| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

20.01.2004 Prof. Dr. İbrahim Ortaş - netyorum.com / Sayı: 152

ÜNİVERSİTELERARASI KURULUN YENİ YÖK YASA TASARISI

Bir Dilek:

Neredeyse bir yıldır başta üniversiteliler olmak üzere bütün toplum kesimleri yeni YÖK yasası tartışmasına kilitlendi. Halkın eğitime verdiği önemin bir göstergesi olarak yükseköğretim yasası üzerinde lehte ve aleyhte yapılan bütün değerlendirmelere rağmen gelinen noktada eldeki tek somut sonuç olarak saygın bir bilim insanının (Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in) YÖK başkanı olarak atanmasının yarattığı umuttur. Bundan sonra gerçekten sağlıklı bir reform ve akademik kavrayış içeren yeni girişimlerin olması dileğiyle mevcut tasarıyla ilgili görüşlerimiz aşağıda aktarılmaktadır.

Amaçsız Şekilde Güçlendirilmiş Rektörlükler

Yasa taslağı tamamen üniversite rektörleri gözü ile biçimlendirildiği bir “rektörler yasası” olarak tanımlanmıştır. Diğer bir deyişle üniversiteleri “Rektörler üniversitesine dönüştürme amacına yönelik olarak hazırlanmış bir tasarı niteliğindedir”. Bu konuda 26 Aralık 2003 Cuma günkü Milliyet gazetesindeki Objektif köşesinde Taha Akyol “Rektörlerin üniversitesi” başlıklı yazısında rektörlerin hazırladığı taslağın “zaten aşırı yetkili olan rektörlere yeni yetki” verdiğini çok doğru bir şekilde tespit etmektedir. ÜAK’u oluşturan rektörler tarafından hazırlanan yeni yasa taslağı 2547 sayılı yasanın Rektörler lehine revize edilmiş bir başka şekli görünümündedir. Kaldı ki 2547 sayılı yasanın tenkit edilen konulardan en önemlisi rektörlerin aşırı yetkilere sahip olmalarıdır. Bu bağlamda uzun yıllar, hem öğrenciler, hem öğretim üyeleri hem de kamu oyu tarafından tenkit edilmiş bir yasanın değiştirilmesi için sadece rektörlerden oluşan bir komisyon kurulması yanlış olmuştur. Orhan Bursalı’nın Cumhuriyet gazetesinin 30/12/2003 tarihli “Üniversite Savaşları” başlıklı yazısında belirttiği gibi “üniversitelerin bütün paydaşları (öğrenciler, öğretim üyeleri, TÜBA, TÜBİTAK, öğretim kuruluşları ve bazı sivil toplum kuruluşları) son aşamasında katkıda bulunmalıydılar” diyor.

Konuştuğum bir çok öğretim üyesi ÜAK’dan böyle bir tasarı beklemediklerini ifade etmişlerdir. Maalesef “dağ fare doğurdu” ve ÜAK’ın tasarısı beklenen reformu değil; reform karşıtı bir “etüt” olarak ortaya çıktı. Bırakın yeni bir açılımı nerdeyse rektörlerin yetkilerini arttıran bir yasa önerisinden öteye varamayan; bütün niyetinin para serbestiyeti ve vakıf üniversitesi arayışını içeren bir muhteva ile bizleri toplum önünde mahcup duruma düşürmektedir. İlgili taslağın 33. maddesindeki “Devlet Yükseköğretim Kurumlarının Vakıf Yükseköğretimi Kurumu veya Meslek Yüksekokulu Kurması” hüküm anlaşır gibi değil. Bu madde ile Yükseköğretimin özelleştirilmesinin kapısı aralanmaya çalışılmaktadır. Bunun için şimdilik bütün üniversiteler olarak böyle bir taslağın ÜAK tarafından hazırlanmadığını var sayalım. Aksi taktirde bu tür taslaklarla ülkemiz üniversiteleri ne evrensel ölçekte bilim yapabilir ne de geleceğin dinamik yetişkin bireylerini yetiştirebilir. Bu anlayış üniversiteleri okullaştırmaktan öteye geçemez.

Açıkçası hükümetin daha önceki iki yasa önerisinde yüksek öğretim üzerinde etkili olacak yapılanmayı kabul edilmez olduğunu belirtmiştik. 1981 yılından bu yana YÖK yasasına yapılan eleştirilerin başında gelen Rektör yetkilerinin fazlalığının yarattığı rahatsızlığın yeni ÜAK’un önerisinde daha da artırılmasının istenmesi aynı şekilde ileride daha farklı tartışmaları beraberinde getireceği için şimdiden ciddi eleştiriler almaktadır. Hatta hükümeti de daha haklı duruma getirmektedir.

ÜAK’ un Hazırladığı Yeni YÖK Yasa Tasarısı: Hangisi Daha Kötü

Mevcut 2547 sayılı YÖK yasasının Türkiye’yi bilgi çağına taşımakta yetersiz kaldığının başta Cumhurbaşkanı olmak üzere hükümet, yükseköğretim kurumu ve öğretim üyeleri tarafından belirtilmesi yeni bir yükseköğretim yasasına gereksinim olduğunun en açık ifadesidir. Ancak 58. hükümet tarafından önerilen yasa taslağı ve 59 hükümet tarafından bir başka şekilde sunulan taslak ve ancak şu ana kadar kamuoyuna sayısını bilmediğimiz sayısız değişikliklerle son halinin ne olduğunu tam olarak bilemediğimiz yasa taslakları yanında bir de UAK’ un hazırladığı yasa taslağı bulunmaktadır. Artık “iyi” arayışı sulandı ve gelişmeler hangisi daha kötü tartışmasına dönüştü.

Üniversitelerarası Kurul 19 Ağustos 2003 tarihinde Ankara’da yaptığı toplantıda Milli Eğitim Bakanlığı’nca hazırlanarak Yükseköğretim Kanunu Tasarısı Taslağını tüm üniversitelerden gelen eleştiri ve öneriler doğrultusunda kapsamlı bir biçimde değerlendirmiş ve taslağın “kabul edilemez” olduğu kanısına varılmış ve bunun yerine yeni bir tasarı hazırlamayı benimsemişti. ÜAK tarafından yapılan söz konusu toplantıda “ülkemizin yükseköğretimden beklenti ve gereksinmelerine yanıt verecek, yaşanan köklü sorunlara çözüm üretecek, kazanılan ulusal bilgi ve deneyim birikimini değerlendirecek, Avrupa Birliği ve dünya ile bütünleşme sürecinde uyum ortamı sağlayacak, evrensel akademik standartlara uygun ve yasa taslağı çalışmalarına temel oluşturacak çağdaş bir yükseköğretim modeli geliştirmek amacıyla bir komisyon kurulmuş” ve komisyon üç aydan uzun bir süredir çalışmalarını sürdürmekteydi. ÜAK’lun yasa hazırlama önerisi kamuoyunda büyük destek de görmüştü.

Taslakta Neler Var

Üniversitelerarası Kurul tarafından hazırlanan yeni YÖK yasa tasarısı sınırlı sayıda Rektör ve Senato üyeleri tarafından incelendikten sonra bazı üniversiteler tarafından Internet üzerinden öğretim üyelerinin bilgisine sunulmuş bulunmaktadır. Yeni tasarıda mevcut YÖK yasa tasarısından farklı olarak göze çarpan bazı hususlar şu şekildedir:

1. YÖK genel kurulunun üye sayısı ile ilgili oransal dağılımın belirlenmesi devletin değişik birimleri arasında yeniden belirlenmiş,

2. YÖK yetkilerinin önemli bir kısmı Üniversitelerarası Kurula devrediliyor, bir kısmını ise üniversite Rektörlerine devretmiş Yüksek Öğretim Kurulunun birçok yetkileri ÜAK’ya devredilmiş ama, ÜAK sadece rektörlerden oluşuyor. Yani çok seslilik ve katılımcılık yok. Eski rektörler komitesi ÜAK’ya dönüştürülmüş.

3. Eski yasada olduğu gibi seçimle belirlenen 2-3 aday Rektörlük için YÖK’e bildiriliyor. Eskiden olduğu gibi YÖK adaylar hakkında bilgiyi Cumhurbaşkanına bildiriyor. Rektörlerin görev süreleri 4 yıllıktır ve iki kez üst üste seçimle gelmektedirler,

4. Üniversite rektörlerinin yetkileri daha da arttırılmış

5. Dekanlar seçim ile belirleniyor, ancak dekanlıkların yetkileri önemli ölçüde rektörlere devredilmiştir,

6. Bölüm başkanları dekanın önerisi ile rektör tarafından atanmaktadır,

7. Öğretim üyeliği kadroları tamamen rektörler tarafından belirlenmektedir

8. ÖSYM yine YÖK’e bağlı ancak kısmen özerk hale getiriliyor.

9. YÖK başkanı Cumhurbaşkanı tarafından, YÖK genel kurulu üyeleri arasından seçiliyor.

10. Devlet üniversitelerine vakıf üniversitesi kurma hakkı tanınıyor

11. Üniversitelere pa­rası olan öğrencilerden daha fazla harç adı altında para alınacaktır

12. Üniversiteler mali özerklikleri çerçevesinde bütçe kalemlerini kendileri yapacak.

13. Üniversiteler akademik kadro sayısını kendileri belirliyor

14. Öğrenci temsilcileri kendileri ile ilgili konularda senato ve fakülte kurulunda oy kullanabiliyor

15. Tezsiz yüksek lisans benimsenmiş

16. Atatürk İlke ve Devrimleri ile Türk Dili zorunlu dersler olarak programa alınmakta

17. Yüksek Öğretimin amacı evrensel üniversitelilik bilinci ve anlayışından çok ulusal değer yargıları ve kültürüne bağımlı bireyler yetiştirmesi olarak benimsenmiş.

Bu bağlamda gerek UAK ve gerekse hükümetin şu hali ile önerdiği yeni taslak yukarıda ana hatları ile belirtildiği gibi hiçbir ciddi iyileştirme ve reform içermemektedir. Sorun şu anda tamamen Rektör seçimi ve yetkileri yanında YÖK üst kurulunun kaç kişiden ve kimlerden oluşacağı konusuna kilitlenmiş durumdadır. Doğal olarak bunca uğraşıdan sonra ÜAK’un yasa önerisi 2547 sayılı YÖK yasından daha mı iyi diye sormak geliyor insanın içinden. Açıkçası üniversite hocaları olarak toplumun bizlerden beklediği hükümetin hazırladığı yasadan daha demokratik ve özerkliği hedefleyen bir yasa hazırlıyor olmalıydı. Her yönüyle ilkeleri belirlenmiş, subjektifizimden çok objektif kuralları olan ve iç verimliliği artıran bir yasa önerisinin hazırlanması beklenirdi. ÜAK’un yeni bir yasa hazırlama konusunda Ankara’da yapılan toplantıda kamuoyuna sunulan gerekçe yerinde ve doğru bir talepti. Kamuoyu da hükümetle YÖK arasındaki tartışmada Üniversitelerden yana tavır alarak ve yeni bir yasa önerisi hazırlanmasını benimsemiştir. Ancak ÜAK’un yasa önerisi beklenenin aksine yüksek öğretimin sorunlarını çözmeye yönelik hazırlanmamıştır.

Bunlar aşağıda gerekçeleriyle anlatılmaktadır.

Taslakta Neler Yok

a) Akademik etik kurulu yok. Böyle bir kurul yasada yer almamaktadır. Bilim ettiğinin nasıl kurumsallaşacağı ve izleneceği açık değil.

b) Bilimsel özgürlük ve özerklik kavramlarının adı ver kendisi yok. Özerklik kavramı rektörün yetkileri arasına sıkıştırılmış durumdadır. Rektörün yetkileri arasında yer alan idari ve akademik personelin üzerindeki genel gözetleme ve denetim görevi ile tamamen sınırlandırılmış durumdadır.

c) Bilimsel politikası nasıl belirleneceği açık değil. Ülkenin bilim politikası nasıl ve ne şekilde oluşturulacak. Bilim organizasyonları nasıl sağlanacak, uluslararası rekabet ölçüsü nasıl sağlanacak. Üniversitelerin ve üst kuruların uzun ve kısa sürelerle bilim politikasının nasıl ve kimler tarafından belirleneceği açıklanmamıştır.

d) Bilim felsefesi yok. Bilim felsefesi, bilim tarihi, yöntem ve kültür derslerini önereceği yerde, yerine Lisede okutulup öğretilmesi gereken Atatürk İlke ve Devrimleri ile Türk Dili gibi dersler önerilmektedir. Evrensel düzeyde değişik ülkelerinin öğrencilerine öğretilmesi gereken bilim anlayışı yerine ulusal değer yargılarına bağımlı bir yapılanma öngörülmektedir. Kimsenin ulusalcılığından şüphe yok, ancak kim daha milliyetçi yarışına girilmesine üniversite ortamında gerek yoktur.

e) Yönetici seçimi ve atamalarında ilke yok. Gelişmiş ülkelerin rahatlıkla sağladığı belirli ilke ve ölçütlerden hiç söz edilmemektedir.

f) Fakültelerin tüzel kişilikleri yok. Üniversitelerde temel birim Fakültelerdir. Bunun özellikle vurgulanması , enstitü,yüksek okul, meslek yüksek okulu ve benzeri kurumlardan farkı açık bir şekilde belirtilmesi gerekir. Hatta 1750 sayılı yasada olduğu gibi Fakültelerin tüzel kişilikleri olmalı. Aksi halde bir Fakültenin laboratuvarı, dershanesi veya benzeri bir alanı fakültenin başındaki kişinin haberi olmadan veya görüşü alınmadan başka bir meslekten gelen rektör tarafından başka bir amaç için kullanılabilir. Fakülte adına mevcut yasada olduğu gibi yetki kullanabilir.

g) Bölüm ve Ana Bilim dalının adı var kendisi yok. Üniversitelerin en küçük fakat temel birimleri olan Bölümlerin yetki ve sorumlulukları hiçbir şekilde tanımlanmamakta; öğretim üyelerinin Ana bilim ve Bölüm Başkanlıklarına seçme özerkliği ve özgürlükleri bulunmamaktadır. Bölüm başkanlarının dekan tarafından önerilip rektör tarafından atanması son derece yanlış. Bölüm faaliyet raporlarını incelemesi gereken fakülte kurulu bu konuda tam yetkili olmalı.Yani bölüm başkanlarını fakülte kurulu seçmeli, herhangi bir makamın onayına sunmaya da gerek yok. Bizde bu onaylar genelde yanlış yorumlanıyor. Yargıtay örneğinde olduğu gibi (Yargıtay’daki herhangi bir daire başkanı bütün üyeler tarafından seçilmektedir). Fakültelerde kimin çalıştığı kimin çalışamadığı biliniyor. Böylece bölümlerde herkes istediği adamı kendisine oy versin diye kadroya almaz. Üniversitelerin küçük birimlerinde seçimlerden kaynaklanan tartışmaların ve ayrışmaların önüne geçilmiş olur.

I) Akademik değerlendirmenin nasıl ölçüleceği açık değil. 1750 sayılı, hatta 115 sayılı yasadan alınacak çok iyi maddeler var. Örneğin bölüm faaliyet raporlarının fakülte kurulunda incelenmesi ve kabulü veya reddi konusunda karar verilmesi; akademik yükselmelerde fakülte kurulunun ağırlıklı olarak yetkili kılınması ( jüri seçimi v.s). Böylece bölümlere iç verimlilik sağlanmış olacaktır.

i) Yükseköğrenimin amacını nasıl gerçekleşeceği açık değil: Gerek 2547 sayılı yasada gerekse bu taslakta Yüksek Öğrenimin Amacı bölümünde, nasıl bir yapıdaki gençlerin yetiştirilmesi ile ilgili olarak ayni ifadeler var . Ama bunların nasıl sağlanacağı belirtilmiyor. Oysa buraya şöyle bir ek konmalıdır: ”Bunları sağlamak için seminerler , çalıştaylar, paneller ve konferanslar düzenlenir ve bunların nasıl yapılacağı bir yönetmelikle belirlenir” . Sadece Atatürk ilke ve devrimleri ile ilgili ders yetmez. Bilim felsefesi, tarihi ve kültür dersleri zorunlu dersler olmalıdır. Öğretim üyelerinin ders verme şekli, yöntem ve teknoloji kullanma biçimi de olmak üzere öğretim üyesinin performanslarının aralıklarla belirlenmesi gerekir. Bütün dünyada yönetmenliklerle belirlendiği gibi her dersin başında ve sonunda öğrencilere ders hakkında eğilim yoklaması yaptırılır ve bu anketler dekanlılar ve rektörlükler tarafından öğretim üyesinin performansa yansıtılır.

j) Objektif atama ilkeleri yok. Öğretim üyesi alımında ve kadro dağılımın da rektör tek tam yetkili kılınmıştır. Bütün dünyada öğretim üyeleri kadro aranmasında mutlaka yer değişikliği sağlanırken bizde halen herkes kendi çiftliğinde öten horoz örneğinde olduğu gibi, üniversiteyi okuduğu yerden dışarıya çıkamamaktadır. Üniversitelerde liyakat esasına göre öğretim üyesi alınması için objektif kurallar yanında ilgili ana bilim dalının talebi ve görüşü doğrultusunda, bölüm, dekanlık ve senatoda onaylanarak geçmesi sağlanmalıydı. Yeni yasa önerisinde liyakat esası yerine, çok eleştirilen “biat” esasının işleyeceği endişesi gelişmektedir. Düşünün ki daha önce sıkça basına yansıdığı gibi “okuyarak, çalışarak bilgiye ve yeteneğine göre değil, adamını bularak üniversitede kadro alınması gibi üniversiteleri zor durumda bırakacak uygulamalar yeniden ülkemizde yaşanır olacaktır. Toplum nezdinde saygınlığı olan üniversitelerin böyle durumlara sürüklemeye kimsenin hakkı bulunmamalıdır. Son yılarda üniversitelere çok sayıda üniversitelilik bilinci ve kapasitesi olmayan öğretim üyesi ve görevlisi sürekli kadro durumuna alındı, bunlar nasıl sistem içerisinde eritilecek. Söz konusu akademik terbiyesi olmayan kişiler kendileri ile kalsalar neyse, aşağıdan gelen dinamik öğrencilere de kötü örnek teşkil etmektedirler.

k) Yerinden yönetim yok. Batılı üniversitelerde olduğu ademi merkeziyetçi bir yapılanma ile yerinde yönetim ilkesi benimsenerek üniversite çeşitliliği ve buna uygun yapılanma geliştirilebilirdi.

l) Yöneticilik görevinin sınırlandırması yok. Yöneticilik görevinin bütün birimlerde bir defa ile sınırlandırılması gerekirdi. Üniversitelerde asıl olan öğretim üyeliği ve bilim adamlığıdır. Herkesin yeri laboratuvarıdır. Neredeyse bir yönetici sınıfı oluştu. Eğer belirlenen süre 4 yıl yetmiyorsa 5 yılığına bir defa olmak üzere seçilebilir. Aksi taktirde bir çok rektör (insanın doğası gereği kendine yakın olanı tercih eder) yeniden seçilmek için kendisine oy verecek kişiyi atamayı tercih eder ve bu durum üniversite ruhuna ve akademik liyakate uygun düşmez. Bu konu üniversitelerin en çok eleştirilen konusudur. Her ne şart altında olursa olsun batılı anlamda ölçütleri net olarak belirlenmiş koşullarda “YÖNETİCİLER BİR DEFALIĞINA SEÇİLMELİDİR”. Ayrıca kurumun gelişmesine zarar veren, kurumun çıkarını kendi çıkarına kullanan, yüz kızartıcı suç işleyen yöneticilerin kime karşı sorumlu olukları ve ne şekilde görevden el çektirileceği de taslakta belirtilmemiştir.

m) Akademik rekabetin nasıl sağlanacağı açık değil. En başta üniversitelerde olması gereken rekabet anlayışı yüksek öğretim kurumları arasında olmakla sınırlandırılmıştır. Bilim adamaları, labaratuvarlar ve Enstitüler ve Üniversiteler nasıl birbirleri ile yarışacaklar. Bu bağlamda üniversite verimliliği nasıl artırılacaktır. Bugün bazı birimler devlet dairesinden farksız duruma gelmiştir.

n) Öğrenciler Yok. Öğrencilerin üniversite yönetimin oluşması ve sosyal dokusunda yer almasından hiç söz edilmemektedir. Bin küsur yıllık batı üniversite tarihlerinde üniversite yönetimleri öğrenciler tarafından ağırlıklı olarak belirlenir ve üniversitelerin yönetimlerinde artık neredeyse öğrenciler aktif rol almadığı hiçbir kurum kalmadı. Bir üniversitenin en dinamik ve yaratıcı unsurları öğrencilerdir. Öğrencilerin aşağıdan getirdikleri sinerji ile üniversiteler farklı şekilde renklenir ve yaratıcılık gelişir. Bu anlamda öğrencilerin mutlaka ve mutlaka üniversite içinde “bir şeye karşı çıkabilme, itiraz edebilme ve farklı düşündüğünü gösterme” cesareti bizzat üniversite tarafından sağlanması gerekir. Tabii şiddete başvurmamak kaydı ile. Aksı taktirde üniversitelerde yurttaş bilinci değil kulluk bilinci (başkalarının doğrularını kabul eden) gelişir. 2547 sayılı yasanın kuruluş gerekçelerinden biride “tehlikeli” olan öğrencilerin “ehlileştirilmesi” idi. Yeni kurulacak YÖK yasası mutlaka öğrencilere her düzeyde yer vermelidir.

Sağlıklı Bir Reform İçin Alternatif Var

Milli Eğitim Bakanı tarafından 27/09/2003 tarihinde Öğretim Elemanları Dernekleri ile yapılan toplantıda (maalesef geçmiş YÖK Yönetimi ve ÜAK böyle bir görüşme gereksinimi bile duymamıştır) benim de içinde bulunduğum dernek temsilcileri tarafından Sayın Bakana aşağıda sunulan öneriler çerçevesinde çağın gereklerine uygun yeni bir üniversite yasasının hazırlanması önerilmiştir.

Öğretim Elemanları Dernekleri Tarafından Milli Eğitim Bakanı’na 16-10-2003 tarihinde Üniversite Reformuna Yönelik Temel İlkeler ve Beklentiler iletilmiştir.

Aşağıdaki ilkeler bir bütündür:

. Yükseköğretim yasası bilim özgürlüğünü güvence altına almalıdır.

. Üniversiteler özerk, katılımcı, laik, demokratik ve çağdaş bir yapıya kavuşturulmalıdır.

. Üniversitelerin hedeflerini saptayıp gerçekleştirebilmeleri için akademik özgürlük, idari ve mali özerklik sağlanmalıdır. Bu özerklik, saydamlık ve hesap verebilirlik içermelidir.

. Üniversite ve yükseköğretimin işleyişi, iktidarın siyasi müdahale alanı olmamalıdır.

. Yükseköğretim üst kurulları, üniversiteler arasında ve üniversitelerle toplum arasında eşgüdümü sağlar.

. Üniversitelerarası Kurul, üniversite kurulları, rektör, dekan, bölüm ve ana bilim dalı başkanı ve diğer yönetim/denetim makamlarının seçilme süreçleri demokratik ve katılımcı olmalıdır.

. Üniversitede karar alma yetkisi kurullara, bu kararları yürütme yetkisi ise seçilmiş görevlilere verilmelidir.

. Akademik yükseltme ve atama kararları tamamen bilimsel veri ve ölçütlerle oluşturulmalı, ideolojik/siyasi ölçütler, telkin ve baskı söz konusu olmamalıdır.

. Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir devlettir; eğitim, sosyal devletin asli görevlerinden birisidir ve bu hizmet tüm yurttaşlara eşit ve ücretsiz verilmelidir.

. Üniversiteler toplumsal gelişmeye öncülük etmelidir. Üniversitedeki birikimlerin topluma kazandırılmasını sağlayacak yapılanma oluşturulmalıdır.

GÖRÜŞ ve ÖNERİLER

Temel İşlevler: Üniversiteler, temel işlevleri (1) araştırma, (2) eğitim, (3) öğretim, (4) kamu hizmeti olan özerk kuruluşlardır. Bu işlevlerin karşılıklı olarak birbirlerini desteklemeleri ve denetlemeleri gerekir. Hiçbir işlev tek başına üniversitelerin görevini tanımlamak için yeterli değildir.

Yapı: Yükseköğretim Yasası, demokratik bir anlayışla ele alınmalı ve yükseköğretim kurumlarının uymaları gereken genel esasları içermelidir. Üniversiteler arasındaki eşgüdüm, tüm üniversite bileşenlerinin doğrudan veya dolaylı olarak temsilcileri ile temsil edildikleri üniversiteler arası kurul aracılığı ile gerçekleştirilmelidir. Üniversiteler, bu genel düzenlemenin yönetsel ve akademik ilkelerine aykırı olmamak koşulu ile, kendilerine özgü yapı, yaklaşım ve uygulamalara elverişli esnek düzenlemelere gidebilirler. Üniversiteler ve fakülteler tüzel kişiliğe sahiptirler. Seçtikleri organlar eliyle yönetilmeleri esastır. Yönetimde demokratiklik, çağdaş bilimsel esaslara uygunluk ve laiklik ilkelerinden ödün verilmesi olarak yorumlanamaz

Özerk Üniversite: Üniversiteler siyasal iktidarların etki alanı olmaktan çıkarılmalı, ve tüm kurumlardan bağımsız ve özerk olarak kararlarını oluşturmalıdırlar. Evrensel düzeyde özerk üniversite ve özgür akademik ortamın sağlanabilmesi, şeffaf, hesap verebilir ve liyakate dayalı, yerinden yönetilen üniversite modeline bağlıdır.

Bilimsel Denetim ve Akademik Standartlar: Yükseköğretim kurumları, temel işlevleri doğrultusunda yürüttükleri çalışmalara ilişkin ve öncelikli olarak belirlenen ilkeler çerçevesinde denetlenir. Kamu kaynaklarının yükseköğretim kurumları arasında dağıtımında uzun erimli (5-10 yıl) süreç denetimi ve kısa erimli (1-2 yıl) son ürün denetimlerinin sonuçları dikkate alınır.

Sosyal Devlet, İnsan Haklarına Uyum : Yükseköğretim ile ilgili yasalar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sosyal devlet niteliğine ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne aykırı hükümleri içeremez.

Üniversiteye Giriş ve Temel Eğitimde Hedef : 12 yıllık zorunlu, kesintisiz temel eğitim sürecinde öğrencilerin ilgi ve becerilerinin nesnel ve bilimsel yöntemle değerlendirilmesinin ardından, uzun erimde, üniversiteye giriş sınavının kaldırılması ve böylelikle orta öğretimi zayıflatan, üniversitelere yerleştirmede aksaklıkları artıran yönlerinden arındırılması hedeflenmelidir. ÖSYM, Yükseköğretim Yasası içerisinde özerk ulusal bir sınav merkezi olarak tanımlanmalıdır.

Özgür Bilimsel Ortam : Bilimsel çalışmaların herhangi bir iç veya dış gücün güdümüne girmeleri engellenerek kamu hizmeti özellikleri ve yüksek akademik nitelikleri korunmalıdır. Üniversitelerin ticari kuruluşlar gibi yönetilmesi bilimsel çalışmaların “özel teşebbüs” ve “pazar ekonomisi” çerçevesinde yönlendirilmesi kabul edilemez. Bu kapsamda ulusal bilim yayıncılığı üniversitelerin gündemine sokulmalı ve uzun erimli denetimlerde dikkate alınmalıdır.

Tüzel Kişilik : Üniversiteler ve fakülteler tüzel kişiliğe sahiptirler. Üniversitelerin yönetimi katılımcı ve demokratik bir yapıya kavuşturulmalıdır. Üniversitelerde yönetim, Üniversite bileşenlerinin özgür irade ve seçimleri ile oluşturdukları kurullar ve seçtikleri yöneticiler aracılığı ile gerçekleştirilmelidir.

Tam Gün Çalışma : Üniversitelerde tam gün çalışma esası getirilmelidir. Üniversite bileşenleri tüm enerjilerini kendi çalışmalarına yönlendirebilmelidirler. Tam gün çalışma, öğretim elemanlarının bilgilerini ve uzmanlıklarını toplumsal çevreleri ile paylaşmalarına engel değildir. Öğretim üyeliği unvanı akademik ünvanı olup üniversite dışında başta ticari olmak üzere bireysel çıkar amacıyla kullanılmamalıdır.

Akademik Kariyer : Öğretim elemanlarının akademik kariyer sürecindeki tüm aşamalar, bilimsel araştırmaları, akademik çalışmaları ve verilen hizmetleri temel alan nesnel ölçütlere bağlanmalıdır. Kariyer yapmak, atama ve yükseltme ile ilgili tüm uygulamalar açık, şeffaf ve kolaylıkla ulaşılabilir bir ortamda yapılmalıdır.

Ücretsiz Üniversite : Ücretsiz eğitim hakkı, eğitimin her düzeyi için geçerlidir. Herkesin bu hakkı kullanabilmesi, devletin güvencesinde olmalıdır. Yükseköğretim çağındaki insanların bu haklarından yoksun bırakılmasının kabul edilebilir bir gerekçesi olamaz.

Türkçe Eğitim : Üniversitelerde yabancı dil eğitimi ve öğretimi alanı dışında kalan alanların eğitim ve öğretim dili Türkçe olmalıdır.

Meslek Yüksekokulları, Yükseköğretim Yasası içerisinde ayrı bir yapılanmaya kavuşturulmalıdır.

Vakıf Üniversiteleri, kamu kaynakları ile finanse edilmemeli, her yönüyle benzeri kamu kuruluşlarının tabi oldukları koşullara uymaları sağlanmalıdır. Bu üniversitelerin, kendi eğitim ve araştırma açıklarını gidermek üzere sistemli bir program uygulamaları yasal zorunluluk haline getirilmelidir.

Yeni Üniversiteler : Mevcut yükseköğretim kurumlarında asgari standartlar sağlanmadan yeni yükseköğrenim kurumları açılmamalıdır.

Araştırma Geliştirme ve Yeni Teknolojiler : Üniversiteler, eğitim işlevleri ile birlikte araştırma/geliştirme etkinliklerinin, birbirlerini destekleyerek gerçekleştirildiği, yeni teknolojilerin geliştirildiği öncü kurumsal yapılar olarak değerlendirilmelidir. Üniversitelerle ilgili bir yasada bilimsel araştırma ve yeni teknoloji geliştirme birimleri dikkate alınmalıdır. Bilimsel araştırmaların niteliğinin geliştirilmesi ve araştırma kapasitesinin artırılması, üniversitelerde araştırma ve eğitim etkinliklerinin ayrılmaz bütünlüğü konuları Yükseköğretim Yasasında yer almalıdır. Eğitim ve araştırma etkinliklerinin bütünlüğünü zedeleyecek “Araştırma Profesörlüğü” gibi tanımlamalar ortadan kaldırılmalıdır.

Ülke Bilim Politikasını Geliştirme ve Uygulama : Özellikle bilgi ekonomilerine geçiş döneminde, ulusal üstünlüklerin bilim ve teknolojideki gelişmelerle desteklenmesi kritik bir kalkınma etkenidir. Araştırma ve yenilik etkinliklerinin ulusal ve uluslararası düzeylerde desteklenmesi ve eşgüdümün yapılması amacıyla geliştirilecek ulusal bilim - teknoloji - yenilik politikaları için, üniversitenin de yer aldığı değişik politika kurumlarına ve destek mekanizmalarına ihtiyaç bulunmaktadır. Ulusal Bilim ve Teknoloji Politikalarının geliştirilmesine ve uygulanmasına yardımcı olmak, bu uygulamayı izlemek ve bu politikaların uygulanması için gerekli araçları saptamak (altyapı, eğitilmiş insan gücü) ve bu gereksinimleri gidermek amacıyla; Yüksel Planlama Kurulu (YPK), Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ve Bilim Teknoloji Yüksel Kurulu (BTYK) ile Üniversitelerarası Kurul temsilcilerinin katıldığı bir Kurul oluşturulmalıdır.

Disiplin ve Ceza : Yasada disiplin ve ceza konularının ayrıntılı olarak ele alınmasına gerek bulunmamaktadır. Ayrıca kılık kıyafet ile ilgili bir maddenin yasada yer almasına gerek yoktur; bu konuda mevcut hükümler yeterlidir. Disipline yönelik düzenlemeler demokratik özgürlükleri sınırlamamalıdır.

Bu ilkeler çerçevesinde;

* Üniversitelerin akademik, idari ve mali özerkliği modern üniversiteler düzeyinde sağlanmalıdır. Bu anlamda üniversiteler hükümetlerin ve bürokratik işlevlerin müdahalesinden özgür tutulmaları gerekir. Üniversitelerde otokontol yöntemi ile üniversiteyi üniversitelilerin yönetmesi sağlanmalı. YÖK tamamen bir eşgüdüm kurulu olarak, üyeleri ağırlıklı olarak ÜAK üyelerince seçilmeli, YÖK, ÜAK tarafından denetlenmelidir.

* Bölüm ve Ana Bilim dallarının görev ve fonksiyonları güçlendirilerek aşağıdan yukarıya doğru kendi içerisinde örgütlenmiş bilimsel kurulların oluşması ve yönetilmesi esas alınmalı.

* Akademik değerlendirme ilkeleri ve ölçütleri geliştirilmelidir. Verimliliği yüksek, üretken bilim adamı yetiştirmek için çıtası yüksek tutulmuş ölçütlerle bilim adamı vasfına sahip olanlar üniversiteye alınmalıdır. Sağlıklı ve evrensel ölçekte bilim adamının sağlanması için TUS benzeri bir sınavla belirli bir puanın üzerindeki adaylar üniversitelere Araştırma Görevlisi için açılan yeterlilik sınavlarına başvurmalıdırlar. Doktorasını tamamlayan araştırıcı eğer üniversitede hoca olarak kalmak istiyorsa “ınbreeding”in ortadan kaldırılması ve üniversite dinamikliğinin sağlanması için mutlaka başka bir üniversitede kadro aramak zorunda olmalıdır.

* ÖSYM, ÜAK’ un denetiminde olmalı ve siyasilerin seçme ve yerleştirme sürecinin dışında tutulması sağlanmalıdır.

* Bilim Akademisi Batılı Akademiler seviyesine çıkarılmalı ve ülkenin bilim politikasını ve stratejisini belirlemelidir. Bilim Akademisi üyeleri bilimselliğini kanıtlamış, uluslararası düzeyde başarılı ve etik sorunu olmayan seçkin kişilerden oluşmalıdır. Bu anlamda üniversiteler arası “bilim Akademileri” kurulmalı. Daha makro projeler bu şekilde çözümlenmelidir.

* Her üniversitenin kendi karar vereceği “Stratejik plan ve öz değerlendirme yanında dış değerlendirme” ilkeleri mutlaka benimsenmelidir.

* Üniversitelerde her türlü düşüncenin özgürce ifade edilmesi ve her üniversitelinin ideolojileri ve “izm” leri tartışabilmesi ortamının sağlanması için Bilim tarihi, Bilim felsefesi, Kültür ve Uygarlık Tarihi gibi dersler de okutularak üniversiteler üniversitelilik bilincinin sağlanması ile üniversiteler üzerindeki güvenlik kaygısı, bölücü, irticai faaliyetlerin önünün kesilmesinde önemli bir panzehir olacaktır.

* Üniversitelerin mali sorunları çözülmelidir. İkili öğretim, yaz okulları, tezsiz yüksek lisans, ek ders ücreti ve yarı zamanlılık gibi uygulamaların kaldırılması ve bunun yerine dünya standartlarında bir ücret politikasının belirlenmesi üniversite verimliliğine daha büyük katkılar sağlayacaktır.

* Üniversiteliler olarak arzuladığımız bilim ortamının yetkileri mümkün olduğu kadar tabana yayılmış, üniversite öğretim üyesi, görevlisi, öğrencisi ve idari personeli ile üniversitenin üniversiteliler tarafından oto kontrole dayalı özgür ve bilimsel özerkliğe sahip bir yapı içerisinde batılı ölçekte standartları belirlenmiş seçim esasına dayalı yönetilmesidir. Üniversite yöneticilerinin seçimi bir defaya mahsus olması üniversite yönetimin sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır. Dekanlar mutlaka seçimle gelmeli. En fazla oyu alan aday doğrudan atanmalıdır. Rektör seçimi daha önce önerildiği gibi bilim alanlarına göre yapılmalı. Bugün teknik üniversiteler dışındaki bir çok üniversitenin rektörü tıp kökenli. Ve kamuoyundaki yansıması teknik üniversiteler bilimsel olarak daha ileride çünkü rektörleri farklı disiplinlerden gelmektedir. Aynı zamanda rektörlük seçimi iki turla yapılmalı, ikinci turda yarıdan fazla oy alan kişi atanmalıdır. Bu bağlamda üniversite yönetimlerinin bir meslek olmaktan çıkarılarak batılı anlamda basitleştirilmesi gerekir. Üniversite yönetimleri Ana bilim dalı başkanlığından rektörlüğe kadar tamamen bir koordinasyon merkezi olması ve asıl sorumluluğun kurullarda olması gerekir.

* Evrensel ölçekte özerk üniversite ve özgür akademik ortamın sağlanabilmesi, şeffaf, hesap verebilir ve liyakate dayalı, yerinde yönetilen üniversite modeli arzusu yukarıdaki bir çok sorunun cevabını içermektedir.

ÜMİDİMİZİ KORUYORUZ

Bu bağlamda 2004 yılında yeni bir yasa çıkaracağımıza olan umudum halen devam ediyor. Bunlardan; sayın Cumhurbaşkanının bilim kültürüne verdiği önem. Cumhurbaşkanı Sayın Sezer TÜBİTAK ödül töreninde yaptığı konuşmada “Yaşamımızın her alanına bilimsel düşünceyi yerleştirmeliyiz; köklü bir bilim reformuna devlet olarak destek vererek yaratıcı düşüncenin hayata geçirilmesini sağlamalıyız; her alanda çağdaşlaşmaya, ancak akıl ve bilim yoluyla ulaşabiliriz” demesi devletin üst düzeyde bilim politikasına verdiği önemin bir göstergesi olarak olumlu karşılanmıştır.

İkincisi de yeni YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç gibi saygın bir bilim adamının Galatasaray Üniversitesi rektörlüğü, Anayasa hukuku profesörlüğü kimliği, bilimsel saygınlığı ve üniversite sorunlarına olan duyarlılığı ile YÖK’ün başına atanması bir ümit kaynağı olmuştur. Sayın Teziç’in YÖK başkanlığına gelmesiyle Öğretim Üyeleri dernekleri ve öğrenci temsilcileri ile görüşeceğini; bu bağlamda UAK’un hazırladığı yasa önersinin nihai olmadığını belirterek üzerinde çalışılacağını belirtmesi ve Hükümet ile de istişare içerisinde daha çağdaş ve demokratik bir üniversite konusunda gösterdiği yönelim olumlu karşılanmıştır.

Ne Yapılmalı?

Mevcut YÖK yasası, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan yasa önerisi ve ÜAK tarafından hazırlanan yasa taslaklarının yaklaşımı ile ülkemiz Yükseköğretimi ne bilgi çağının yakalayabilir ne de geleceğin sağlıklı yetişkin bireyler yetiştirebilir. Dünün geri kalmışlığının hesabını veremeyen bir toplum olarak yarınında hesabını vermeme gibi bir lüksümüz bulunmamaktadır.

Herkesin artık elini vicdanına koyup, kendi küçük çıkarları için değil, kamunun ve toplumun uzun süreli çıkarları için biz merkezli olarak davranması gerekir. Eğer gerçekten çağdaş bir ülke olacaksak başta yüksek öğretim olmak üzere bilime yüksek değer vermek zorundayız. Bugün gelişmiş ülkelerin konumu buna bağlıdır.

Bir önceki hükümetin döneminde başlatılan atölye çalışmasından çıkan metin içinde halen düzeltilmesi gereken bir çok konu olmasına rağmen kamuoyuna sunulmadan bir anda bilinmeyen bir nedenden dolayı rafa kaldırıldı. Söz konusu atölye çalışmasında özerk üniversite anlayışı çerçevesinde Anayasanın 130. ve 131. maddelerinin değişmesi öngörülüyordu. Şimdiki hali ile anayasanın ilgili maddeleri değişmeden hiçbir reform hareketi yapılamaz, yapılsa bile sınırlı ölçüde iyileştirmeler yapılabilir ve bu iyileşmeler yükseköğretimin sorunlarını çözemeyecektir. Konuyu bilen değişik kesimlerden uzmanlarca bir atölye çalışması ile ülkemizin önünü açacak bir yasa hazırlanabilir. YÖK, Üniversitelerarası Kurul, TÜBA, TÜBİTAK, Öğretim Üyeleri Dernekleri, Öğrenci temsilcileri ve Sendikaları ve, İlgili Sivil Toplum Örgütlerinin temsilcilerinden oluşan bir atölye çalışmasının hazırlayacağı yeni bir yasaya gereksinim bulunmaktadır. Bu atölye de özellikle hala hayatta olup 4936, 115, 1750 ve 2547 sayılı üniversite yasalarının yürürlükte olduğu dönemlerde görev yapan öğretim üyelerinden ve diğer ilgili kuruluşlardan yararlanmak mümkündür.

Diğer yazıda üniversite derneklerinin uzun süredir değişik kesimlerinde görüşlerini alarak üzerinde çalıştıkları ve hemfikir oldukları üçüncü seçenek adlı yasa önerisi var (Üçüncü seçeneğinde iyileştirilmesi gereken kısımları var). Şu hali ile mevcut YÖK yasası yanında Milli Eğitim Bakanlığının yasa önerisi ve ÜAK’un yasa önerisi yanında bir de ÖED’ lerinin üçüncü yasası karşılaştırarak sağlıklı bir çıkış yolu bulunabilir kanısındayım.

Çağdaş bir YÖK yasasına kavuşmak dileği ile yeni yılınızı candan kutlarım.

Saygılarımla

Prof. Dr. İbrahim Ortaş
Çukurova Üniversitesi
e-posta: asportas@mail.cu.edu.tr


netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)


Yorum Ekle Yorumları Listele
152. Sayı önceki yazı 152. Sayı sonraki yazı
Yazarın Önceki Yazısı Yazarın Sonraki Yazısı
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye