TELEFONDAKİ ARKADAŞ
Daha numarayı çevirirken, nasıl
bilmiyorum ama, numaranın yanlış olduğunu biliyordum. Telefon iki
kez çaldı, sonra birisi açtı.
Ters bir erkek sesi, "Yanlış numara!" dedi ve telefonu yüzüme
kapattı.
Canım sıkkın, bir daha çevirdim.
Aynı ses, "Size yanlış dedim!" dedi ve yine yüzüme kapattı.
Yanlış numarayı çevirdiğimi nereden biliyordu? Bu olay olduğunda New
York City Polis Departmanı'nda çalışıyordum. Bir polis her zaman
meraklı -ve kaygılı- bir insan olmak konusunda eğitim görür. Ve aynı
numarayı üçüncü kez çevirdim.
"Yeter artık," dedi adam. "Yine sen misin?"
"Evet, benim," diye yanıtladım onu. "Daha ağzımı bile açmadan yanlış
numarayı çevirdiğimi nereden biliyorsunuz?"
"Bunu da sen bul!" Telefon yüzüme kapandı.
Ahize elimde kalakaldım oturduğum yerde.
Adamı bir daha aradım.
"Buldun mu?" dedi.
"Aklıma bir tek şey geliyor...
Sizi kimse aramaz."
"Tamam buldun!"
Telefon dördüncü kez yüzüme
kapandı. Sinirlerim gevşediği için, gülerek aradım adamı bu kez.
"Şimdi ne istiyorsun?" diye
sordu.
"Yalnızca... bir merhaba demek istedim."
"Merhaba mı? Neden?"
"Ne bileyim. Sizi kimse
aramıyorsa, bari ben arayayım dedim."
"Peki. Merhaba. Kimsiniz?"
Sonunda başarmıştım. Meraklanma
sırası ondaydı. Kendimi tanıttıktan sonra, ona kim olduğunu sordum.
"Adım Adolf Meth. Seksen sekiz
yaşımdayım ve son yirmi yıldır bir gün içinde telefonla bu kadar
aranmamıştım, yanlışlıkla olsa da!"
İkimiz de güldük. Yaklaşık 10 dakika sohbet ettik. Adolf'un ne
ailesi, ne de bir arkadaşı vardı. Yakınlarının tümü ölmüştü. Sonra
ortak bir
özelliğimiz olduğunu keşfettik:
New York City Polis Departmanı'nda tam 40 yıl çalışmıştı. Orada
asansör görevlisi olarak çalıştığı günlere ilişkin anılarından söz
ederken
sesi çok içten geliyordu. Kendisini tekrar arayıp arayamayacağımı
sordum.
"Neden böyle bir şey yapmak
istiyorsun?" diye sorarken şaşkınlığını saklayamıyordu.
"Ne bileyim. Telefon arkadaşı
olabiliriz, hani şu mektup arkadaşları gibi."
Tereddüt etti. "Bence bir sakıncası yok... yani yeni bir arkadaşım
olmasının."... Sesi oldukça duyarlıydı bu kez.
Ertesi gün öğleden sonra ve sonraki günlerde Adolf'u yeniden aradım.
Sohbeti tatlıydı. Bana I. ve II. Dünya Savaşı anılarından,
Hindenburg felâketinden ve diğer tarihi olaylardan söz etti. Çok
etkileyiciydi. Ona evimin ve ofisimin telefon numaralarını verdim,
böylelikle o da beni arayabilecekti.
Aradı da, hemen her gün.
Yalnız ve yaşlı bir adama karşı iyilik yapmak değildi amacım
yalnızca.
Onunla konuşmak benim için önemliydi, çünkü benim yaşamımda da büyük
bir boşluk vardı. Yetimhanelerde, bakıcı ailelerin yanında
büyümüştüm, hiç babam olmamıştı. Adolf yaşamımda yavaş yavaş babam
yerine koyduğum bir insan olup çıktı. Ona işimden, üniversitedeki
derslerimden söz ediyordum.
Adolf yavaş yavaş yaşamımda psikolojik danışmanım rolünü
üstlenmişti.
Üstlerimden biriyle aramdaki anlaşmazlıktan söz ederken, yeni
arkadaşıma,
"Onunla aramdaki bu sorunu bir an önce çözmem gerekiyor" dedim.
Adolf, "Acelen ne?" diye uyardı beni. "Bırak aranızdaki olaylar
biraz yatışsın. Benim yaşıma geldiğinde, zamanın pek çok şeyin ilacı
olduğunu anlıyorsun. İşler kötüye giderse, o zaman konuş onunla."
Uzun bir sessizlikten sonra, "Biliyorsun," dedi sakin bir sesle.
"Seninle kendi oğlumla konuşuyormuşum gibi konuşuyorum. Her zaman
bir ailem ve çocuklarım olmasını istedim. Bu duygunun ne olduğunu
anlayamayacak kadar gençsin."
Hayır, değildim. Ben de hep bir ailem ve bir babam olsun istemiştim.
Fakat ona hiçbir şey söylemedim. Çok uzun zamandır yüreğimde
taşıdığım acıya daha fazla katlanamamaktan korktum.
Bir akşam Adolf 89'uncu doğum gününün yaklaşmakta olduğunu söyledi.
Kendi ellerimle hemen çok büyük bir doğum günü kartı hazırladım.
Kartın üzerinde bir doğum günü pastası ve 89 tane mum vardı. Bütün
iş arkadaşlarımdan, hatta komiserimden bile kartı imzalamalarını
istedim. Yaklaşık 100 imza oldu kartta. Adolf'un bundan çok
hoşlanacağından emindim.
Dört aydır telefonda sohbet ediyorduk, artık yüz yüze gelmemizin
zamanı gelmişti çoktan ve kartı kendi elimle götürmeye karar verdim.
Kendisini ziyarete gideceğimi söylemedim Adolf'a. Bir sabah oturduğu
apartmana gidip, arabamı sokağının başına park ettim.
Apartmana girdiğimde bir postacı elindeki mektupları ayırıyordu.
Adolf'un adının yazılı olduğu posta kutusunu kontrol ederken postacı
doğru yerde olduğumu işaret etti başıyla. Evet 1H no.lu dairede
yaşıyordu, durduğum yerden yaklaşık on metre ileride.
Yüreğim heyecanla çarpıyordu. Acaba telefonda kurulan aramızdaki
kimyasal yaklaşım, yüz yüze de kurulacak mıydı? İçimden bir şüphe
duygusu gelip geçti. Belki de babamın beni reddettiği gibi o da
reddedecekti.
Adolf'un kapısını çaldım. Yanıt gelmeyince daha hızlı çaldım bu kez.
Postacı başını kaldırıp bana baktı. "Kimse yok," dedi.
"Evet," dedim, kendimi biraz
tuhaf hissediyordum. "Telefonu yanıtlaması kadar uzun sürüyorsa,
kapıyı açması da."
"Akrabası falan mısınız?"
"Hayır, arkadaşıyım yalnızca."
"Çok üzgünüm," dedi üzgün bir
sesle. "Bay Meth önceki gün öldü."
"Öldü mü? Adolf mu?" Bir an verecek bir yanıt bulamadım. Şaşkınlık
içindeydim, inanamıyordum bir türlü işittiklerime. Sonra kendimi
toparladım, postacıya teşekkür ettim ve dışarıya çıktım. Arabama
doğru yürürken gözlerim yaşlarla doluydu.
Tam köşeyi dönerken, bir kilise gördüm ve o anda İncil'den şu tümce
geldi aklıma: "Bir arkadaş her zaman sever. Özellikle öldükten
sonra", dedim içimden. O anda bir şeyin farkına vardım.
Yaşamlarımızdaki güzelliklerin farkına varmak kimi zaman ani ve
beklenmedik bir olayla mümkün olur. Şimdi, yaşamımda ilk kez,
Adolf'la birbirimize ne kadar yakın olduğumuzu anladım.
Her şey ne kadar da kolay olmuştu, bir dahaki sefere kendime yakın
bir arkadaşı çok daha kolayca bulacaktım.
Yavaş yavaş bir sıcaklık kapladı bedenimi. Adolf'un ters sesini
işittim.
"Yanlış numara!" Sonra kendisini
neden bir daha aramak istediğimi sorması geldi aklıma.
Yüksek sesle, "Çünkü sen benim için önemlisin Adolf!" dedim. "Çünkü
ben senin arkadaşındım."
Açılmamış doğum günü kartını arabamın arka koltuğuna koydum ve
direksiyona geçtim.
Arabamı çalıştırmadan arkama
döndüm, "Adolf," diye fısıldadım:
"Ben yanlış numara çevirmedim.
Sen benim arkadaşımdın."
Jennings Michael Burch
Not: Sayın Bilal Uyan'a teşekkür ederiz. |