|
24.11.2005 Prof. Dr. İbrahim Ortaş - netyorum.com / Sayı: 164
24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ NEDENİYLE ABRAHAM LİNCOLN'UN OĞLUNUN
ÖĞRETMENİNE YAZDIĞI MEKTUP ÜZERİNE GÖRÜŞLER
Anne-babadan sonra bireyin öğrenme ve buna bağlı olarak gelişmesinde
en büyük katkıyı öğretmen veya eğitmenler sağlamaktadırlar. İyi eğitilmiş ve
sağlıklı bireylerin yetiştirilmesi insanın ilk örgütlü topluma geçişinden bu
yana devam etmekte olup gelişmiş toplumlar gelişmenin ve yarınlara sahip olmanın
biricik geleceğinin bu nesillerin omuzlarında olduğu bilinci ile ülkelerinin milli
gelirinin önceliğini eğitim ve sağlığa ayırmaktadırlar. “Yatırımların en
büyüğü insana yapılanıdır” özdeyişi bugünkü gelişmiş batı toplumlarının
lafta değil pratikte uyguladıkları bir anlayıştır.
Gelişmiş batı toplumlarında annelerin okur yazarlık sorununun olmaması ve eğitimin
sistematik bilgi akışının öğrenciye aktarmada ciddi olarak yapılması ve kişilerin
bireysel yeteneklerinin geliştirilmesinde her türlü olanağın sağlandığı
toplumlarda bireyler mutlu ve öz güven bilinçleri gelişmektedir. Bunu en güzel bizim
Alamancı diye tabir ettiğimiz yurtdışındaki işçilerimiz her yaz ülkemize
geldiklerinde geldikleri toplumun yaşam stilini şöyle anlatırlar. " Kişilerde
iç disiplin var, yalan söylemezler, yalakalık yok, güçlünün önünde takla atmak
yok, küçük çıkarı için her türlü toplumsal kural ve ilkeleri zedeleyerek uygun
olmayan isteklerde bulunma yok" gibi hepimizin özlemlerini yansıtırlar. Fakat yine
de bir çoğu anlattıklarının tersine kırmızı ışıkta geçerler, yere çöp veya
sigara izmariti atarlar, küçük çıkarları için her yolu denerler, rüşvet teklif
ederler vs. Kimsenin kötü olmadığı fakat koşulların kişiyi kötü yaptığı
prensibinden hareket edersek, yukarıdaki insani sorunların, artan ekonomik kriz ve
adaletsiz gelir dağılımının sorunlara paralel olarak artması sonucu eğitim ve
öğretim sistemimizde bir takım eksikliklerin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
İşte bu noktada eğitim ve öğretimin önemi ön plana çıkmaktadır.
Bu nedenledir ki Cumhuriyeti kuran liderliğin ilk ve nihai hedefi olan çağdaş ve
medeni bir toplum olmak için eğitim bütünlüğünü sağlamak, her yönüyle
yetişmiş yurttaşlar yetiştirmek için başta öğretmenler olmak üzere tüm
eğitmenlere büyük değer, görev ve sorumluluklar verilmişti. Cumhuriyetin ilk
yıllarında öğretmenler ilçelerde kaymakamlar tarafından karşılanırdı. Her
öğretmen bir diplomat gibi misyonlar yüklenirdi. Toplumun her yönden eğitilmesinden
tutun da tarımsal üretimin yönlendirilmesine kadar bir çok konuda büyük uğraşlar
içerisindeydiler. Cumhuriyetin öğretmenlerinin temel işlevi, cebini doldurmak isteyen
bireyler değil, beynini dolduran bireyler yaratmaktı. Bunun için öğretmen sürekli
okuyan örnek kişilikti. Madden değil belki, fakat ruhen mutlu, coşkulu kişiliklerdi.
Büyük hayalleri ve umutları vardı, çalışan, üreten ve paylaşarak yaşayacak mutlu
insanlar yetiştirme gibi. Dönemin öğretmenleri öğrencilerini öz evlatları gibi
görür, onların eğitimi için her türlü özveride bulunur, çoğu zaman karlı
yolları günlerce yürüyerek okullara ulaşır, bazen de filmlere konu olduğu gibi
yolda donarak ölürlerdi. Dönemin öğretmenleri okullarını kendileri inşa ettiler,
eksiğini kendileri giderdiler. Çocuklara tiyatroyu onlar yaparak yaşatırlardı. Yerli
malını kendileri benimsettiler. Atatürk’ün öğretmenleri çocuklarına doğayı,
doğanın yasalarını öğretirlerdi.
Şimdiki durum hepimizin bilgisi dahilinde. Gerçekten günümüzde eğitim parçalı,
ciddi bir hedef yok, zaten isteyen de yok, öğretmen yoksulluk sınırının altında bir
yaşam düzeyi ile mağdur, gece ek bir iş yapanlar mevcut. Atatürk’ün gelişmiş
medeni ülkeler seviyesinin üstüne çıkma hedefi geride kalmış, insanlar cebini
doldurma peşinde.
Doğanın yasalarının öğretilmesi yerine hurafe niteliğinde
bilgiler ağırlıklı dersler ön plana çıkarılmıştır. Sınıf darlığı nedeniyle
ikili öğretim bahanesi ile her türlü el işi, beceri geliştirici serbest faaliyetler
öğretim programında kaldırıldığı için kişinin bireysel yeteneklerinin keşfi
mümkün olamamaktadır. Parası olan çocuğunu istediği okula göndermektedir, iyi
öğretmenler de özel okullarda veya dershanelerde görev almaktadır.
Öğretmen ve öğretim üyelerinin büyük çoğunluğunda otoriteryan eğilimlerin
yükseldiği ve bunun da eğitimin ruhuna aykırı olduğu bilimsel bir tespittir.
Gazeteler Trakya Üniversitesi Sınıf öğretmenliğinden mezun öğretmen adayları
arasında yapılan bir araştırmada, öğretmenlerin % 40-60 oranındaki bir kesiminin,
Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ülke için iyi işler yaptığına inanmadığını
yazıyor. Üniversitelerde ise giderek benzeri durumların oluştuğu söylenmektedir.
Ne oldu, bunca sürede eğitim Türk toplumunun çağdaşlaşmasına hiçbir katkıda
bulunamadı mı? Yoksa süreç tersine mi işledi? Üniversitelere, Milli Eğitim
Bakanlığına, YÖK, TÜBİTAK, TÜBA ve sivil kitle örgütlerine büyük sorumluluklar
düşüyor. Nerden nereye gidiyoruz. Devir aldığımız yapı iyileşti mi yoksa
kötüleşti mi diye iç eleştirisel tartışmalarını başlatmaları artık
kaçınılmaz duruma gelmiştir.
En önemlisi de bütün eğitim birimlerin isteyip de başaramadığı, kendini yönetme
gücünden yoksun bırakılan çocuk ve gençliktir. Kendini yönetme gücünün temeli
kendini denetleyebilmeden geçer. Kendini denetleme (self-regulation) gücü ise aile
eğitiminden geçmekte olup burada ilk öğretmen annenin eğitimine bağlı olarak
değişmektedir.
Kendini yönetme gücü, güçlükleri kendi başına yenme,
sorunlarını çözebilme gücüyle belirlenebilir. Kendini yönetme gücüne sahip
kişilik aynı zamanda kendi kurallarını koyabilen, kendini yönetebilen, kendini
doyumsuzluktan ve yetersizlikten kurtarabilen kişiler başarının gizini bulmuş
kişiler olurlar. Bunun nedeni de Atatürk’ün önemle öğretilmesini istediği
Yurttaşlık Bilgisi dersinin içerikten yoksun şekilsel boyuta indirgenmesidir. Yurttaş
olma bilinci bağımsız olmakla eşdeğer olup, yurttaşların (bağımsız düşünen
birey) yönlendirilmesi kolay olmamaktadır. Bu bilinci kazanan ve kazandıran kişiler
yaşamları boyunca daha da rahat etmektedirler. Sartre ‘özgürlük angaje olmaktır’
diyor. Kişi önce özgür olmalı ve sonra da sorumluluk verilmelidir. Hiç kimseye
gereğinden fazla da güç ve sorumluluk verilmemeli. Bu anlamda çalışan ve üreten
öncelikle özgür olmalıdır. Bu da yurttaş olmanın onurluluğudur.
Ünlü bir bilginin “Eğer bir toplum eğitim ve öğretime ciddi önem vermediyse o
toplumun gideceği yer başka ulusların egemenliği altına girmek olacaktır”
özdeyişi sanki aynen geçen yüzyılda ülkemizde yaşananlar için söylenmiştir.
Genç Cumhuriyetin eğitime verdiği önemin soğuk savaş döneminde göreceli olarak
askıya alınması sonucu bugün parası olan okuyabiliyor, özel kreşler, özel
ilköğretim okulları ve özel üniversiteler ile ülkenin 200 Milyar dolarlık dış
borç oluşum süreci arasında birebir ilişki bulunmaktadır. Soğuk savaşın eğitim
üzerindeki tahribatını iyi algılamamız gerekir. Aksi taktirde ulus olarak çok
bocalarız.
Atatürk’ün sık sık yenilediği ‘düşünüş devrimi’nin ve ‘düşünen
insanlar yaratmanın’ yolu eleştirel düşünmeyle bilimsel düşünüşü sağlayan
felsefeden geçer. Her kuşak kendinden sonra gelenlere yetki vermekte güvensiz
davranıyor. Fakat öğrencilerin kitap okuması teşvik edilmeli, hocaların bu bağlamda
daracık mesleki alanın dışında ufuklarının açılması için değişik kaynakları
okuması mutlaka teşvik edilmelidir. Çıplak ayaklı Sokrates’in ‘Üzerinde
düşünülmemiş bir hayat, yaşanmaya değer bir hayat değil’ öğretisi maalesef
bugün gerçek yaşamda yerini ancak günübirlik sığ, pragma tik düşünen bir
öğretiye terk etmiştir. Tabii “yaşam nedir?” diye sorgulanmadığı için
Sokrates’in ve söyleminin bir anlamı yoktur. Sokrates, öğretisi ile insanın
dünyaya bakış açısını değiştiriyor. Önce insan olmayı, erdemli olmayı, para ve
pul ile ilişkisini ihtiyaç düzeyine indirgemeyi hedefliyor gerçek filozofun
öğretisi. Bu anlamda hayata bir anlam kazandırmak gerekir. Bunun yolu da hayat için
bir nedene bağlanmaktır. Bu da galiba insanda vardır.
İnsanın doğasında olmayan davranışların çoğunluğu birer öğretidir. Eğer biz
kendisi ile barışık, yanı beynine ve vücuduna değer veren bireyler
yetiştirebilirsek, yarınımız da daha mutlu olacaktır. Geleceğin yetişkin bireyini
ilk alfabesini Abraham Lincoln'un oğlunun öğretmenine yazdığı mektupta görmek
kısmen mümkündür.
Abraham Lincoln'un oğlunun öğretmenine yazdığı mektup
“Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat
şunu da öğret ona:
Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya kendini adamış bir lider
vardır.
Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona. Zaman alacak biliyorum, fakat
eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli
olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı. Kıskançlıktan
uzaklara yönelt onu. eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.
Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını... eğer
yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların,
güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini
düşünebileceği zamanlar da tanı...
Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde
dahi...
Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.
Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye
çalış oğluma.
Tüm insanları dinlemesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret...
Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona.
Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret. Herkesin sadece kendi iyiliği
için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat
etmesini... Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiçbir zaman
kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret.
Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır. Bırak
sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, Bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.
Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece
insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır... Bu, büyük bir taleptir, ne
kadarını yapabilirsen bir bakalım... O ne kadar iyi, küçük bir insan,
oğlum...”
Bu öğreti yalnızca çocuklar için değil, gençler ve bizim için de geçerli diye
düşünüyorum. Eğer hepimiz mektupta yazılanları öğrencilerimize öğretebilirsek
zannederim biraz daha farklı bir dünya yaratabiliriz. Gerçi Abraham Lincoln'un, oğlu
kendisinin istediği gibi olmamış fakat öğretilmesini istediği mektuptan benim
anladığım;
Tabii yaşamdan ders çıkaracak bilgi birikimine erişmesi için kişinin yaşamın
çelişkilerini anlayarak yaşamış başarılı kişilerin yaşam tecrübelerini
dinlemesi ve onlardan alınması gereken bir çok temel hayat bilgisi dersini çıkarması
gerekir. Hayat bir bedeldir, gelişmek isteyen bunu ödemelidir. Başkasından medet
bekleyen değil, kendi sorununu kendi çözebilen, kendisini tartabilen, öz gücüne
güvenen kişi kendisine yardımcı olabileceği gibi çevresine de yardımcı
olabilmektedir. Kolay yoldan değil, hak ederek kazanmak isteyen kişilik, hedefi olan,
çalışkan, disiplinli, karakterli, güçlü olanın yanında olmayan, yöneticinin veya
idarecinin tavrına göre yön belirleyen değil, iradeli kişilik geleceği parlak olan
kişiliktir.
Yine de insanın kendi kendisini bireysel yetenekleri doğrultusunda geliştirmesi ve bu
uğurda mücadele etmesinin önemi büyüktür. İnsanın neden yaşadığını
anlayamaması, doğaya hükmederken doğayla birlikte yaşamak adına onu küçük
çıkarlarına alet etmeyi nerdeyse ilke haline getirmiştir. Doğa ile barışık olmayan
insan kendi doğası ile de barışık değildir ve artık kendisine yabancılaştığı
görülmektedir. İnsanın mutluluğu bu aşamadan sonra daha çok mal ve sermaye sahibi
olmak, mevki sahibi olmak gibi payelerde aradığı görülmektedir. Bunun için
başkalarının sırtından geçinmeyi ve sömürmeyi değişik yöntemlerle
geliştirmiştir. Bütün bunların ardından insanlar arasındaki dengesizlikler ve
birbirine düşmanlıklar başlamaktadır. Doyumsuz, ‘Hep bana hep bana’ diyen narsist
ve şarlatanlar çevresine zarar verdikleri gibi kurumların değer yargılarını da
zedelemektedirler. Plinius ‘En büyük ders insanın kendi hayatıdır’ der. Thales
ise “Dünyada en zor olan şey, insanın kendisini bilmesidir”. der. Bu bağlamda
yaşam yolculuğu çalı çırpısı başkası tarafından temizlenmiş bir asfalt
üzerinde yürümek değildir. Çiğ mazeretlerin arkasına sığınmak, el pençe durmak
kişiyi geliştirmez, tam tersine başarısızlığa ve başkasının bilgilerine mahkum
edecektir. Kendini geliştiremeyen yetersiz kişilik beraberinde, yalakalık yapmayı,
küçük çıkar için her türlü yol mubahtır anlayışına sahip olmayı getirir.
Ayrıca bu tür kişilikler üretken değil, tüketici, ben merkezli zararlı kişilik
sürecine girmektedir.
Bu noktada öğretmen ve öğretim üyesi birer model olarak her zaman dikkatli olmak
zorundayız. Çocuklarımıza güzel bir dünya yaratmak istiyorsak küçük yaştan
itibaren sağlam karakterli ve etik kurallarına değer verecek şekilde yetiştirmeliyiz.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “komutanlar astlarından bilgi ve ahlaken daha üstün
konumda olmaları gerekir” sözü öğretmenlerin kulağına küpe olmalıdır. Sadi de
“Ne okursan oku, bilgine yakışır biçimde davranmıyorsan cahilsindir” der.
Okullarda felsefe derslerine ağırlık verilse, dünya düşünürleri okutulsa, pozitif
düşünce aşılansa, saygı sevgi öğretilse ne güzel olurdu insanın insana bakış
açısındaki sıcaklığı.
Çocuklarımıza hümanist bir bakış açısı kazandırmak, çevreyi koruma bilinci
sağlamak, paylaşmak, aynı zamanda da mücadeleci, yaratıcı bir birey yetiştirmek
istiyorsak onu erken yaşlarda bırakınız başka ülkelerin örnekleri ile beslemeyi,
Anadolu toprağından çıkmış ve kendini dünyaya benimsetmiş düşünür ve bilim
adamlarını örnek gösterebiliriz. Sevgide Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Mevlana,
meraklılıkta Evliya Çelebi, kendine güvenmede Mimar Sinan, yaratıcılıkta, Hezarfen
Ahmet Çelebi, Matematikte, Cahit Arf örnek gösterilebilir. Ayrıca dürüstlükte
Konfiçyüs ve öğrenmede ise Marie Curie örnek gösterilecek kişilerdir. Liderlik
davranışlarında Mustafa Kemal Atatürk örnek kişilikler olarak çocuklara
okutulmalıdır. Böylece her değer bir tarihi kişilikle özdeşleştirilerek kendini
ispatlamış kişilerin yöntemi çocuklara ilham kaynağı oluşturabilir. Eğer
gençlerimizi dünyaya açmak istiyorsak şimdiden, Goethe, Storm, Shakspeare, Keats,
Shaw, Maugham, Nash, Sokrates, Platon, Aristoteles, Machiavelli, Erasmus, Descartes gibi
düşünce ustaları ve benzerleri ile dünya klasikleri okutulmalı gençler yaşam dolu
coşkulu ve öz güvenli yaratıcı olarak yetiştirilmelidir.
Bu arada ülkemizin yetiştirdiği Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu, Prof. Dr. Acar Baltataş,
Prof. Dr. Üstün Dökmen’in sosyal psikoloji alanındaki öğretileri insan gelişimi
için son derece yararlıdırlar. Ayrıca, her ana, baba, öğretmen ve öğretim üyesi
Prof. Dr. Emre Kongar’ın ‘Kızlarıma Mektuplar’ adlı yapıtını mutlaka
okumalıdır. Okudukça sevginin sıcaklığını iliklerinde hissediyor insan.
Öğrenimim boyunca bana emeği geçen mektepli mektepsiz tüm hocalarıma en içten
saygı ve teşekkürlerimi sunarım. Tüm öğretmen ve eğitmenlerin günü, aydınlık
ve öğretici olsun.
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ, Aralık 2004, Adana
e-posta:asportas@cu.edu.tr
netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın
organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir.
Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link
verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.) |
|