|
22.12.2005 Nesrin Özyaycı - netyorum.com / Sayı: 166
NAFTALİN SİNMİŞ ÖYKÜLER
Eskiler, narin, ince.... İncelikli, itinalı, el emekli göz güherli... Bin bir
umutlu, ilmek ilmek sevgili, kıvrım kıvrım hayalli... Dalıp gittim çocukluğumun bez
bebekli günlerine. Nasıl da otururdum annemin dizinin dibine... Oturur, çeyiz sandığımız
için hazırladığı el işi göz nuru nakışlara nasıl da bakardık... Üç kız kardeşe
paylaştırılmış bohçalar... Özene bezene katlanmış nadide eserler denilse daha
anlamlı... Yanlış yerde yanlış zamanda dünyaya gelmiş ve kadri bilinmemiş dahi
ressam misali biçare bir Anadolu kadının elinden, yüreğinden, sanatında çıkma... O
yamalı bohçaların içindekilerin öyküsü nedir, kim bilir... Bilen bilir, değil mi?
Bilen bilir...
İpek de anasıyla, ninesinin kızı... ‘Kurt ulusuna çeker’ derler, doğru herhalde.
Tutturdu, illa da elbise dikecek... Kumaş ister... Çekiştirip durur elimden... Açtık
sandığı birlikte. “Şu benim çeyizim, şu ablamın...” diyor. Ablası ilgisiz şimdilerde.
Dört şıklı seçeneklere hapsoldu yavrucak ve onun gibi daha niceleri. Çeyiz meyiz,
pek o taraklarda bezi yok. Küçük, evcimen. Son derece. Hayırlısıyla bir büyüseler...
Açtık ceyiz oyma sandığı bakıyoruz; baktıkça ne şahaneler görüyoruz, ne güzellikler,
emekler...
Her bohçanın üzerinde bir etiket... ‘İğne işleri’, ‘mutfak takımı’, ‘oyalı
yazmalar’, ‘yatak takımları’... Amannn... Ne sabır, ne göz nuru dökülmüş; ne
büyülü hayaller sürülmüş üzerlerine... Rahmetli annem, “Şunu da ananız, öz
canı için işlemiş, bakın...” derdi, sağ olsaydı. Okuldan gelip iş güç bitti
mi, el işleriyle uğraşmak marifetti biz gibi şark kızları için. Yaz tatillerinde,
gergef başına oturur nakış işlerdik... Nakış, iğne işi, Antep işi. Biraz daha
detaylara inmeli: Kartopu, ciğer deldi, çin iğnesi, kuş gözü, dolama, sarma,
bebekli... Nasıl güzel isimler böyle... Hepsi de ya doğadan ya bir acıdan, hayalden
alınmış bir bir... Doğanın, hislerin beze, ipliğe yansıması. Bu ne güzel cefa, ne
hoş çile... İpek kumaşın ipliklerini iğneyle çekilerek kuyu kazma işi, bir güzelliği
aramak için... Göz, el, beyin arası bir çalışma, bir genç kızın hülyalarına bir
umut rengi katmak için... Büyük bir ustalık, sanat. Zevkli, paha biçilmez değerler...
Şu sırma sabahlık. Bunlar sırma bohçalar... Şunlar da tel işi yastık tepeleri...
Rahmetli annemin vasiyeti, “Sırma işlerini naftalinli sandığa koyma!” sözleri
daha dün gibi kulaklarımda. Nasihatini unutup naylon poşetlere sarmışım, ama
bereket, bir şey olmamış. Kararmamışlar, hala ilk günkü gibi. Yoksa, anamınki batıl
itikat mı? Bilemiyorum. Hele şu Halep işli namazlıklar, antika bir servet. Bilemiyorum
kaç yüzyıllık olduklarını. Ninem rahmetlinin ninesinden kalma. Birinin kenarı
sararmış. Anam da yanımızda olsaydı, “Şeytan götürmüş, vah vah! Başıma taş!..”
diye diye dövünürdü. Yıllar yılı bekleye bekleye insan sararır solar, değil ki
kumaş... Peki, kutnu kumaştan diktiğim sabahlığım nerede ola?.. Anadolu folklörünün
sembolü.
Başka?.. Keten üzerine paha biçilmez, parayla ölçülmez göz nuru akmış. Genç kız
Nermin’in akıttığı pürü pak nurlar, cevizden bir sandığa, umutlu bir geleceğe...
Peki ya kızlarım?.. Onların dünyası başka. Devir değişmiş. İşte ben, duvara asmışım,
karşımda. Üzerinde bir etek; bir bluz, askılı...
İpek ne kadar düğme, boncuk varsa alıp yere döşemiş, ilik kutusundan. Rengarenk bir
gece elbisesi üzerinde çalışıyor. Şimdilerde giyilmesi olanaksız, ama nefis bir
dizgi... Babamın sesi kulaklarımda... “Yeter! Kaldır şu dökük saçıklarını,
ayaklarımıza iğne batacak!” diyor... ‘Gözüne yazık, uğraşma!’ tavırları...
Oysa şimdi, nasıl müşfik babam... Keşke yaşlanmasaydı da söylenseydi eskisi gibi.
Tükenmeyen, tükenmiş çocukluğum, gençliğim ah!.. Ağzı zor kapanan şu sandığa mı
sıkışıp kaldınız? Çeyizim. Güzel, ince, ama bu kadar çaba kime, neye? Ele güne
karşı mı? “Kenarı çevrili bir çaputu da yokmuş!” demesinler diye mi? Dolup
dolup boşalan gelin bakmalarda göğsünü gere gere göstermek için mi? Sinameki Antep
kadınlarının ağzını hayranlıktan bir karış açtırmak için mi? Yeni gelini görmeye
gidilirdi, mahalleden mahalleye. Bu da güzeldi, ayrı bir keyifti. Pek yok artık o gelin
görmeye gitmeler... Adı değişti böyle geleneklerin. Kermeslere dönüştü! Taş
merdivenlerden tırabzanlara tutunarak inen ayağı takunyalı bir yeni gelinin kınalı
parmaklarını görüyorum şimdi, donuk bir dünyanın gerisinden... Donuk, soğuk şimdi
her şey... Savaşların, çekişmelerin soğuğu ısıtıyor dünyamızı... Sevinç, hüzün
kınaları silinmiş, çekip gitmiş uzak diyarlara... Kınalar... Nelere kına yakardık
biz? Dönülmeyecek sözlerimize... Askere, geline, damada, kurbanlık koyuna... Çoğu değerden,
sözden dönülür oldu maalesef... Sözler yok, özler yok, özlemek yok, kadir kıymet
bilmek yok... Sevgisizlik çok, samimiyetsizlik çok, riya çok, yalan çok, çok...
Açtık yamalı bohçamızı. İçi yama yapılacak kumaş dolu. Nur içinde yatasın
anam. Devir değişti. Nerede yama, nerede sen?.. Nerede o Sümerbank basmaları?.. Hepsi
güzel bir hayaldi, hayallerde kaldı. Aklım gitti aklım. Geçmişimin salıncak ipleri
kırıldı. İpek alabildiği kadar kumaş aldı. Bohça boşaldı. Geriye sadece yamalıklı
bohça kaldı. Sandığın üzerini iyice kapattık, kalın bir örtüyle. Bir de baktım
ki, ne göreyim, yerde bir naylon dosya, içinde üç öykü. İlgimi çekti. Unutmuşum
neden sakladığımı bu dosyayı... Daldım gittim geçmişimin alacakaranlığına.
Kimmiş yazan? Kime yazmış? İkisinin adını okuyamadım. Solmuş, sararmış harfler.
Üçüncüsü, ‘seçgel’, ninemin dediği gibi. Okunaklı yani. Gözüm seçmekte.
Silinmemiş yazıları. Bir mektup. Kime? Bu nakışlar her kimeyse ona... Bir ilk göz ağrısına
belki, bir onulmaz gönül yarasına belki, bir hayal kırıklığına, bir imkansıza...
Dosyayı da bırakayım, diyorum, olduğu yere. Bu dünyadan göçüp gittiğim vakit, kızlarım
sandığımı açınca isterlerse, varsın okusunlar. Ne çıkar? Analarının gönlünden
geçip giden, yüreğini delip parçalayan bir his, bir hatıra yadigar kalsın...
Her şeye naftalin sinmiş. Oymalı sandığıma da, hayallerime de, umutlarıma da
naftalin sinmiş. Sevgiliye de... Geçmişin acısını, ağır izlerini gün gelir usul
usul silerim demiştim. İşte bu gün, açılan bir sandıkla, açılan bir yara gibi;
kumaşa batan bir iğneyle bir deseni çizer gibi yeniden çizildi. Yeniden örüldü üzerime,
bütün varlığımı saran bir dantel motifi gibi. Göz yaşlarımı saklamaya çalıştım...
Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com
netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın
organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir.
Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link
verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.) |
|