İNSAN NEDİR Kİ?
“İnsan nedir ki
Birşeylere sevinir üzülür geçer gider.” der bir şiirinde Ataol
Behramoğlu... Hayatın içinde olan çok şeyi; sevgileri, dostlukları,
güzellikleri, vefâsızlıkları, terkedenleri ve terkedilenleri, aşkı
ve ölümü (Yan yana gelen bu ikili için, bir şairin, İlhan Berk’in
bir sözünü buraya sıkıştıralım hemen... Şaire göre; “ Şairlerin
başucu kitabıdır aşkla ölüm. Öte yandan ikisi de aynıdır aslında.
Hiçbir şey, aşkla ölüm kadar özdeş değildir. Dahası, aşk, içerir
ölümü. Ölümü dışlamaz gerçek aşk. Birlikte dünyaya gelmiş
gibidirler.”) tarif ettikleri gibi, bütün bunları yapan ve yaşatan
varlık olan ve hayatın bizzat kendisi olan insanı da tarif etmeye
yeltenmişlerdir şairler...
Bilindiği gibi, onların insanı ya da "varlığı" tarifleri,
felsefecilerden farklıdır. İçinde düşünce de olmasına rağmen,
şairlerin daha çok yüreklerinden süzülen bu tarifler, mısranın
yardımıyla iner bilince ve inanca..
Belki sayfalar dolusu yazarsınız... Saatlerce saatlerce anlatırsınız
insanın ne olup ne olmadığını... Belki koca koca kitapları
devirirsiniz insanı anlatan... Fakat; o “bir damla su, bin bir
çelişki" olan insanı, bir mısra, bir dörtlük, bir şiir, bir anda
anlatır size... Kolay kolay anlatılamayan ve anlaşılmayan insanı,
kolay ele geçmeyen bir mısra birazcık özetleyip, azıcık hikâye
edebilir belki de.
İşte mısranın gücü burada daha iyi ortaya çıkar; şiirin niçin
edebiyatın özü, kolay ele geçmeyen yanı olduğu daha iyi
anlaşılabilir. Ya da bunun böyle olduğunu bilenler için, bu
böyledir.
Şair, “İnsan nedir ki
Birşeylere sevinir üzülür geçer gider.” der ama... Ve de şairden
önce daha niceleri böyle demiştir ama... Her biri bir yanından
bakarak bir şeyler söylemiştir ama... Kimi; insanın ruh dünyasını en
ince detaylarına inerek anlatmayı denemiş, kimiyse; işte böyle basit
bir söyleyişle vurgulamıştır ama... Yine de insan kendini çok şey
sanır. An gelir; dünyaları sırtlayacakmış gibi bir kuvvet vehmeder
kendinde, an gelir; bir sözüyle bütün insanları dize getirecekmiş
gibi görür kendini... Aslında yerine göre ikisi de gerek insana...
Gerektiği gibi kullanmasını bilirse eğer...
Ya hükm-ü ilâhi karşısında... Acziyetinin zirvelerinde dolaşır, o
böbürlenen, o övünen, o kendini dünyanın merkezi zanneden insan...
Çünkü, şair Sebahattin Kudret Aksal’ın mısralarıyla;
“Her akşam döndüğümüz
Ödünç evler”dir.
Ve bir bölgemizde insanlar, kiminin bildiği, kiminin bilmek
istemediği işte bu ödünç evlerinde uyurken, “hareket i arz”ın ayak
seslerini işittiler. Tıpkı Arif Damar’ın, “Seslerin Ayak Sesi”ni
işittiği gibi, onlar da "ayak sesleri kıyamet gibi" olan “depremin
ayak seslerini” işittiler. Bazıları işittiler ve sustular. Bazıları
daha işitmeye devam edecekler.
..............
"Ayak sesleri var başka işiteceksin
Bizlerin ayak sesinden
Toprağın var suların var ağaçların var
Günlerin gecelerin
Sözlerin biçimlerin ayak sesleri
Ayak sesleri el ele
Ayak sesleri kıyamet gibi
Işığın ayak sesi
Gölgenin ayak sesi
Seslerin ayak sesi"
Doğrusu, insan için, ne olup ne olmadığını kavramak, bir ömür boyu
sürer gider. Çelişkiler, inanmalar, inanmamalar, uçurumun kenarından
dönmeler ve gel gitler. Çünkü; ne kendini ve ne de başkalarını, tam
olarak çözemez insan... Her çözdüğünde, yeni bir düğümle karşılaşır
çözülmek istenen... Bu çözmeler ve bu çözmelere bağlı dalgalanmalar,
hafakanlar, kızgınlıklar, kırgınlıklar, zaafa düşüp geri çekilmeler,
hayatı ve insanları sevmeler, nefret etmeler; ta ki ruhun dünyadan
azad edilmesine kadar devam eder gider.
Bütün bunlar, bu çekilenler, “İnsan dediğin nedir ki?” sorusunun
cevabını bulmak içindir. Tarihin büyük delileri, delirme sınırında
sürgit dolaşanlar, düşüncenin yangınında kavrulanlar, düşünmemek
için çabalayanlar.... Hepsi ama hepsi de, insanın ne olduğunu
anlamak için yazmışlar, bunun için konuşmuşlardır.
Kim ne yaparsa yapsın, ömrünü nasıl ve nerelerde geçirirse geçirsin;
yine de şairin dediği gibidir son...
“İnsan nedir ki?
Bir şeylere sevinir üzülür geçer gider.”
İsmail Bingöl |