| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

"Harman köşesinde yayınlanmıştır" 03.09.1996 M.Sinan Oymacı - netyorum.com / Sayı: 78

HOŞGÖRÜ

Geçenlerde karşılaştığım bir olay, bana, toplum olarak hoşgörü sınırlarını biraz zorladığımızı düşündürdü. Girişinde, “Çimenlere basmak yasaktır” uyarı levhası olan bir parkı gözlerinizin önüne getirin. Doğal olarak, parkta dolaşan kişilerin bu uyarıya dikkat edeceğini ve çimenlerin üzerinde dolaşmayacaklarını düşünürsünüz. Aslında, Türkiye’de yaşıyorsanız, uyarı levhasında söz edilen mesajın gereğinin yerine getirilmeyerek, çimenlere basılmasını da yadırgamazsınız.

Çocuklarını (çocuk diyorsam, küçük olduklarını düşünmeyin, oldukça büyükler) çimenlerin üzerine bırakmış, koşup, oynamalarını seyreden bir hanımın, kendisini ikaz eden yetkililere cevabı çok çarpıcı; “Siz benim vergilerimle maaş alıyorsunuz, bu parklara benim vergilerimle bakılıyor. Niçin şu çocukların çimlerin üzerinde oynamasını engellemeye çalışıyorsunuz?”

Şimdi, konuya hoşgörü ve tolerans ile yaklaşmayı düşünüyorsanız, biraz sorunumuz var demektir. Bu durumda, biz de vergi veriyoruz ve eğer biz, kişilerin dolaşmasını istemiyorsak, ortalık karışacak demektir. Öyle ya, kimin dediği olacak?

Bireylerin tek tek hakları olmakla birlikte, toplumu etkileyecek konularda, birey haklarının devam ettirilmesinde sakıncalar ortaya çıkabilir. Özellikle, bir defa yasaları çiğnesek ne olur diye yaklaşımda bulunanlar olduğunda, buna hoşgörü ile yaklaşmak, toplumun ileride aynı davranışlara yöneldiğinde, engellenemeyecek olayları ortaya çıkarabilir.

Kanımca, içinde bulunduğumuz topluluğun bir bütün olarak ahlak anlayışına sahip çıkarak, bireylerin haklarını, toplum hakları üzerinde tutmadan, kişilerin düşüncelerini özgür olarak açıklayabilmesine kadar hoşgörü ile yaklaşılabilir. Hoşgörü’yü, herkes dilediğini yapar anlayışına yaklaştırmamak gerekir. Bireyin davranışları, toplumun var olma nedenini tehdit eder konuma geldiğinde, hoşgörü sınırları aşılmış, duruma müdahale edilir konuma gelinmiş demektir.

Bireylerin hakları, toplumun hakları ile bir bütün halinde korunduğu taktirde anlam ifade edeceklerdir. Aksi taktirde, herkes kendi kuralını kendisi koymaya çalışacaktır ki, kaos ortamının gelmesi kaçınılmazdır.

Önümüzdeki haftalarda, bu konuda biraz daha yazmak istiyorum. Çünkü, sadece bir tek olaydan hareket ederek, “Hoşgörü” konusunu incelemeye çalıştığımızda, bazı noktaları gözden kaçırma tehlikesi ile karşı karşıyayız. Konuyu daha derinlemesine irdeleyerek, daha fazla aydınlatılması gerektiğine inanıyorum. Özellikle, daha nelere tolerans göstermemiz gerekiyor, daha ne kadar hoşgörülü olacağız, bir an önce çözümler ortaya konmalı.

* * * * *

Bu hafta gidebileceğimiz film; “Tuzak - The Juror”. Bir Mafya liderinin yargılamasında, Jüri üyesi olarak görev alan bir kadının başına gelenleri anlatıyor. Jüri üyesi olarak, çocuğunun yaşamı tehdit edilince neler yaptığını aktarıyor. İki kelime ile özetlemek gerekirse; “Kadının Fendi” tanımlaması çok uygun gelir.

Brian Gibson’ın yönettiği filmde, başrolleri, Demi Moore ve Alec Baldwin paylaşıyorlar. George Dawes Green’in romanını sinemaya uyarlayan senarist Ted Tally’de çok iyi çalışmış.

Film, yeraltındaki karanlık dünyada nasıl yaşandığını, kendi içindeki kuralları ve acımasızlığı gözler önüne seriyor. Filmi seyrederken, böyle iki üç kişi ortada olsa, hiç sorun kalmaz mı acaba, diye düşünmemek elde değil. Film, afişinde yer alan, “Tehlikedeki kadın tehlikelidir” cümlesini, tam anlamıyla yansıtıyor.

Sürükleyici konusu olan, güzel bir gerilim ve macera filmi izlemek isteyenlere önerilir. Ayırdığınız zamana yazık olmaz.

* * * * *

Geri geldiler veya gelmeye başladılar. Yaz aylarının başlaması ile büyük şehirleri terkedip, yazlık mekanlara gidenlerden söz etmeden geçemedim. Okulların açılmasının yaklaşması ile birlikte, şehrin yaşam yoğunluğunu arttırmak üzere geri geliyorlar. Hoşgeldiniz diyelim. En azından, ekonominin canlanmasına neden oluyorlar. 

* * * * *

Fransız generali ve imparatoru, Napoleon Bonaparte (1769-1821) diyor ki; “Herhangi bir düşmanla çok sık savaşmayınız, aksi taktirde, size özgü savaş sanatının sırlarını ona aktarmış olursunuz.”

Geçen hafta, hemen hemen bunu tamamlayan bir söz vardı. Düşmanla dost olmayı öneriyordu. Burada ise, “savaşmak zorunda kalırsak, çok fazla karşı karşıya gelmememizde fayda var”, deniyor. Doğru söze ne denir. Rakiplerin, sizi kendi silahlarınızla yenmesine izin vermeyin.

M.Sinan Oymacı
TRIO Çözüm Evi Bilişim Hizmetleri A.Ş.
elektronik posta: sinanoym@triosh.com


Yorum Ekle Yorumları Listele
78. Sayı önceki yazı 78. Sayı sonraki yazı
Geçmiş Zaman Olur ki Önceki Yazı Geçmiş Zaman Olur ki Sonraki Yazı
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye