KIZIL AKŞAM
Akşamın kızıl aydınlığı son
dakikalarını yaşarken
Çiçeklerle süslenmiş bir bahçede, gelincikler açmıştı
Yüzündeki gülümsemede son dakikalarını yaşıyordu
Tebessümü kırık kalbini gizleyebilmişti,
Gökyüzündeki yıldızlara bir sönen yıldız daha eklenmişti o gece
Kalabalığın içinde istemediği bir yalnızlık çökmüştü içine
Tam bir palyaçoydu kızıl akşamda
Kolu, kanadı kırılmış,
Kırılmadık bükülmedik bir boynu kalmıştı
Tırnağını çarpmış taşa, kanlar içinde kalmış
Onu ayakta tutmaya çalışan ayakları,
Içinde öyle büyük bir kırgınlık ve acı hissediyordu ki
Farkında bile olamamış.
Acımıyordu...
Kalbindeki acıdan başka
Hiçbir acıyı duymuyor, hissetmiyordu.
Taşımak artık çok güçleşmişti
O kızıl akşamda yalnızlığı,
Sevdiği ellerde
Gözleri kaçamak bakışlarla sevdiğinde...
Müzik ise hiç yardımcı olmuyor, geçmişi getiriyordu
Kızıllık gittiğinde yüzlerce mum
Geceyi aydınlatmaya yetmişti,
Biri sönse diğeri yanıyordu
Sönenleri de hemen bir el uzanıp yakıveriyordu,
Gece çok aydınlıktı
Ama kalbini tek bir mum aydınlatıyordu,
Sönse idi ne yakacak bir el
Ne de yerini alacak başka mumlar yoktu
Rüzgar gözlerinden geçti, yüreğinden geçmedi o akşam
Bir tek o anladı onu
Içindeki karanlığı bir tek rüzgar bildi...
Estikçe gözlerindeki yaşlar gitti,
Gizleyebildi kalbindeki kırgınlığı ve sevgiyi,
Hala yanan bir tek mum yüreğindeki
Sönmeye mahkum olan...
Gelincik bahçesi,
Kızıl akşam,
Aydınlık gece,
Birkaç kadeh kırmızı şarap,
İstanbul'un yok edilemeyen güzelliği,
Ve siyah elbiseli, taş yürekli, sarhoş kadın
Eski şarkılarla geceden geriye kalan...
Daruma - 23.6.2003
e-posta: daruma@netyorum.com |