KADINIM
Köhne bir yük katarı gibi ayak parmaklarımızı ezerek
önümüz sıra geçen bu yorgun asır, bizim asrımız değildi.
Korkarım, tozu dumana katarak pürtelaş gelen yenisi de, o imanla
beklediğimiz ahengin asrı olmayacak.
Raylar üstünde alelade bir tımarhane bu...
... tıklım tıkış vagonlarında vahşi bir itiş kakış; dumanında genzi
yakan bir ihtiras kokusu...
Şüphesiz zamanla bu cinnet de ufukta yitip gidecek; lakin bizim için
başka katar yok ömrümüzün içinden geçecek.
Görünen o ki kadınım, seninle biz, "hayat" denen bu metruk peronda,
üzerinde adres yazmayan mektuplar gibi bekleşip, aşkımızı acılardan
damıtarak yaşlanacağız.
* * *
Öyle bir çağdayız ki, insanoğlu geçen asır düşünü
gördüğe "denizler altında 20 bin fersah" yolu kat edip, "arzın
merkezine" yaklaştıkça, uzaklaştı insanlığından...
Kalabalıklaştıkça arttı kayıtsızlığın ıssızlığı...
Her bineni ise bulayan sefil bir trenle onun borsadan başka tapınak,
paradan başka tanrı tanımayan son yolcuları, kainatın raylarındaki
şiiri, ilhamı, aşkı ezip geçti.
"Ah o gönü1 şarkıları" sustu önce...
Sonra, sevdaların ömrü kısaldı; tadı kaçtı hasretin, şehvetin harı
söndü.
Sanal posta kutusu, mektubu öldürdü; bak, bir tek satır yok
kalemimden sana kalacak.
Silinip gidiyor telefondaki aşk mesajları; "seni seviyorum", -ki
amentüsüdür itiraf gecelerinin- parfüm sıkılmış plastik bir gül
dalının teybinde tutsak...
Korkuyorum gülüm; "Seni seviyorum" desem sana, plastik kokacak.
* * *
A kadınım,
A hüznümün bançesi!..
Görmem mi sanırsın; sesi kısık gözlerinin nicedir... dudakların
buselere sağır...
Oysa ben, haykırmak için sesine, solumak için nefesine muhtacım.
Bilsen neler verirdim bakışlarından o kederi silebilmek, sana
itimadın hazzını yeniden verebilmek için...
Lakin öyle bir tufana yakalandık ki, birbirimize kavuşmak için
çekiştirdiğimiz kement boğuyor bizi...
Mübadele garında saadet ülkesine kesilmiş iki biletle mecalsiz
bekleşiyoruz.
Kudretim olsa, seni bu harabe istasyondan kapar, koştukça
yelelerinden takvim sayfaları uçuşan bir kısrağın terkisine attığım
gibi, o çok sevdiğin ihtişam romanlarının mağrur asrına taşırdım.
Soyunurduk bütün o delik deşik kostümlerimizden, boyası akmış
maskelerimizden... mecburi rollerimizden...
"Devamsızlık yüzünden" tarihten kovulmuş iki muzip çocuk gibi, azad
olurduk kendimizden... Benim boynumda alıçtan kolyeler, senin
tebessümünde sümbülden gamzeler; çözüp dudaklarımızın mührünü, iç
çekişlerimizi toprağa gömer, her akşam ilk sana gülümseyen yıldızına
ip dolayıp keyifle ayaklarımızı sallandırırdık dünyaya...
Dilimizde, "kavuşmanın tadını/ayrılık feryadını" taşıyan bir
şarkıyla...
Uşşak makamında...
Can Dündar
Not: Can Dündar'ın "Nereye" isimli
kitabından alınmıştır. Daha fazla
bilgi için tıklayın.
|