|
22.05.2003 Pınar Çekirge / Bahadır Bakım - netyorum.com / Sayı: 134
ADI DİĞER KADIN -
PINAR ÇEKİRGE / PSK. DR. BAHADIR BAKIM
Günümüz
evliliklerinin hemen hepsinin tarihine bir "üçüncü kişi" girmiştir. Kimisi
geçici, kimisi kalıcı hayatlar hep üç köşeli yalnızlıklarla, ihanetlerle
çevrilmiştir. Aslında herkes mutsuz, herkes biraz suçludur.
"Kadınlarımı aldattım" derken, bu gerçeği vurgulamıştır usta şair Nazım Hikmet.
Zor durumda olan gerçekte erkek midir yoksa erkeğin ilişkide payına düşen arada
kalmak mıdır?
"Dişi kuşun yaptığı yuvayı bir diğer dişi kuş yıkarken erkek kuş ne yapar?"
Bu cevapsız soru ve salıncaktaki 3. tekil kişinin gerçekliği ile önyargısız
yüzleşeceksiniz.
Hiçliği ve görkemi bir anda yaşayan, itilen, dışlanan, iç geçirilen, yerilirken
öykünülen kadınların öyküsü ...Çok uzağımızda olmayan kadınlar bunlar.
An yayıncılık olarak iddialı bir çalışmayı daha sizlerle paylaşmaktan
mutluluk duyuyoruz. Pınar Çekirge ve Psikiyatrist Dr. Bahadır Bakım'ın ortaklığı
ile ortaya çıkan bu incelemeyi mutlaka okumalısınız.
Sevgilerimizle
info@anyayincilik.com
http://www.anyayincilik.com
" Evlilik bazen o denli ağır olur ki, taşımak için iki değil, üç kişi gerekir"
demiş Alexandre Dumas.
Üçüncü kişi…..
Tarih boyunca nice dramın temasını oluşturan bu üçlü ilişkinin 'üçüncü kişi'si
olan Öteki Kadın, özellikle geleneksel aile yapısına aykırı düştüğünden, toplum
için neredeyse bir günah keçisidir. Yatak odasında göklere çıkartılan, ışıltılı
ve pahalı salonlarda yerin dibine batırılan Öteki Kadının öyküsünü, 1997 yılında
Psikolog Dr.Davut İbrahimoğlu ile, hem üçüncü kişinin hem de diğer iki kişinin
ağzından dinlediklerimle bir kitapta toplamıştım. ( "Öteki Kadın", Cep
Kitapları.1997,1998) Yedek sayılan kadınları anlatmaktı amacım.
Para karşılığında, çıkar uğruna, devre mülk usulü bedenini kiralayan Öteki Kadın
değildi çıkış noktam. Sevdiği için, evli bir erkekle yaşamayı seçen Öteki Kadın…
"Kadınlarımı aldattım," diyebilmişti Nazım Hikmet.
"Bence ne o, ne öteki, en zor durumda olan 'erkek'. Bir yanda bir zamanlar aşık
olduğu karısı, çocuğu, vazgeçemediği alışkanlıkları, bir tarafta önüne
geçemediği kalp ağrısı"diyordu Pakize Suda bir yazısında.
"Ne zordur tercih etmek. İçinizden bir ses 'Hayat kısa' der, 'Dilediğin gibi
yaşa'. Bir başkası 'Bunca seneden sonra olacak iş mi,' 'Karım bunu hak etmedi ki
!', ' Hem herkes ne der' ve yine müthiş bir soru yöneltiyor Suda :
"Yuvayı diş kuş yapar, öteki dişi kuş gelip yıkar mı? Bu arada erkek kuş ne
yapar?"
İhanet bir tayf gibi yaşanırdı..
" Hiç beklemediğim bir gün " diye başlıyor Gülriz Sururi : "Engin telefon
ediyor. Sesi, ilk flört ettiğimiz günlerden aşina olduğum, sıcacık bir tonda.
Sözcükler, onlar da eskilerde kalmış sıcacık sözcükler. Birden yüreğime su
serpiliyor.. 'Engin beni hala seviyor' diye geçiriyorum içimden.. Hayır, mümkün
mü, biz ayrılmalıyız. Delisin sen Gülriz, nasıl düşünebildin ayrılmayı ?'
diyorum. İnşaatı soruyor Engin. Oradan ne istediğimi soruyor ve sanki iş
gezisine gitmiş, çok sıkılmış, evini, eşini çok özlemiş biri gibi. Ben de ilk
kez, olabildiğince sıcak cevaplar veriyorum. Engin hemen yarın, öbür gün bana
anlatacakları olduğunu, döneceğini söylüyor.
"O gün hemen, belki bir saat içinde, telefon çaldı.İstanbul'dan Engin'in bir
kolej arkadaşı arıyor. Çok yakın arkadaşlarından değil ve her görüşte bana,
şakayla karışık, ciddi hayranlıklarını dile getiren biri. Şaşırdım, o güne kadar
hiç telefonla filan konuşmuşluğumuz yok. Şuradan buradan bir iki söz etti. Sonra
birden, 'Siz ayrılıyor musunuz Engin'le ?' dedi. 'Nereden çıktı, yok öyle bir
şey'demeye kalmadan, 'Dün ..deydim (Engin'in bulunduğu şehrin ismini söyledi),
falanca otelden çıkarken gördüm Engin'i.Yanında X vardı' dedi. Kalakaldım öyle.
İyi ki telefon elimden düşmedi. Gerçekten kendimi ne kadar zorladımsa, ne
dediğimi, ne cevap verdiğimi hatırlayamıyorum. (….)
" Engin döndü iki gün sonra.Hiçbir şey olmamış gibi kucaklaştık. Amele gibi
çalışıyordu inşaatta. (..) O zamanlar cep telefonu yok, X Hanım Engin'e ulaşmak
için özel kurye kullanıyor. Müşterek bir arkadaş geliyor, Engin'e notlar
getiriyor. Anladığım kadarıyla, hayır demeyi beceremeyen Engin, çareyi
ortalıktan kaybolmakta buluyor. İstanbul'a dönünce senaryolar yazıyorum türlü
türlü. Engin kıza, 'Gülriz'le ayrılıyoruz' dedi. Kızcağız da, o gün ünlü,
yakışıklı, kültürlü, hatta varlıklı Engin Cezzar'la bir ilişkiye girmekte
sakınca görmedi. Ama kısa sürede Engin, ilişkilerinin Gülriz'den vazgeçecek
kıvamda olmadığını anladı ve evliye gönül verme, eve gider unutur vaziyetleri
çıktı ortaya. Şimdi X, Engin'e bir kere olsun ulşamak istiyor, benim hiçbir
şeyden haberim olmadığını sanan Engin, kızla karşılaşmazsa her şeyin yoluna
gireceğine emin.(…)
Bazen, 'Engin çok genç evlendi, yaşamadığı gençliğini mi yaşamaya, on yılı bir
yıla mı sığdırmaya çalışıyor acaba?' diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Hala
beni şaşırtan şeyler olmakta. Örneğin çevremdeki bazı hatunlar bana göstere
göstere, bazısı saklamaya çalışıp başaramadan, Engin'in peşinde dolanıp
duruyor."
Gözbebeklerine ıslak bir yalnızlık bulaşmıştı. Her otel odasında başka bir
erkek, her erkekte başka bir yalan, başka bir hatırlayış. İçinde, damarlarında
biriken kırıklık.
Beklediği, bulamadığı, umarsızca izini sürdüğü şey 'sevgi'ydi Eva Duarte'nin.
Yaşadığı her yıl için isyan etmesine neden olan bir yığın haksızlık vardı
anılarında.. terk ediliş, duygusal yere çalınışlar vardı.
Agustin Magaldi ile bumburuşuk çarşaflar üzerinde seviştiği, yapışkan, terli bir
gecenin son saatlkerinde kararını vermişti Eva. Kendisini aşağılayan ayrıcalıklı
sınıfı ezip geçecekti günün birinde. Başka bir amacı yoktu. Hesap soracaktı. Ama
öncelikle karanlık geçmişini unutacak, unutamıyor olsa bile unutturacaktı.
Mecburdu..
Yükselmek için basamak olarak seçti erkekleri. "Sağol, hoşçakal" dedi her
defasında.O diğer kadındı.Yedek sevgili, bir yan adresti. O Eva Duarte'ydi.
" Hepimizin hayatında unutamadığımız bir gün vardır.Peron ile karşılaştığımda o
günün geldiğini şiddetle hissettim...."
Albay Peron cesaret verdi Eva'ya. İlişkileri koşulluydu aslında. Eva uğur
getirecekti. Güç ve kudret temin edecekti. Peron, Eva'ya yaldızlı bir yaşam
sunacaktı.
Sevişip, sabah ayrılmaya, bırakılmaya, kovulmaya niyeti yoktu bu kez Eva'nın.
Hep bir başka oda, hep bir başka valiz…
Eva Duarte, Albay Peron'un metresiydi artık. ( " Gecelerini aydınlatan bir ışık
ve yüreğimden taşan bir sevgi sunuyorum sana..") Bir anda Arjantin radyosunun en
önemli, en yüksek ücretli sanatçısı oluvermişti. Altın Yürekli Fahişe olma
yolundaydı. Yükselişi önlenemezdi. Değişmesi gerekliydi ama..
"Değiştim ben. Yıllarca güneşi görmeden, gölgede kalarak yaşayamazdım. Kırdım
tüm zincirlerimi.."
Arjantin Eva Duarte Peron için ağlamaya hazırdı… Televole hayatlar devam
ediyordu. Etmeliydi.
Kirli bir yağmur boşanmıştı.. dudaklarından akan siklamen rengi ruju elinin
tersiyle sildi Eva..
Bir düşün içinde yürür gibiydi Mme du Pompadour. Ayak sesleri boş koridorda
yankılanıyordu. Yalnızlığın jilet kesiği ayazındaydık. Balkona çıktı. Ağan
gökyüzü…. parmaklarının arasında yanık sigara. Gülümseyişi silinmişti çoktan.
Gözleri ışıksız, gözkapakları makyajsızdı. Sevinsizdi yüzü, dalgındı. Hüznün
ayağına doladığı bağlardan sıyrılmanın tam zamanıydı.
Selim'in derisinde, bakışlarında çözülüyor gibiydi yıllar öncesinin şifresi. Bir
tür kan uyuşmazlığı vardı hayatla zaten..
En çok Selim'i sevmişti. Gözleri koyulaştı birden. Bir şey söyleyecekmişcesine
kıpırdadı dudakları. Elimi avucunun içinde tuttu bir an. İrin toplayan
hatırlayışlara, döndü yine.
" Her gün yeni bir bozgunda yaşamak bu. Önceliği hep karısı, evi, iki oğlu…"
Yanakları belli belirsiz kasıldı konuşurken. Alnı kırıştı. Yüzüne çarpan tuzlu
rüzgarda ürperdi Mme du Pompadour. Sustu sonra. Yaşlar titreşiyordu
gözpınarlarında. Hafif bir sis inmişti sulara. Dudakları kuru ve çatlaktı.
Pencerelerde tektük ışıklar..
Zamanın ve hayatın bir itirafı gibiydi o yasak aşk…
Eskimiş bir sıva gibi dökülmekteydi yalnızlık. Her şey yolunda diye düşündü, her
şey olması gerektiği gibi. Ağlamaklı, sinirden tarazlanmış cılız bir sesle
yanıtladı Psk.Dr.Bahadır Bakım'ın sorusunu :
"Bir tek onun yanında mutluyum.." diyebildi. Selim'i sevmişti…
Ne çok yenilmiş, incinmişti oysa. Seneler boyunca kendisi olma iradesini o
derece tüllendirmişti ki, Mme du Pompadour varlığını Selim'in varoluşunun doğal
bir uzantısı olarak kabul etmeye başlamıştı. Vazgeçişti bu.. kendinden vazgeçiş
!
Puslu bir buğ yayılıyordu. Titredi.Kendini boşlukta hissediyordu nicedir.
El üstünde tutulur, davetlerde, balolarda boy gösterirdi Mme du Pompadour. Çok
büyük bir siyasi nüfuza sahipti aynı zamanda.
" Bilir misiniz, "diye devam etti :
"Bir vakitler Fransa'da evli erkeklerin bir metrese sahip olmaları sosyal
konumları, saygınlıkları açısından hayli önemliydi. Nasıl desem, metresi ve bir
garsiyoneri olmayan erkek adeta erkekten sayılmıyor, küçümseniyordu. Bu moda
alıp başını gitmiş 'gari meşru ' olmadıkça aşktan zevk alınamayacağı inancı o
denli beyinlere yerleşmişti ki, eşlerine delice tutkun, sadık erkekler dahi
onlara 'diğer kadın' muamelesi yapar olmuşlardı. Nasıl mı… Kendi eşleriyle,
eşlerine ihanet ediyor, toplum içinde itibarlarını korumak, ne erkek olduklarını
dosta düşmana kanıtlamak adına karılarıyla gizlice garsoniyerlerde buluşmaktan
çekinmiyorlardı…. Bir de 'geçici metresler vardı. Madem soruyorsunuz anlatayım..
bunlar çoğunlukla ucuz kumpanya tiyatrolarının aktristleriydiler ve hem
'kraliçe' yi hem de kralın 'asil ' metreslerini boynuzlamış sayıldıklarından pek
hoş karşılanmazlardı.."
Gülümsedi.
" Anlayacağınız metres sektörü inanılmaz bir gelişme içindeydi. Örneğin, V.Henri
metreslerinin arasına Paulet ve Monmorency adlı iki bar dansözünü de ilave
etmekten sakınca görmemişti… Şunu da belirteyim , 'demimondaine ' yani ' kibar
fahişe' denilen bu kadınlar, sıradan,köşe başlarında iş bitiren orospulardan çok
farklıydılar elbette. Belli bir altyapıları, kültürleri vardı … Dahası 'monden'
yaşam ve siyaset üzerinde etkileri tartışılmazdı. Şimdi nasıl hatırlamam
Moskovalı bir tüccarın kızı olarak dünyaya gelip, Kontes ünvanıyla ölen La
Paiva'yı…"
Sustu. Koşarcasına uzaklaştı yanımızdan. Su dizlerine varıncaya kadar koşmaya
devam etti. Sırtını karaya, yüzünü denize verdi. Siklamen rengi bir akşamın ilk
saatleriydi..
Ayhan Aydan, beraber olduğu, sevdiği adamın Yassıada'dan dönmeyeceğini
öğrendiğinde, celselerde gündeme getirilen bebek davasından, diğer kadın
oluşundan, ismi etrafında kopartılan fırtınalardan.. her şeyden., herkesten
bıkmıştı. Gözpınarları kurumuştu nicedir.Z orlukla yakta durabiliyordu. İşte o
gün hiç konuşmamaya karar verdi. Hep sustu. Geçiştirdi..kaçtı.
Aynur Aydan 'da çok sevmişti." Bakan düşüren kadın" a çıkmıştı adı. Ama aradan
geçen bunca yıla rağmen hala elinde kalan bir sigara paketine baktığında
gözyaşlarına boğulabiliyorsa, gerçekten çok sevmiş olmalıydı.Beyniyle, yüreğiyle
sevmiş olmalıydı..
" Karından boşan diyen tüm sevgililerim beni kaybetmişlerdi,' demişti Altan
Erbulak. " Ya karın, ya ben " diyemedi genç kadın. Sustu. Diğer kadın olmanın
yazgısıydı bu. Karşı koymak olmazdı. Paylaşacaktı çaresiz… gövde kıskansa da
paylaşacaktı !
"Eski evin merteği, ben istemem ortağı. Ortak bana ne yapar, dış kapının mandalı
" türküsünü mırıldanırken susuverdi Emine. Ortak'tı. Kuma'ydı. Emine'de diğer
kadınlardan biriydi..
Birinci kadın eve ikinci (resmi nikahsız) bir kadının gelmesine rıza gösterir
kimi kez. Olmazsa olmayacaktır çünkü,bilir bunu. Susar, kabullenir. Kuma'yı
kabullenir. "Peygamberimiz böyle buyurmuş," diye avutur kendini. Kuma bedava
işçidir. Tarla, bağ, bahçe, ev işleri kumaya devredilir usulca. Kuma 'diğer
kadın'dır. Ortaktır erkeğe.. her kadın kolay göğüsleyemez bu
paylaşımı.Başkaldırır.
Zehra rıza göstermedi. Eşikten içeri attırmadı ayağını kumasının. Evin
kapısından taşan lanetle taş kesildi düğün alayı. Taş kesildi herkes.
Zehra - Ya çocuklarım ?
Muhtar - Kaygın olmasın çocuklarından ötürü. Evden çıkarmıyor ki seni, onların
başında yine sen olacaksın. Bu kızın gelişini onur meselesi edinme kendine.
Peygamber efendimiz bile Hazreti Hatice'nin üstüne kaç hatun almıştır.
Zehra - Peygamberin bütün dediklerini tuttunuz da bir karı üstüne karı almak
eksik kalmıştı.
Muhtar- Erkağin gücü nice kadına yeterse onca kadın helaldir.
Köylüler - Erkeğin gücü nice kadına yeterse.
Zehra - Geçti o günler, şimdi kanun bir erkeğe bir kadın diyor.
Mirza - O da Gülsüm.
Muhtar - Sen sus be oğlum, sözümü şaşırtma bana…
Zehra - Desene asıl bizim birleşmenin hükmü yok.
Mirza (mırıldanır) - Ha şunu bileydin.
"Kurban"ı neredeyse çocuk yaşımda izlemiştim. Güngör Dilmen'i hiç unutmadım.
Sahnede Zehrayı gövdelendiren yaşar kılan Gülriz Sururi'yi de. Şimdi itiraf
edeyim ,bu kitabın ilk esin kaynağı yıllar öncesinin "Kurban"ıdır.
Zehra - Ben de ona 'kimsin sen kız, niye geldin benim evime ? Kızım değilsin,
bacım değilsin, tanışım değilsin, konuğum değilsin, Halime'nin şom ağızlı kara
kuşlarından biri bile değilsin, niye geldin evime ?' diyemem.
Muhtar- Geçinip gidersiniz be kızım, öyle huysuz birine benzemiyor bu taze.
Zehra - Gelir benim kurduğum düzeni benimle paylaşır, bir gün değil on gün değil
bütün bir ömür boyu kapımı, bacamı, ocağımı, bereketli güvecimi üleşir, ben de
ona 'Sen kimsin kız, nereden geldin, niye geldin ? Büyücü müsün, bağıcı mısın,'
diyemem.
Muhtar - Kuma kardeş yarısıdır.
Zehra - Erkeğimi paylaşır. (Sessizlik. Gülsüm'e uzun uzun bakar. Birden tatlı)
Vay, yavru , halin dokundu bana birden kanım kaynadı sana kız. İnsan görmeyince
bilemiyor: Pek yaraşmış gelinliğin de, bir an kendi düğünümü ansıdım, hah,
bizimki de pek düğün sayılmazdı ya o dar günlerimizde. Böyle at, şenlik ne
gezer. Ama senden çok mutluydum, sevinçliydim yine de, başka bir karının evine
kuma gelmiyordum, kimse kapıyı kapamamıştı yüzüme, 'açmam ' demiyordu, 'ayağını
eşikten attırmam' demiyordu yeminle ' Çocuklarımın ölüsü üstüne'(içten) İçim
burkuldu kız, sana niye eziyet ediyorum ben? Ne suçun var senin?
Turan Çevik ile yaşadığı beraberlik hakkında Nazan Şoray'ın Tülay Bilginer'e
anlattıkları düşündürücüydü kuşkusuz :
" Onunla çok güzel bir aşk yaşadık.. elbette bana baktı.. tabii ki, bakacaktı..
hediyeler de aldı, yaşamımı da sağladı.. hepsi bu. Eğer bunları yapmasıydı,
zaten hayatımda olmazdı."
Üç köşeli acılar, mutsuzluklar, ihanetler yaşanıyordu. "Hiç veya her
şey….gözyaşı ve şebnem "olarak tanımlayabilirdik bu yaşananları..
"Bütün kadınlar aynı zamanda 'öteki kadın'dır" demişti Ahmet Altan
(" Kristal Denizaltı",2001) :
"Onlar her şeyleriyle vaatkar ve çekicidir; bakışlarıyla, kokularıyla,
duruşlarıyla, 'Sev beni,' derler, 'sev beni, kimse benim gibi sevişemez, benim
gibi öpüşemez kimse, kimin dudaklarında böyle karadut tadı var, kim bu kadar
güzel kokuyor; ayışığında çırılçıplak dolaşırım, yağmurlarda gülerim; dokun
saçlarıma, hiç bu kadar parlağını gördün mü, seni öyle çok severim ki kimse
benim gibi sevemez.
"Kleopatra'dır onlar, Mata Hari'dir, Messelina'dır, Hürrem Sultan'dır.
"Muse'ler gibi her yolcuyu şarkılarıyla sarhoş eder, yolundan döndürürler; her
gemi onların sesini dinleyebilmek için felaketlere uğramaya razı olur. Her
yerdedirler, her yanda :başınızı çevirdiğinizde bir ışık bulutunun içinden
çıkıverirler.
" Onlar göründüğü andan itibaren bütün duygular, bilinen ne kadar duygu varsa
hepsi, saklandıkları köşelerden kuytulardan çıkarak size doğru çılgın bir koşu
tutturur; hepsini tadarsınız, en yakıcı olanları, en baharatlıları, en
lezzetlileri…
"Ve onlar gözyaşı demektir.Acı çektirir ve acı çekerler.
" Kadınlar için onlar, birgün bir yerde mutlaka karşılaşacaklarını bildikleri,
bu karşılaşmayı yürek çarpıntılarıyla, korkarak bekledikleri karanlık ve uğursuz
hayaletlerdir.(…)
"Öteki kadın'ın ortaya çıkmasıyla birlikte aslında herkes acı çeker. Bir
eğlencenin, bir isteğin, bir sevginin, bir bağlılığın bu kadar süratle acı ve
kedere dönüşebildiği belki de hayatımızda başka hiçbir örnek yoktur.
" VIII.Henri gibi hükümranlığını ve krallığın cakasını en pervasızca, en
şımarıkça yaşamış bir kral bile Katolik karısı Catherine ile sevgilisi Anne
Boleyn arasındaki savaşta sıkışıp yeni bir din icat etmek ve bütün memleketin
dinini değiştirip yıllarca bitmeyecek kanlı bir din savaşının başlamasına neden
olmak zorunda kalır.
" Ama o, kral olduğu ve krallar da kadınlar kadar vahşileşebileceği için,
kadınlar arasındaki savaşı kazanan Anne Boleyn'ı daha sonra o güzel başını
vurdurarak cezalandırır.
" Her türlü duygunun ayaklanıp ortaya çıktığı, bu yer yer çok zevkli, yer yer
çok acıi şefkatle şiddetin iç içe geçtiği neredeyse ölümcül maceradai tanrıların
ve kadınların erkeklere yaptığı en büyük şaka ise, aslında her kadının bir
'öteki kadın' olmasıdır.
" Bütün kadınlar aynı zamanda ' öteki kadın'dır.
" En sıradanı, en durağanı, en kibarı, en sadesi, en dürüstü, en güvenilir olanı
bile bir anda 'öteki kadın'a dönüşebilir, hayattaki rolünü kendini bile
şaşırtabilecek bir süratle değiştirir, bir savaşta kalabalıkları yanına alıp
'öteki kadın'a karşı savaşırken, bir başka savaşta kalabalıkları karşısına alıp
herkesle savaşa girebilir; 'öteki kadın' olmanın fettanlığına, çekiciliğine,
yalnızlığına ve acısına bir anda kendini bırakabilir, bakışı, görünüşü,
dudaklarına sürdüğü rujun rengi aniden değişebilir.
'Öteki kadın' her kadının içindedir ve belki de bu yüzden onu o kadar iyi
tanıyıp ondan o kadar nefret eder.
" Zevk denizlerinin 'muse'larıdır öteki kadınlar. Her kadın 'öteki kadın'a
düşmandır. Ve, her kadın öteki kadın 'olmayı çılgınca sever."
Psikiatrist Dr.Bahadır Bakım ile uzun süredir üzerinde çalıştığımız,
tartıştığımzı bir projeydi : Diğer Kadın'lar.
Tek gecelik bedensel aldatmadan, yüreğiyle aldatmaya.. ihaneti tetikleyen
nedenlere değinmekti amacımız. Bir anlamda "Aynı erkeği sevmiş iki kadından daha
çok kim neyi paylaşır "diyen Erendiz Atasu'nun sorusuna yanıt aramaktı.
Althusser 'yedekleme' kavramını kullanıyordu Diğer Kadınlar için. O, hayatındaki
herşey gibi kadınlarını da yedekleyenlerdendi. Sebep nedir bilinmez; ister
farklı bir lezzet, güven, sevgi arayışı, ister bir başkaldırı, bir ihtiras ya da
ahlaksızlık diye tanımlayın Diğer Kadınlar, yasak aşklar hep vardı. Yaşandı.
Yaşanıyor ve yaşanacak da…
Diğer Kadın, erkek ve erkeğin 'yasal nikahlı ' eşi bir üçgen oluşturuyorlardı
gerçekte. Psikiatrist Dr.Bahadır Bakım ile bu üçgenin içinde dolaştık.. ve
gördük ki ; herkesin payına, öyle veya böyle bir avuç yalnızlık, tutku suçları,
sönmüş hayaller, bekleyişler, ödeşmeler ve kıskanan etin ürpertisi düşüyordu.
Dahası, salıncakta üçüncü kişi olmanın bedelleri vardı. Ağır bedellerdi bunlar.
Uçurumda sevişmek, bir küfür gibi yaşamak.. konak göçer aşkların tutsağı
olmak..h epsi bir bedeldi.
Sözünü ettiğiniz üç köşeli yalnızlık, ihanet üçgeninin içinde olup bitenleri
anlatmaya çalıştık bu kitapta. Gördüklerimizi, duyduklarımız anlatmaya. Bütün
hepsi bu..
Meryem - Değer mi bir erkek için ? Çok mu sevmiştin onu ?
Sabahat - Sevmek mi ? Bilmem ki ! Sevmeye vaktim bile olmadı. Bir gözümü açtım,
içerdeyim. Bana sığınmıştı Meryem, bana sığınmıştı, anlıyor musun ?
Meryem - Anlamıyorum.
Sabahat - Günü gelir anlarsın Meryem. Öyle bir gün gelir ki, hayatında o güne
kadar hiç olmamış bir şey, birdenbire en önemli şey oluverir. Sen bile
anlamazsın içinde neler olup bittiğini.
(…..)
Meryem - Abla çok içiyorsun.
Sabahat - Sonra günün birinde kapını çalıp sana sığınan bir genç yüzünden
aylarca hapis yatıyorsun.
Meryem - Belki de o genç bugüne kadar beklediğin bütün erkeklerdi.
Sabahat - Belki de, ama hep geç kaldı. Geç geldi. Onu saklamaktan başka çarem
yoktu, anlıyor musun? Hayatıma giren erkekler teker teker teker çekip gittiler
Meryem. Bu gitmedi, gidemezdi. Anlıyor musun ? (*)
" Diğer Kadın "projemizi kitaba dönüştürmede bizimle o sevinçli telaşı yaşayan
yayıncımız Neslihan Çınar ve tün An Yayıncılık ailesine teşekkür
ederiz…Kitabımızı BARIŞ'a adıyoruz…
Pınar Çekirge - Psikiatrist Dr. Bahadır Bakım
Istanbul, Mart 2003
(* ) "Dağınık Yatak "Murathan Mungan
netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel
yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine
tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya
link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)
|