahve. Sade kahve yani!
- Hemen geliyor!
Geri gelmiştik, ama ben ne içtiğini, nasıl içtiğini bile bilmiyordum. Sade
kahve o kadar sert olmuştu ki, yüzü bir anda buruşmuş sonra usturuplu bir
gülümseme kondurulmuş halinle biraz daha açık içebileceğini söylemiştin. İlk
buluşma diye mi bu kadar hassastın bana karşı yoksa hep böyle miydin? Yok yok
hep böyleydin herhalde çünkü daha rahat bir şeyler ister misin dediğimde; "Gerek
yok, zaten birazdan hepsini çıkartacağım. Rahat olmam gerekirse, bir şey
giymemeyi tercih ederim" deyivermiştin. Gerçekten de, yarım saate kalmadan
askılı t-shirt ve ic çamaşırınla minik bir kedi gibi koltuğun üstünde kıvrılmış
oturuyor ve okulunu anlatıyordun bana. Saat kaç oldu kimbilir. Sen konuşuyorsun,
bilsen ki bu anlattıklarının hepsini en baştan anlatman gerekecek nasıl kızardın
bana kimbilir. Hiçbirini duymuyorum. Tek yaptığım yüzünü, gülümserken yüzünde
oluşan çizgileri kaçırmamak, ezberlemek, beynimin içinde saklamaya calışmak…
Niye?
- Kaç yaşındasın?
- 19.
- …
- Ne oldu?
- Hiç, sen devam et.
19 yaşındasın, sevgilin vardır herhalde diyemedim. Diyemezdim de. Korktum ilk
defa. Senin başkasına ait olmandan, seni başkasıyla paylaşıyor olmaktan korktum.
Arkadaşlarının içinde düşündüm seni, bir de benim arkadaşlarımın içinde. Öyle
ışıltılı durdun ki, yanında olmaktan korktum. Bir 34'lük olmak ilk defa yabancı
geldi bana. Okuldaymışım gibi düşündüm kendimi, daha yolun başındaymışım, hiçbir
şeye bulaşmamışım, hiçbir şeyden tat almamışım gibi.
- Geç oldu, gitmezsin herhalde değil mi?
- Gitmem. Yalnız bir telefon açmam gerekiyor. Ev merak etmesin.
Telefonda konuşurken yüzün ifadesiz. Kiminlesin diye soruyorlar sana
kuşkusuz, sen de yalan söylüyorsun. Hep böyle olmaz mi? Sen de yalan söylüyorsun
yani. Gerçi pembe bir yalan, üstelik benim için söylüyorsun ama hani yalana yer
yoktu hayatında. Dinlemiyorum desem de, dinliyorum aslında seni. Herşeyi
kaydediyorum yarın için. Benim üzerimde hak etmeye başlamadan önce herşeyi
kaydediyorum. Sonra aleyhinde kullanmamak üzere belki. Çünkü asla bu
tartışmalara yer yok benim hayatımda. Belki sana da!
- Hep böyle misin?
- Nasıl?
- Düşünceli. Sanki ardımda bırakıp gidiyormuşum gibi seni. Yani benimle
gelmiyorsun. Telefona gittim, geldim ve sen yok oldun.
- Buradayım işte. Ne demek ki simdi bu? Yoksa yeni nesil kurgusal yaşam
dedikleri bu mu? Ve perde diye bağırmalı mıyım şimdi?
- Hayır. Yoksa dalga'sal boyutta büyüklerin küçüklere yaptığı bırak kelimelerle
oynamayı söylemi başlangıcı mı bu?
- Tamam sustum.
- Sus da, niye konuşmayı denemiyorsun.
Sahi niye denemiyorum? Aklımda konuşmak yok ondan olabilir mi acaba? Bazılarına
seni öpebilir miyim demek için kelimelere ihtiyacın yoktur. Seni öpebilir miyim
dediğini duyar ve onlar seni öperler. Sen de böyle yaptın. Bir anda öpüldüm diye
şaşırdım mı? Hayır, sadece sevindim. Küçük bir çocuk gibi sevindim. Kapı
arkasında alınmış ilk öpücük gibi zıplattı beni. Sonrası masal gibiydi.
Kayboldum. Ve şimdi sabah oldu. Yanımda olduğuna inanmalı mı, inanmamalı mı?
Sahi kimsin sen? Gökten zembille inen bir peri kızı mı, canavar bir uzaylı mı,
yoksa sokak kaçkını küçük bir kız mı?
Devam edecek...
Fatoş Ünal - 24.9.2003
e-posta: unalfa@tnn.net
netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel
yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine
tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya
link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)
|