MEDENİYET DEDİKLERİ
17. yüzyılın
ortalarına doğru Madagaskar içlerinde yol alan iki misyoner
Woods ile Blake, dönüş yolculuğu sırasında yedi yaşlarında bir yerli
çocuğa
rastlarlar. Urutau adlı çocuğu da İngiltere'ye beraberlerinde götürmeye
karar verirler.
Urutau, o zamanın en iyi okullarında eğitilir, Latince ve Yunanca öğrenir.
Bir İngiliz gibi yetişir. Görünüşte son derece uyumludur, zekidir... Otuz
yaşına geldiği gün ortadan kaybolur... Geride küçük bir defter
bırakmıştır.
"Çocukluk evresini aşamadım. Sizin çocuklarınız bile benden daha olgun
doğuyorlar. Bu nasıl oluyor anlamıyorum. İçimde ne iyilik var, ne de
kötülük. Ne suçluluk duyuyorum, ne de gurur... Bütün öğrettiklerinizden
bir
şey anladım. Nedir diyeceksiniz öğrendiğin. Basit, ben sizlerden
farklıyım.
Mesela sözcükler... Sizinki de dahil olmak üzere, - benim fakir dilimi de
eklersek - dört dil biliyorum ama kelimelere güvenmiyorum. Burada her
şeyin
değişmez bir adı var. Oysa hatırlıyorum, benim ormanımda, sözcükler,
mevsimlere, güneşe, geceye, yağmura veya sise göre değişirler... Görmüyor
ve
fark etmiyorsunuz...
Örneğin şu karşıdaki elma ağacı, onu gördüğümden beri kaç isim
değiştirdi...
Siz şimdinin geleceği değiştirdiğini varsayıyorsunuz...
Bence yanılıyorsunuz... Gelecek şimdiyi, henüz var olmayan ise var olanı
belirliyor...
Siz dünyaya sizden ayrı bir şeymis gibi bakmaya alışmışsınız... Ben bir
şeyi
görürken kendime bakıyorum oysa, kendimi görmek için bakıyorum... Ben
kendi
kendimin labirentiyim.
Hayatımı ölüme göre tasarlamayı yeğliyorum... Ölüm benim arkamdan
gelmiyor,
ben ölümün peşi sıra gidiyorum...
İyiliği reddediyorum... İyilik, çocukluğun kutsal krallığını yasaklamakla
eş
bir şey, benim için... Şiddet ve kötülük ahlak düzeniniz gereği
hapsedildikçe hayat saf bir lütuf olmaktan çıkıveriyor... Niye
anlamıyorum,
hayatı düzenlemeye, onu kötülükten ayrıştırmaya bu denli çaba
harcıyorsunuz... Lanetleyip yeryüzünden kovduğunuz her şey sizi hasta
edecek...
Çocukluğu ayrı bir dünya olarak gören uygarlığınız, rastlantıyı, oyunu ve
hatayı reddediyor... Kendine egemen olmak; eğitiminizin özü bu... Her
çocuğun içine bir bekçi köpeği yerleştiriyorsunuz ve o köpek ölene kadar o
insanı gözlüyor... Her uygunsuz harekette ya da düşüncede köpek çocuğu
ısırıyor... Sizin toplumunuzda yaşamak için olmazsa olmaz bir kural var:
Suçluluk duygusu... Sizin bekçi köpeğinizin adı bu...
Ben masum olmak istemiyorum... Özgürlüğümü, kötülük özgürlüğümü
istiyorum...
İyilik kabullenmektir...
Henüz ahlakınızın erişmediği ormanıma geri döneceğim, içimdeki köpeği
zehirleyecek kara büyüler sadece orada..."
|