| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

22.12.2005 Nurşen Görşen - netyorum.com / Sayı: 166

AFFET BENİ SEVGİLİ ÖĞRENCİM

Mevzuatlar, müfredatlar aynı da olsa yapısal özelliklerimize bağlı olarak ders veriş yöntemimiz, tarzımız farklı olabiliyor. Hepimiz aynı akvaryumun farklı renkli balıkları gibi aynı suyu, atmosferi paylaşıyoruz. Düsturlarımıza, referanslarımıza bağlı yaklaşımlar, iletişimler kuruyoruz. Okulun huzurlu yapısı, pozitif bir ortamı varsa küçük şeyler hoş görülebiliyor, sonuçta önce insanız hepimiz.

8 yıllık İlköğretimin kuruluş aşamasında, okullarda pilot uygulamaların yeni yeni başladığı 1993 yılının ilk yarı dönemindeyiz . Ben, banka hizmetinden öğretmenlik mesleğine geçmişim, yeni öğretmenim yani. Çocuklarımı büyütmek için bankadan istifa edip büyüdüklerinde, otuzundan sonra fakülte bitirip yaşlı öğrencilik yaptığım ve sevdiğim çalışma hayatından uzak kaldığım için yeni kurum ve meslekte her şeye idealistçe bakıyorum. Birazcıkta sanatsal üretimlerim, çalışmalarım olmuş. Branşımı, mesleğimi bulmuş olmanın hazzıyla canla başla koşuşturuyorum. Tabi yeni bir- kart- balığım ya, girdiğim ortamda önce kabul görmeli, bu arada mesleğin inceliklerini öğrenirken öğretmenlere uyarlanmış fıkranın yaşantısını yaşamalıyım. (Fıkrayı bilirsiniz; ölenleri melek karşılıyor ve merhuma birçok oda göstererek, sonraki yaşamını hangi odada geçirmek istediğini soruyor. Her odada iki zebani nöbetçinin bulunduğunu gören merhum soruyor: -Burada kimler yaşıyor? Melek açıklıyor: Burada avukatlar yaşar, diğerinde doktorlar v.s. Görevli zebanilerin bulunmadığı bir oda merhumun dikkatini çekiyor. Ortada bir büyük küp, insanlar içinde. Birisi nefes alabilmek için başını çıkardığında alttan bir el uzanıp başından bastırarak içeriye sokuyor. Merhum, burası kimlere ait? Diyor. Melek yanıtlıyor: - Burası öğretmenlerin odası!)

Bir depo okuldayım. Geçmişinde sorunlu, soruşturmalı bir okul. Başka okula tayin bekleyenler, emeklilik yaşı yaklaşmış sınıf almayan arkadaşlar çay içip sohbet ediyorlar. Kendileriyle ilgili beklenti içindeler. Her nasılsa dışlanmış ve çalışmaya küstürülmüş arkadaşlar da boşlar kervanına katılıp, bilgi alışverişi de ne imiş dercesine sohbeti dedikoduya katıp çoğaltıyorlar. Birbirimizi dinleyerek- anlayarak değil maalesef, arkadan negatif yakıştırmalar bol. Sözler sahiplerine aittir ya boşluktan oluşuyor hepsi. Çalışanların yanında çalışmayanlar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Balık baştan kokar örneği idarecimiz kendi derdinde, kantinde simit satmakla meşgul.

Eğitimle-öğretimle ilgisi yok: Törenlerde ara ki bulasın. İntibak düzenlemesi, hizmet birleşimi isteriz, özlük hakları hak getire. İlaç yazdırmak için sevk isteyeceğiz, çoğu kez yerinde bulmak olası değil. Okul sekiz yılda altı idareci değiştirmiş. Çoğu soruşturma geçirip, öğretmenliğe geri gönderilmiş. Şimdi her şey yerli yerine oturur derken biri gidip, diğeri geliyor. Deneyimli öğretmen görevini yapıp gidiyor. Çoğumuz çocuklar gibiyiz, görevi, eğitimi-öğretimi bırakıp birbirimizle didişmekteyiz. -Boşluk insanı rahat bırakır mı?- Dur diyen yok. Mekanın ruhu, suyu bulanık akvaryum sanki. Duygulu, duyarlı öğretmenler huzursuzluk içinde…

İç huzurunuza, prensiplerinize de dayansanız insanın ruhunu yaşadığı mekandan soyutlaması zordur. O karmaşa içinde bir gün, sekizinci sınıflarda ders işliyorum. Uyarıma rağmen konuşmasına devam ettiği için, kızgınlıkla bir kız öğrencimi tokatladım. Çocuklar beni genellikle yumuşak, güler yüzlü ve sevecen tanırlar. Elimin kalktığı görülmemiştir. Kendi çocuklarımda bile. Nasıl olduysa o gün, böyle oldu. Çocuk yüzüme bakakaldı, sertleşmemi yadırgadı. Ben dersimi bitirip sınıftan çıktım. Ertesi gün Mehtap’la okul merdiveninde karşılaştık. Beni görünce gözleri doldu, ağlayarak kaçtı. Ben içimden; “ Koca kız (yaşının da irisiydi) sekizinci sınıfa gelmiş, sınıfta nasıl davranılacağını öğrenmemiş, annesinden hiç mi tokat yemedi (derste bana bir şey soracağı zaman dalar, ‘anne’ diye söze başlardı) uyarmama rağmen de durmadı, hak etti . Gelip benden özür dilemeli” diye düşünüyorum. Ama, Mehtap özür için yanıma gelmediği gibi beni her gördüğünde gözleri dolarak ağlamaya başlıyor ve yanımdan kaçıp gidiyor. Bu hali üç gün sürdü. Benim içim ezilmeye, üzülmeye başladı. Bu kız beni gördükçe neden ağlar?. Ben onun için, ‘hak etti’ diye düşünürken, bu kadar mı ruhunu yaraladım? Çocuğu çağırıp, konuşmaya karar verdim. Boş olan müdür odasında buluştuk. Gözlerinin içine baktım, gene doldu gözleri. Ağladı, ağlayacak… N’oldu Mehtap?” dedim. Başını öne eğdi, zor duyulan bir sesle “bana vurdunuz” dedi. “Kızım, ben sana neden vurdum biliyorsun. Uyarıma kulak asmadın, hak etmemiş miydin? ” dedim. Başı önünde sessizlik içinde öylece kaldı. Gözlerinde biriken yaşlar yanaklarından süzüldü. Gidip kendisine sarıldım. Boşaldı, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Beni de ağlattı. Kendisine isteyerek vurmadığımı, o an başka uyarıları seçerek yaklaşacak durumda olmadığımı, yetişkinlerinde sıkıntılarının ve gergin olabileceği günlerinin olabileceğini anlattım. Ders işlerken söz alarak konuşması gerektiğini belirttim. O da, bir daha derste gürültü yapmayacağına söz verdi, özür diledi.

Mehtap sözünde durdu.Yıl sonuna kadar suskun ama bana kapanmış bir çocuk gördüm.

İki yıl sonra, lisede görevli bir öğretmen arkadaşımdan Mehtap’ın öğrencisi olduğunu öğrendim. Kompozisyon yazılısında kendisinde iz bırakan anı olarak beni ne kadar sevdiğini ve o günü anlatmış. Yazısını “Bana vurmayabilirdi” diye bitirmiş.

Bu gün meslekte onuncu yılımdayım ve huzurlu başka bir mekandayım. Gene idealistçe çalışmalarımı sürdürüyorum. Derste ne zaman çocuklar cıvıldaşmaya, gürültü etmeye başlasa, dikkatlerini çekmek için sesim sertleşip yükseldiğinde susan ve açılan o boncuk gözlerde Mehtap’ı görüyorum.

Bir çocuğun ruhunu yaralamak çok kolay. İyi seçilmemiş rasgele kırıcı bir söz, sert bir davranış ruhunda kalıcı izler bırakabiliyor. Zaman içinde kendi çocuklarımızda bunu telafi edebilsek de, öğrencilerimiz elimizden çabuk uçup gidiyor. Hele duyarlı olanlar; onlara yüklediklerimizle, yaşattıklarımızla gidiyorlar. Bizlere en önemli şeyleri öğreterek…

Affet beni sevgili öğrencim, SANA VURMAYABİLİRDİM.

Nurşen Görşen - 29.03.2003
e-posta: nursengorsen@hotmail.com


netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)


Yorum Ekle Yorumları Listele
166. Sayı önceki yazı 166. Sayı sonraki yazı
Yazarın Önceki Yazısı  
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye