|
"İstanbul Mekanları" 20.03.2003 Zafer Sönmez - netyorum.com / Sayı: 126
SÜLEYMANİYE'DE BİR PAZAR GÜNÜ...
Bazen insanın içinin tamamıyla huzur dolmasının gerektiği, bu keşmekeşin
içinden sıyrılması gerektiği ve kafasının içindeki düşüncelerin birbir kafasının
bütün kıvrımlarına çarpma seslerini duyması gerektiği zamanlar olur... Siz siz
olun bir yer bulun kendinize, sizin olması şart değil. Oraya gidin ve düşünün
sessizce, derinden ve kendinizce...
Bu hafta böyle bir mekan için, Süleymaniye Camii'nin yanındaki Kanuni'nin
türbesinin olduğu bahçedeyiz. Mezarlar garip bir şekilde bana iç huzuru verir.
Bu hayatın gelip geçici olduğunu, zamanında insanlar nelere hükmetseler bile
sonrasında hiçbir anlamı olmadığını ve herşey gibi sonumuzun biraz da
hüzünlendirici de olsa toprağa karışmak olduğunu hatırlatır bana...
Mezarlıkların içi yol kenarlarında bile olsa sessizdir. Türbenin girişi dar.
Sağlı sollu Osmanlı'da devrin önemli şahsiyetlerinin mezarları bulunuyor.
Kanuni'nin büyük sayılabilecek bir türbesi hemen sağda duruyor. Onun yanında
biraz daha küçük olan Hürrem Sultan'ın türbesi. Biraz dikkatli bakınca
mezarların yanına plastik isimlikler takıldığını görüyorum. Ortalarda da topluca
bütün mezarlarda adı geçenlerin isimleri geçiyor...
İsimler çok önemlidir. Bütün dünyada bizi tanımlayan herşey onlardır. Biri
sokakta adımızı söylese hemen o tarafa doğru yöneliriz. Biz olmasak da kime
bizim ismimiz verilmiş diye bakarız en azından. Kadın isimlerini erkek
isimlerinden hep daha fazla önemsemişimdir. Çocukken bile en güzel kadın ismi
nedir diye merak ederdim, düşünürdüm. Biraz Anadolu koksun isterdim, biraz her
devrin ismi olsun isterdim, biraz da kimsede olmasın isterdim. İstemenin sınırı
bulunmuyor. Sakın kendi hayallerinize ket vurmayın. İsimleri ararken karşıma
mezarlıkta çıkan Osmanlı Kadınlarının isimlerini not ettim. Herkese söylemem
gerekiyor, bu isimleri yazarken hava ayaza dönüyordu... Ellerim çıplak ve
üşümüştü. Not almak bile zor oluyordu. Ama her ismi not aldıkça, hepsinin neler
yaşadıklarını düşününce insanın içinde birşeyler burkuluyor, bir şeyler eriyor
ve gözünüzden bir damla da olsun o soğukta yere düşmeden edemiyor...
Osmanlı Kadınlarının İsimlerinden Bir Demet... Bu Haftanın Bize Getirdiği
Hediye...
Mihriban Hanım, Bezendel Hanım, Nüer Hanım (ben bunu çok sevdim), Fitnat Hanım,
Ümmügül Hanım, Miftah Hanım, Seniha Hanım, Tıfıder Hanım, Hürrem Sultan (Aslen
Rus Asıllı, Kanuninin en önemli gözdesi, asıl adı Roxelana), Behiye Hanım,
Letafet Hanım, Zeyna Hanım (yanlış duymadınız...), Mühibe Hanım, Servinaz Hanım,
Silper Hanım, Erma Hanım, Aişe Hanım (bu da çok güzel...), Besime Hanım,
Fatimatüz Hanım, Fatimatüzzehra Hanım, Binnaz Hanım, Nebeviye Hanım, Seniye
Hanım, Dürrinev Hanım, Arifan Hanım (bilgili olsa gerek...), Genime Hanım, Hesna
Hanım, Nefise Hanım, Kamile Hanım, Hürümüz Hanım, Lahgir Hanım.
Bu arada benim anneannemin ismi de Mübeccel'dir. Ben çok severim. Osmanlı
hatunudur kendisi... Belki annemizin, belki anneannemizin belki de eşlerimizin
isimleridir kimbilir. Onlar yaşamasa da biz onları yaşatmalıyız diye
düşünüyorum. Bütün kadın isimleri güzeldir diyerek konumuza girelim.
* * *
Süleymaniye, İstanbul'un görülmesi gereken en önemli mekanlarından
biridir. Eğer İstanbul Üniversitesi öğrencisi iseniz ya da idiyseniz, bir
şekilde zaten bu mekanlara aşinasınızdır ama yine de bilmeyenler için genel
hatlarıyla bir tarif de yapalım.
Beyazıt Meydanı'ndan tarifi: Eczacılık Fakültesini bulun, İstanbul
Üniversitesi'nin meşhur kapısının hemen yanındadır. Fakültenin yanından geçen
koridordan aşağı inin. Vezneciler Otobüslerinin kalktığı meydan vardır. 50 mt.
aşağıdaki yol ayrımından sağa dönün hemen solunuzda Kalenderhane Camii (eski bir
Bizans Klisesi'dir) ve Vezneciler Kızyurdu vardır. Bu yolu hiç bozmadan devam
edin 300 mt. sonra Süleymaniye Camii'ni göreceksiniz. Bu mahalle üniversite
mekanı olduğu için etrafta Pazar günü bile bir sürü öğrenci göreceksiniz,
kaybolursanız onlara sorun...
Süleymaniye Camii'nden başlayalım. Öncelikle caminin avlusuna girin,
kocaman bahçeyi arkaya doğru dolanın. Bahçenin arkasındaki duvarlara doğru
gidin. Şu an baktığınız manzaranın İstanbul'un herhangi bir noktasından
göreceğiniz en güzel ilk 5 manzaradan biri olduğuna her türlü iddiasına girerim.
Önünüzde Haliç ve Boğaz'ın bütününü çıplak gözle görebileceğiniz kadar geniş bir
manzara bulunmaktadır. Neleri mi görebiliriz buradan? Sayalım bir kaç tane;
Galata Kulesi, Haliç, Kızkulesi, 1. Köprü, Eminönü, Karaköy, Üsküdar,
Beylerbeyi, Çamlıca, Sütlüce, Taksim... Ne ararsanız. Boğaz ayaklarınızın
altında, Haliç nitekim öyle. Bir de arkanıza yavaşça dönerseniz, zira hızlı
döndüğünüz zaman kalbiniz dayanmayabilir, İstanbul'un en büyük camii, Mimar
Sinan'ın tevazu göstererek kalfalık dönemimde yaptığım dediği Süleymaniye bütün
ihtişamı ile durmaktadır. Bütün olarak camiiyi bir fotoğraf karesine sığdırmanız
için köşeye kadar gitmeniz gerekiyor. Ben saydım zahmet etmeyin caminin
köşesinden bahçenin köşesi 216 adım. Hadi koşun ne duruyorsunuz... Bu arada biz
de Yahya Kemal'in Kendi Gök Kubbemiz adlı yapıtındaki muteşem "Süleymaniye'de
Bayram Sabahı" adlı şiirini terennüm edelim...
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede,
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de.
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeğe yüztuttuğu andar beridir,
Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!..Ne mübarek, ne garip alem bu!..
...
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilahi yapıya.
Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.
Camiinin önündeki çeşmelerin birinde soğuk havaya aldırmadan önce abdest
aldım sonra içeriye girdim. Arada bir insanın huzur bulması gerekiyor.
Süleymaniye'de şairin dediği gibi kimi yerden kimi gökten gelen bir gürüh olmasa
da tenha olan bu Pazar gününde insanın içini bir huzur kaplıyor devasa camide.
Akşam namazı vakti olduğu için turistlerin olduğu mekanı geçerek imamın olduğu
mihraba doğru yanaştım. 15-20 kişilik cemaatin içinde kılınan namaz devasa
yapının içinde huzurlu yürekler yaratıyordu. Namazdan sonra geri çekilerek
caminin içini incelemeye başladım. Düşünmeye de başladım... Bizim toplumda
Tanzimattan bu yana gelen kendinden kopuş, kendini tanımama sonunda öyle bir
noktaya geldi ki kendimize has olan şeylere bile şüpheyle yaklaşır olduk.
Kültürümüzü oluşturan bütün öğelere yabancılaşır olduk. Bu şehirde bizden olan o
kadar çok şey var ve biz bunlara o kadar uzağız ki... Bu arayı kapatabilecek her
çabanın yanında olunması gerektiğini düşünüyorum.
Bizi oluşturan temel öğeler nedir ?
1. Doğu toplumuyuz.
2. Müslümanız.
3. Köklü bir geçmişin varisleriyiz.
Bence bunlar çok önemli. Hayatımda hiçbir zaman hamasi bir edebiyatın peşinde
olmadım ama büyüklüğün öncelikle kendi benliğini olduğu gibi özümsemekle
olacağını düşünüyorum. Yabancı dizilerde görüyoruz. Pazar günleri bütün aile
kiliseye giderken en güzel elbiselerini giyiyor, bütün mahallenin ya da şehrin
önde gelenleri ile görüşüyor. İnanılmaz bir birliktelik doğuyor. Süleymaniye'de
bu devasa kubbenin altında bir Pazar günü, belki çıkışta televizyonda
izleyeceğim yabancı dizide göreceğim sahneyi göremediğim için üzülüyorum.
Sizlere, hepinize bir tavsiyem var. Önümüzdeki hafta Süleymaniye'ye gelin. Eğer
evli iseniz en güzel elbiselerinizi giyin, çocuklarınızı bayramlıklarla
süsleyin, elbiselerin yeni olması gerekmez temiz olsun yeter. Bayramdaki gibi
içinizi kıpır kıpır yapsın bu elbiseler. Gelin bu gökkubbenin altına. Namaz
kılmanız, ibadet etmeniz şart değil. Ailecek gelin, biz buyuz, bizim mimarımız
bunu yapmış diyebilin çocuklarınıza. Dokunsunlar caminin içindeki paha biçilmez
granit sütunlara. Anlatın onlara bu sütunların birinin taaa İskenderiye'den
getirildiğini... Anlatın onlara kubbenin çapının 26.5 metre olduğunu,
yüksekliğinin 53 metre olduğunu. Bu caminin Ayasofya'dan daha küçük olduğu
anlatın ama daha az değerli olmadığını da anlatın. Bilsin herkes Mimar Sinan'ın
burada 3.523 usta ile 700.000 düka altın harcadığını ve camiyi 1550-1557 yılları
arasında bitirdiğini. Herkes bilsin bu camiinin dört minaresi olduğunu ve bunun
Kanuni'nin İstanbul'daki 4. padişah olduğuna atıfta bulunduğunu. Minarelerde 10
şerefe bulunduğunu, bunun da Osmanlı'nın 10. padişahı olduğuna delalet
gösterdiğini... Mimari olarak kubbenin 4 fil ayağına dayanan dört kemer üzerinde
durduğunu herkes bilsin. Bu kemerlerin altında 8 granit sütunu görsün herkes...
Bunun yarattığı mükemmel statiğin içeride oluşturduğu devasa genişliği gözleri
ile görsün. Süleymaniye'nin Gotik ve Rönesans tarzları gibi abartılı olmadığını,
tam tersine kemale ermenin, olgunluğun ve sadeliğin hüküm sürdüğü bir mabed
olduğunu ve bu amaçla inşaa edildiğini herkes bilsin. Herkes bilsin bu
olgunluğu, bu dinginliği.
Herkesten önce siz bilin, siz görün. Hiçbir şeyden gocunmayın. Devasa bir
kültürün ortasındayız. Bütün sisleri dağıtıp geleceğe umutla bakmanın tek yolu
bu!!! Ne olduğumuzu bilmek ve sonrasında diğerlerini tanımak. Kendimizi
tanımadan başkalarını bilemeyiz. Başkaları da kendini bilmeyene itibar etmez
zaten. Onu kullanır sadece... Şu karışık dönemlerde toplum olarak nasıl bir
tavır sergilediğimizin sebebi de zaten bu yazının içinde gizli.
Süleymaniye'de bir bayram sabahı yaşamanız dileğiyle... Haftaya da buralardayız.
Caminin çevresini dolaşacağız... Mimar Sinan'dan bahsedeceğiz... Neler mi
göreceğiz?
Saygılarımla,
Zafer Sönmez
e-posta:
zafer.sonmez@lycos.com ,
zafer.sonmez@disbank.com.tr
netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel
yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine
tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya
link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)
|