| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

14.06.2001 Feynur Gümüş - netyorum.com / Sayı: 75

BİR DEMET ANTALYA

Bunaltıcı denecek kadar sıcak olan bir Haziran günü...

Bulutlar her an isyana hazır. Önce rüzgâr esmeye başlıyor, alnımdaki boncuk boncuk terleri kurutacak kadar sert, çimlerin papatyaların boynunu büktürecek kadar haşin. Bulutlar isyana başlamış "kudretimi anlayın" dercesine, kükrercesine, hükmedercesine... Yüreklere korkuyu yerleştirirken kendini farkettiren kara bulutlardanmış meğer diyorum peydah olmuş olan
rüzgârın sebebi. Bu kükreyişin yerini gözyaşları misali usul usul yağan yağmur alıyordu. Yürek yumuşaması gibi, deminki gökgürültüsünün yerini yere değip de, huzur veren yağmurun sesi alıyordu, hoş bir name misali kulakları dolduran... İşte bu yağmurun ilk damlası bir suçlu misali sessizce süzülürken yanağımdan beni geçmişe götüren bir yol olduğunu bilmem neden farkedemedim o an.

Sizler Akdeniz'in kavuru sıcağını hissettiniz mi hiç teninizde, duru sularına bırakıverip Antalya'nın büyülü havasına kaptırdınız mı kendinizi?

Antalya'nın bize kucak açtığı, güzelliklerini paylaştığı an '98 yılının Haziranıydı. Tertemiz caddeleri, insan dolu kaldırımları ve daha önce görmediğim kadar çok ve bir o kadar güzel olan palmiyeler egzotik, mistik bir havaya sokuyor bizleri.

Bu şehirde her şey ziyaretçiler için tasarlanmış durumda. Hoş; olmasın da ne olsun, geçimleri turistlerden değil mi? Tabelalarda
Türkçe bir kelime görmek zor, lâkin imkânsız değil. Değil de, insan kendini yabancı bir ülkede hissediyor kendi memleketinde. Siz sadece caddede yürürsünüz, laf atmayan kalmaz. Hemen kötü düşünmeyin, adım başı lokantalar var ya, hemen "welcome"'la başlayan ve daha bir çok dilde hoşgeldiniz derler size ve ağzınızı bile açmadan, oturup garson bile beklemeden menüyü sayarlar
size hemen.

Bunları geçip evleriyle, camileri ve kaleleriyle tarih kokuyor olmasına gelelim Antalya'nın. Roma, Bizans derken Selçuklu'lara ev sahipliği yapmış olan bu şehri yabana atmamak gerek. Sokaklara daldınız mı alışık olduğunuz betonlar arasında bir heykeltraş tarafından özenle yapılmıs heykeller kadar güzel, halkın kaleiçi adını verdikleri, ahşapla betonun görülmemiş bir ahenkle biçimlenip size göz kırptığını farkedersiniz. Modern görünüşü içinde eskileri muhafaza etmeyi başarmış. Yüzyılları yansıtan türbeler, şu an işletilmeyen kalın kapıları zincirlenmiş hamamlara sadece tarihçeleri çivilenmiş durumda.

Alanya merkezden Alanya kalesine çıkmaksa eğer maksadın, görüp de anlarsın yolun yokuşluğunu. Hani bir de Kızılkalesi vardır, denize uzak olmayıp batan güneşle kızıl gibi görünüyor olan, bir de orayı göreyim diyorsa yüregin, yokuş aşağı aşındırmaktır yolları görevin. Gündüz bir başka güzeldir, akşam bir başka Antalya'nın ilçesi Alanya. Işıklandırma harikülâde denecek kadar mükemmel. O ışıkları küçük ve ilginç olan o ağaçlara nasıl da kondurmuşlar. Yokuşu göze alıp ulaşınca tepeye, kapılmamak mümkün değil Alanya Kalesinin heybetine. Akıl sır erdirmek mümkün değil ya ataların işine biz de çözemedik kalenin heybetindeki sırrı. Bugüne kadar döneminin izlerini taşıyarak gelmeyi başarmış lakin onun güzelliğini bozan şu demirler de olmasa. Kocaman kapılardan içeri süzülürsünüz hani virajlı, insanın yüreğini ağzına getiren yolları aştınız ya bakın tüm Alanya ayaklarınızın altinda. Parmaklıklar konmuş ziyaretçiler uçurumdan yuvarlanmasın diye. Bir de göremeyip büyük kapılardaki zincirlere takıldığımız yerler, belki de gizli geçitler, nice padişahları barındırmış odaların bulunduğu gizem kokan yerler hep öyle kaldılar, büyük ve kilitli kapıların ardında. Kalenin bir de denize bakan tarafı vardı ki; buradan atılan taşların bir türlü denize ulaşamadığı söylendi. Deneyip de başaramayanlar bu söylentiyi kanıtlayanlardı.

İlkçağ'a ışık tutan Karain, Beldibi mağaralarını geçip Damlataş Mağarasına geldik. Loş olan ışıklandırma büyük olan sarkıt ve dikitleri görmemize yetiyordu. Bir de küçük olup tavanı boş bırakmayan sarkıtlar vardı. Nemli bir hava, kapalı bir mekanda olmanın verdiği baskı ama bu mekan astım hastalarina iyi geliyor hani sarkıtlar nedeniyle meydana gelen o ilginç atmosfer var ya işte bu sebepten dolayı...

Anadolu'da Argosluların kurduğu Aspendos'a selam verdik. Aspendos tiyatrosundan içeri süzülürken hayran bakışları gizlemedik. Aspendos, bugün gezmeyi başardığımız kalıntılardan biri, Roma ve Bizans'a ait diyor ansiklopedi bilgileri. On beş bin seyirci kapasitesine sahip, beş bölmeden oluşan tiyatro yarım daire biçimindeki oturma yerleriyle, elli kemerli galerileriyle flaşları patlatıp, kameralara sarılmaya zorluyor ziyaretçileri.

Bir de sesine kapılıp ruhunuzu dinlendiren Manavgat şelalesi, Düden çayı vardır. Eğilerek geçtiğiniz mağaralardan bakarsınız akmakta olan yeşil sulara. Manavgat'ın engel tanımayan sularına bakıp kaptırasiniz gelir de kendinizi yapamazsınız. Düden iki ayrı koldan gelip de birleştiği şelaleden akışına bakar da oradan süzülmeyi dilersiniz, gel gör ki başaramazsınız.

Kemer'e doğru aşarsınız yolları, virajların keskinliğinden kurtulamazsınız lakin cennetten bir köşe dedikleri güzellikleri görünce hiçbir şeyin öneminin kalmadığını farkedersiniz.

Otobüs son durağa varınca tabanlara kuvvet der de çıkarsınız yine tepelere "çadır yörük"'lere varır da bir kez daha büyülenirsiniz. Keten çadırlarda yaşamış topluluklar... Çadırları ev bilmiş, çamları, ağaçları siper etmiş insanları düşünürsünüz. O çadırlara şimdi mankenleri nasıl da kondurmuşlar. Yer sofrasının yanına minderleri nasıl da yakıştırmışlar der ve ayrılırsınız bu Kemer'deki yörükten.

Sanki buralar bırakmak istemiyor bizi "gitmeyin" diyor gibi... Yine aniden bir rüzgârdı çıkan, havanın kederlenişi, yağmurun yine yağışıydı oradan ayrılıyor olduğumuz an.

"Havada bir dost eli okşuyor denizi boynu bükük adalar tanıyor sanki bizi". Adını bilmediğim bir şairin dizelerinde saklı duyguları yaşıyordu Antalya, her ne kadar Akdeniz sularında adalar göremiyor olsak da. Geçmişe yolculuk bir yağmur damlasıyla başladı lakin
bugüne dönüş ıslak saçlarımı kurutmakta olan güneşle oldu. Antalya, elbet görüp de dile getiremediğim güzellikler, bilmeyip de söyleyemediklerimle dolu.

Lâkin diyorsa yüreğiniz Antalya görülmeye değer bir yer, daha fazla ertelemeyin bu arzuyu ve cennet ülkemin bu harikülade güzelliklerle dolu şehrine yolunuzun düşmesine izin verin...

Feynur Gümüş 


netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)


Yorum Ekle Yorumları Listele
75. Sayı önceki yazı 75. Sayı sonraki yazı
   
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye