|
12.02.2004 Tülay Çellek - netyorum.com / Sayı: 153
EĞİTİMİN FARKLILIĞINDA YAŞAMAK
Biz bizi, kendimizi fark etmeden yaşıyoruz. Başkalarının bizi
fark etmesini bekleyerek ömür tüketiyoruz. Yaptıklarımızın ne kadar önemli
olduğunun ayırımda değiliz. Çok da farkında olarak yaşamıyoruz. Farkındalık…
Beynimizin farkında olmak, kişiliğimizin farkında olmak, özelliklerimizin
farkında olmak. Yaşamak bu olsa gerek. Eğer öncelikle kendimizin farkındaysak
herkesin, her ayrıntının farkında oluruz. Eğer öncelikle kendimize saygı
duyarsak herkese, her şeye, doğaya saygı duyarız. Ancak bunu saygı düzeyinden
bencillik tavrına dönüştürmeden, ezmeye kalkmadan, sevgiyle ama narsis olmadan
yapmak gerekir. Öğrencilerimden ve buna ilişkin deneyimlerimden çıkışla bu
satırları yazmak gereksinmesi duydum.
Eğitim, üzerinde çok hassaslıkla durulması ve alımlanması çok önemli bir konu.
Davranışların iyiye, güzele dönüşmesi bağlamında gerçekleştirmelerin söz konusu
olduğu eğitimin ülkemizdeki önemi artık kavranmalıdır. Ama farklılıklara hitap
eden eğitimin. Eğitim felsefe demektir, psikoloji demektir öncelikle… Bireysel
ayrıcalıkların değerlendirildiği, daha doğrusu değerlenmesi gereken eğitim
alanı, insanları bir pota içinde eritmek adına asla yapılanmaz. Zeka salt
akademik olan değildir. Duygusal zekanın verileri başarının sırlarıyla doludur.
Neden yaşıyoruz, neden varız, neden buradayız? Sorularından başlarsak neden
eğitim gerekli, neden eğitim yapıyoruz, hedefimiz, amacımız nedir, ne olmalıdır?
Ve tüm bunlar nasıl gerçekleştirilmelidir, nasıl yapılmalıdır? Bu sorulara doğru
yanıt vermek kadar, doğru yaşama geçirmek önemlidir. "Barbiana Öğrencilerinden
Mektup" diye bir kitap okumuştum. Fransızca öğretiminde kullanılan, kullanılması
gereken yöntemleri anlatan güzel ve eleştirel bir kitaptı. İhtiyaca dayalı
öğrenmenin gerekliliği çok güzel anlatılmıştı, öykü diliyle. Bir de "Ölü Ozanlar
Derneği" diye bir filme gitmiştim yıllar önce. Bir öğretmenin kuralları,
gelenekten gelen yanlış yöntemleri eleştiren, öğrencilere var olmalarının
nüvelerini anlatan ilginç bir filmdi. Hala unutamadım. Okul büyüklerin kendi
doğrularını gençlere iletme, dayatma yeri değildir. Öncelikle bunun kabul
edilmesi gerekir. Okul yinelemelere dayanan öğretimin söz konusu olduğu yer ise
hiç değildir. Asla çocuğun yaratıcılığının yok edildiği yer de olamaz,
büyüklerin kişiliklerinin tekrarlanacağı bir tuval olmadığı gibi. Dolayısıyla
sınıfta 25 kişi varsa bir öğretmenin kişiliğine dönüşen, dönüştürülen - aslında
dönüşemeyen - bir ortam, eğitim ortamı olamaz. Uyumlama adına düşünmeyen,
düşünemeyen bireyleri tekrarlarla oyalamak asla eğitim olamaz. Halbuki doğru bir
felsefeden hareketle gerçekleştirilen eğitim, çok iyi bilinen psikolojinin
ışığında bireysel farklılıklar çerçevesinde gerçekleştirilecek olandır. Bu da
içinde merakı, algıyı, araştırmayı, düşünmeyi, sezgiyi, sevgiyi, saygıyı tabii
bileşenlerinden oluşan yaratıcılığı barındıracaktır. Bunun önerisi özgürlükte
yatarken, boyutu da çok önemlidir. Deneysellik çevresinde gerçekleştirilen
eğitimde bu çok değerlidir. Doğadan alınanın yıpratılarak doğaya verilmesi
değildir eğitim öncelikle. Doğayı önemseyen, algıyı öne çıkartan ne olursa olsun
bireysel farklılıklar çerçevesinde ele alınmayınca yani öğrenci, birey olarak
bizim dışımızda kabul görülmedikçe bir adım ileriye gidemeyiz. Öğreten öğretmen,
öğrenen öğrenci olduğu sürece başarılı olamayız. O zaman, örneğin 16yy.
yöntemlerinde hala ısrar edici olmamalıyız. Çünkü o devirde olmayan bilgisayar
var şimdi en azından. Üstelik dünya daha tecrübeli ve daha bilgili. Artık bu
bilgiye salt yakın çevremizden ulaşmıyoruz. Dünyanın bilgisine oturduğumuz
yerden bir tıkla sahip olabiliyoruz. Geriye kalan bu bilgiyi isteyerek öğrenme
ortamı yaratmak oluyor.
Öğretmen-akademisyen otoritedir. "Bilmiyorum" diyemez, öğrenci de fikrini
söyleyemez. Çünkü eğitimci denilen kişi bilir, fikrini söyler uygulama da onun
isteği doğrultusunda yapılır. Bunu prestij meselesi yapar gelenekçi yapıya sahip
öğretmen-akademisyen. Bu nedenle ya notla baskındır ya da kendi fikirleriyle
baskındır. Güç gösterisi onu bu halde yaşar kılmıştır. Otorite elinden kayıp
öğrenciye geçecek endişesiyle hep öğreten konumunu korumalıdır. Halbuki
akademisyen-öğretmen "araştırırım", "araştıralım" dediğinde işin boyutu
değişecektir. Çok okumak, soru sormak, kişilikli olmak, sentez, analiz yapmak
demektir çağdaş eğitim. Okumadığınız tek insana, tek kitaba baktığınız sürece
aslında hep başkası olacaksınız demektir. Kendini fark ettirmek. Bunu yapabilmek
için yaramazlık yapan öğrenciye çıkışmak-azarlamak. O kendisini nasıl fark
ettireceğini öğrenememiş , eğitimci de alanın bilgisine iyi bir şekilde sahip
ama psikoloji bilmiyor. O davranışı, kendini fark ettirmek değil, yaramazlık
olarak kabul edip eziyor. Halbuki diğer türlü fark etse bunu yönlendirecek ve
daha yararlı olacaktır. Ben de varımı anlatmak, anlatabilmek… Mesele burada.
Eğitim orada, ilerlemek orada. Ama test sistemiyle bunlar gerçekleşir mi?
Cümlenin kurulmadığı, tartışmanın yapılmadığı, tekrara yönelik ortamda bu ne
kadar gerçekleşir, daha doğrusu gerçekleşir mi? Karşılılık olmadığı sürece. Evde
başlayan, okulda devam eden. Güven duygusu, yetiştirilme tarzı, gelenek, hepsini
kapsayan. Duygusallığın ağır bastığı bir toplum yapısı. Batıdan farklı olan.
Sınıfta-atölyede öğrenci sayısı çok önemli. Eğer kalabalıksa yığın eğitimi
olacaktır ister istemez. Öğrenciyi tanımayacak, özelliklerini bilmeyeceksiniz.
Bireye dayanmayan eğitim, eğitim olamaz. Ama bizde boyutlar çok önemlidir.
Samimiyet laubaliliğe dönüşüverir hemen. Disiplin despotizme, özgürlük laçkalığa
gibi… Bunlar ayarlandığında başarı sağlanacaktır mutlaka. Herkes şikayet eder
ama değişmez. Neden? İnsanları yönetmek… Güç gösterisi… Hakimiyet kurma…
Beraberinde itaati, boyun eğmeyi getirir. Düşünen insan farklıdır. Farklılığı
yönetmek kolay mıdır? Düşünmek, eleştirel bakmak, merak, yaratıcılık çağın
gereği olması gerekenler. Bunlara ortam hazırlamak da eğitimin gereğidir.
Bilginin, dünyanın bir uçundaki bilginin bilgisayarla ayağımıza gelmesinin,
getirisinin değerlendirilmesi ve bu bağlamda eğitimin yöntemlerinin değişmesini
zorlaması bundan da öte bunun fark edilmesi gerekir. Özgürlük yapısının içinde
olmak. Bir ulus varlığını sürdürebiliyorsa, özgür bir şekilde yaşamda kalmasını
istiyorsa onu oluşturan bireylerin yaratıcı olması, dolayısıyla eğitimde
kullanılan yöntemlerinde yaratıcı kılınması gerekiyor. Özgür düşünce ve en
önemlisi de bireylerin farklı yapılarının kabul edilmesi gerekir. Algı, dikkat ,
bellek, muhakeme etme, hayal kurma, sorun çözme, ilişkilendirme, soyut
düşünebilme gibi… Bunlar önemli olduğuna göre nasıl geliştirilebilir? Bunların
bireydeki farklılıkları nasıldır ve hangi boyuttadır? Bunlar nasıl bir ortamda
gelişir? Bilgi aktarımı-tekrarıyla mı? Düşünce işlenerek mi? Araştırma
yaptırarak mı? Problem üreterek mi? Yoksa bilinen problemleri bildik yoldan
çözerek mi? Renklerin değişik olduğunu fark edebilmek…Dolayısıyla öğrencileri
siyahın içinde kaybetmemek. Onları kara deliklerde hapsetmemek…Ne öğrenmek?
Neden öğrenmek? Nasıl öğrenmek? Ve motivasyon… Sorumluluk vermek. Deneyimlerimin
başında gelir. Öğrenciye güvenmek ve beraber organizasyon yapmak… Olayın dışında
kalmaması öğrencinin. Varlık nedenini ortaya koymak sonuçta…Farklı deneyimleri
birbirine aktarmak, aktarılmasına olanak sağlamak. Amaç nedir? İyi bir mevkide,
iyi bir para kazanmak mı? Mutsuz, verimsiz, yaratımsız bir şekilde…Okulların
yerinin doğru tayin edilmesi…Düşünen insanlar nereden çıkar? Üniversitenin bu
anlamda işlevi nedir? Bakış açısı geniş olan, dünyayı görebilen…Ve
duyumsayabilen. Çağın farkında olan ya da diploma denilen kağıda sahip olan.
Donanımlı olmak, kağıdı duvara çerçeveleyip asmak olamaz salt. Ne zaman
başlamalı? Anne karnından… Farklılıkta, özgürlükte, düşünsel boyutta yaşamakta
oradan başlar.
Mesleğimi çok seviyorum. Önce mimar olmak istemiştim. Ama öğretmende beyinlerin
mimarı. En mutlu olduğum yer öğrencilerimle olduğum derslerim. Gerçekten
mesleğimle gurur duyuyorum. Bilgisayarı geçte olsa öğrendim. Hala da
öğreniyorum. Öğrencilerime de bilgi alımı için interneti öneriyorum. Geriye
dersimde fikir üretmek-ürettirmek, araştırma yapmak-yaptırmak, paylaşmak,
deneyimleri aktarmak, eleştirmek, önermek, yaratıcı süreçte serüven
yaşamak-yaşatmak kalıyor.
Her öğretmenin, akademisyenin alanının bilgisine sahip olması kadar psikoloji de
bilmesi gerekir. Eğitimci olmak bu anlamda başarıyı beraberinde getirir. Çok
okumak gerekir. Kendi dilimize hakim, sahip olmak kadar birkaç yabancı dil de
bilmek lazım. Yaşamak, eğitimci olmak, salt kendi alanımızın bilgisiyle
gerçekleştirilemez. Eğitimcinin pedagojik formasyonu olmalı. Bu önemlidir
iletişim için. Tabii salt okumak değil, yazmak da gerekir. Zengin ve donanımlı
bir kişilik, öğrenciye kendiliğinden örnek olacaktır zaten. Bir eğitim kurumuna,
"dışarıda işlerim bozuldu buraya düzenli maaş almaya geliyorum. Ben insanları
çok iyi çalıştırırım. Sadece kendi işlerini değil, benim işlerimi de yaptırırım"
diye gelenlerin o kuruma bir yararı olamaz. İdareci olan da bu durumda kafa kola
alınmıştır üstelik. Olan öğrenciye, Türkiye'ye ve dünyaya olur. O zaman bunların
ayıklanması gerekir. Bu mesleğin sanıldığı kadar ucuz olmadığı, bir namusu
bulunduğu gösterilmelidir. Önce inanmak ve yetkin olmak. Orada neden bulunduğunu
bilmek. Ne yapmak istediğiniz ve onu nasıl yapacağınız da bir o kadar önemlidir.
Yoksa, "oynayamayan kızım yerim dardır" örneği mazeretlerin altında kalmayı
tercih ederek üretmeden, yaratmadan yaşamak kalır geriye. Sonuçta da eğitim
tacını taşımayan ülkeler bu tacı taşıyanların esiri olacaktır mutlaka. Kendini
kanıtlamak da başkalarının size saygı duymasını sağlar. Tazelenen bilgi,
tazelenen yaşam gibidir. Kendinize eklediğiniz bilgi başka çevrenin, başka
insanın zenginliğini eklemektir bünyenize. Dünya bilgi zengini olduğuna göre
ondan payımızı almak ve o paya katkıda bulunmak gerekir. Her meslek önemlidir.
Ama her mesleği hazırlayan öğretmenlik, eğitim bir başka özel, bir başka
değerlidir. Öğrenmek, soru sormak başlangıcı, yaşama göz açmayla başlıyor. Dilin
gelişmesi sorularla anlam buluyor, öğrenmek adına. Bu özgürlüğü yani doğal olan
bunları eğitim sisteminde yok etmek, herkesi başka beyinlere göre yaşatmak
haksızlıktır. Hedef, amaç ve motivasyon sacayağında yaşamak, yaşatmak zor
değildir. Yeter ki bunların ayırımında olalım.
Eğitimin doğru felsefesi, doğru politikası ve doğru organizasyonu, doğru
hedefleri olmalı ve her türlü olanakların çok büyük boyutta olması gerekir.
İnsan yetiştirmenin hedefi çok doğru olmalı. Neden, niçin, nasıl sorularına
verilecek yanıtlar önemlidir. Tabii savaşa değil eğitime ayrılacak bütçe de çok
önemlidir. Okullara gönderilen para miktarlarının tartışılması gerekir bu
anlamda. Eğitime yatırım yapmak yerine okulları satmak çözüm olamaz çünkü.
Eleştirmek yetmez. Bunları yaşama geçirmek gerekir. Öneriler üretmek lazım.
Etrafa eleştirel gözle bakarak yaşamaktır önemli olan, gören, eleyen, ben
olsaydım ne yapardım? Diye kendine soru soran birey olarak yaşamaktır, yaşamı
anlamlı kılan. Öncelikle kendine güvenen, başkalarına sırtını dayamadan ayakta
durabilen, özgür bireyler. Kendi kendini yöneten insan olarak yaşamak…Kendi
yolunu kendiniz bulmanız, keşfetmeniz, yapmanız. Önemli olan başkalarının
takipçisi değil, yol acıcısı olmanız. Bunları insanlıkla başarmak. Etiketi,
koltukları kötüye kullanmadan, baskı aracı yapmadan başarmak…Ne istediğini
bilerek yaşama ve uğrunda mücadele etmek kadar güzel bir şey olamaz. Bilgiyi
tekrarlayarak ezberleme değil, ihtiyaç hissettiğini öğrenmek ve yorum yapmak
kalıcılığı da, değişimi beraberinde getirir. Eğitim ne yapmalı bu durumda? Çoklu
zekayı görmeli? Genci fark etmeli. Sevmeli, sevdirmeli…
Öğr. Gör. Tülay Çellek - 26.1.2004
YTÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi (SANTAS)
e-posta:
tcellek@yildiz.edu.tr
* Barbiana Öğrencilerinden Mektup / Çeviren Sevgi TAMGÜÇ-Bülent
ÖZEN / Gözlem yayınları
* Ölü Ozanlar Derneği / N.H. KLEİNBAUM / Real yayıncılık
netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel
yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine
tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya
link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)
|