| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

07.08.2003 Rey'an Yüksel - netyorum.com / Sayı: 141

YOKSUN

Mektup II

Sayamadığım kadar uzun zamandır yoksun yanımda. Sayamadığım kadar uzun zaman da yanımdaydın oysa. İki farklı meçhul zamanın arasında gidip gelmelerdeyim.

Bir anda dalıvermiştin hayatımın içine. Yabancısı olduğum bu ülke insanlarından ne denli de farklıydın, benden biriydin , bizden biriydin sanki. Ailem İran’daydı.. Türkiye’ye Amerika’da okuduğum okul sonrasında bilgisayar ile ilgili bir proje için üç aylığına gelmiştim. İran’da ailemi bırakıp sana geliyormuşum meğer nereden bilirdim. Okulu bitirdikten sonra Amerika’da kazandığım burs için gitme hazırlıkları yaptığım sırada projesinde çalıştığım firmaya seminer vermeye geldiğin gün tanıştık seninle.

Anlatmaktan yorulmayan bitmez tükenmez bir enerji deposuydun sanki. Keskin zekan, espri yeteneğin büyülemişti beni. Güzelliğinin farkına bile varamamıştım o büyülenmişlik sırasında. Seminer üç gündü ama ben hiç bitmesin istiyordum, fark etmeni istiyordum beni, o iki gece boyunca seni nasıl etkilerim diye oturup sorular hazırlıyordum sana sormak için. Ancak üçüncü gün fark ettin beni, geri çevirmedin, kahve teklifimi. Nasıl heyecanlıydım ve sen nasıl parıldıyordun, sönük kalıyordu yanında her şey. Aşkı tatmamışım daha önce, yalan gelirdi dostlarımın söyledikleri, o ilk görüşte vurulmalar akıldan çıkmayan her an. Kendimi kandırmışım bunca zaman.

Sanırım senin bunca fark edilir olman ve benimse senin yanında silik kalmam etkiledi seni, bir anaç tavır vardı her halinde. Boşanmıştın iki yaşında bir kızın vardı. Nasıl sana layık olamadığını düşündüm o adamın, senin gibi bir hazineyi bulup kaybetmek hangi aptalın yapabileceği bir iş olabilirdi ki?

- Bitti işte

dedin.

- Her halimi her yaptığımı sorgulayan bir adamla yaşamayı sürdüremezdim. Taşıyamadı beni, anlayamadı neler hissettiğimi. Ben ona göre günlük yaşayan bir kadındım. Oysa babam daha otuz iki yaşındayken ölmüştü, bunu biliyordu. Annem, kız kardeşim ve ben ayakta kalmayı başardık. Zaten ayakta kalamayacağız diye bir endişemiz yoktu. Babam öldüğünde ben sekiz, kardeşim beş ve annem otuz bir yaşındaydı.“Günlük Yaşam” nedir bilmedim, ailenin büyüğü gibi hissettim daha o yaşta kendimi. Evde babam hiçbir zaman ağlayarak anılmazdı. Babam olsa nasıl davranmamız gerektiği bilinciyle büyüdüm, bildim elimde olanlarla yetinmeyi. Yaşamın her anından mutluluk duymak gerektiğini öğretti yaşam bana. Çünkü mutsuzluğu ve belki de o yaşta tadılacak en büyük mutsuzluğu tatmıştım. Söz vermiştim kendime, hiçbir zorluğun beni yenemeyeceğine ve hayata hep sıkı sarılacağıma dair. Yaşadığım her anın tadına varacağıma dair de. Eski eşime ne zaman bir takım zorluklarla karşılaşsa “aşabilirsin” dediğimde o beni ilgisizlik ve hayatı ciddiye almadığımla yargılar olmuştu. Kızımız doğduğunda durum değişir gibi olmuştu. Bana karşı daha anlayışla yaklaşıyordu. Zor bir doğumdu benimkisi, ilgimin büyük bir kısmı kızıma yönelmişti. Ortak noktamız sadece kızımızdı o dönemlerde.

Fakat çok geçmeden benzer sorunlar kendini gösterdi. Eskisi gibi yine neşe dolu hayatı dolu yaşamak isteyen ve her anından zevk alan bir tip olmuştum. O yine sorumluluk duygusunun kendini boğmasına izin veren ve hatta bu uğurda hayatın ne denli güzel olacağını göremeyecek kadar da kör. Neyse sonunda bitti işte

dedin.

Bunların hiçbirini neredeyse nefes almadan anlatmıştın.

Her gün, hatta her gece görüşür olmuştuk, 2 yaşında bir kızın vardı, dünya güzeli bir kız. Amerika’daki okul burs için cevap istediğinde belki de hayatımın ilk çılgın kararını veriyordum daha 25 yaşındaydım her şey yabancıydı burada bana, ama 27 yaşında iki yaşında bir kız çocuk sahibi senin için gitmedim Amerika’ya. İyi ki de gitmemişim.

Hayat bu kadar mı güzel olabilirdi, şimdiye kadar neden fark etmemiştim? Her şey seninle güzelleşti her şey seninle anlamlandı. Kısa bir süre sonra aynı evde yaşamaya başladık.

Kızın kızımdı. Uçuk bir anneydin. Normalde bir anne kızı mama sandalyesinde ket çap döküyorsa oraya buraya, ya elinden ket çapı alır, ya da siler değil mi? Sen kızımızla ket çap savaşı yapardın. Her şeyi ama her şeyi oyuna çevirirdin. Sadece kızımızın annesi değildin benim de annemdin sen. Çok güzel olmandan, aşktan, tutkudan bahsetmiyorum. Sen bütünüyle bir şefkat ve sevgi yumağıydın. Tamamen yabancısı olduğum bu ülkede kaybolup gitmemem için tek dayanağımdın. Her şeyimdin benim. Üstüme titrerdin, kendimden ve belki de dünyada değer verdiğim tüm insanlardan çok üstüne titrerdim.

Dört yıl boyunca aynı evi paylaştıktan sonra evlendik, değişen hiçbir şey yoktu, sadece artık yasalar önünde de karımdın ve hala delice bir tutkuyla seviyordum seni. Bunca zaman boyunca tek bir günümüz bile konuşmadan, telefonlaşmadan veya e-mail atmadan geçmedi.

Aldığın nefesleri bile hissederdim. İki ayrı vücutta tek bir beden olmak nedir bilir mi insanlar, işte biz öyleydik. Candın içimde ötesi yoktu. Senin olmaman mümkün değildi. Hayat durabilirdi, savaş çıkabilirdi ama sensizlik hiçlikti. Seninle vardım, seninle nefes alırdım.

Evliliğimizin ilk yarısını doldurduğumuz dönemlerde çalışma tempon gittikçe artmıştı, giderek eve daha geç gelir olmuştun. Her geldiğin gün biraz daha şikayet eder bir halin vardı, sıkça baş ağrısı şikayetlerinden söz ediyordun. Kaç kere doktora gitmen gerektiğini söylesem de “kötüye bir şey olmaz” derdin. 32 yaşında hayatı bu kadar güzel yaşayan ve hisleriyle hissettikleriyle çevresindekilere hayatı bu kadar güzel yaşatan başka bir insan var mıydı acaba?

Bir akşam yemeğe gittik, yine eğlenceli bir akşamdı ama senin pek tadın yoktu. Eve geldik, duş alacağım dedin, sonra uzandın ve “başım ağrıyor” dedin. “çok çalışıyorsun” dedim. Sonra bana boş gözlerle bakmaya başladın, “hadi şaka yapma lütfen” dedim, ama bana bakmıyordun ve şaka da yapmıyordun. Derhal hastaneye götürdüm seni. Doktorlar anlayamadı önce beyin kanaması dediler, anlayamıyordum ne dediklerini kendi aralarında konuşuyorlarmış gibiydi sanki, sonra bana dönüp biraz daha analize ve tetkike ihtiyacımız var dediler, hiçbir cevap veremiyordum, sadece bir boşluk kafamın tümünü kaplamıştı, annen, kız kardeşin ve iş arkadaşlarımızla yetmiş kişi belki kapının önündeydik, herkes korkunç bir sessizlik içinde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sonra doktorlar geldi ve derhal ameliyata alınman gerektiğini söylediler, izin verdim ama bir başkası konuşuyordu sanki ağzımdan çıkan kelimeleri sanki ben de başkaları gibi dinliyordum uyuşmuş ve sanki ağır çekime alınmış filmler gibi hareket ediyordum. Konuşmalar da sanki o şekilde idi. Saatler yıllar kadar uzundu bekleyişimiz on altı saat sürmüş ve doktor ameliyathaneden yere bakarak çıktı. Anevrizma dediler, birinci damarı tutmuşlar ikinci patlamış, beyne otuz dakika kan gitmemiş. Bekleyelim dediler, yetmiş iki saat sonra sonucu anlayabiliriz ancak. Ne kadar çok umutlandık, ne dualar okuduk, “bizi duy” diye ne kadar yalvardık. Olmadı. Beyin ölümün gerçekleşti. Senin elin sıcak uyuyor gibi duruyorsun ama... Kalbini, karaciğerini ve böbreğini almak istediler. Senin de isteyeceğini düşündüm ve kabul ettim. O güzel kalbinin başka bir insanda yaşayacağını düşündüm ve kabul ettim.

Candın bende. Ötesi yoktu.

Ölüm ilanlarını okumayı severdin. O küçük ilanlardan insanların hayatlarına dair ipuçları yakalamaya çalışırdın. Yağmurlu bir gündü, soğuktu çok, tam toprağa konacağın sırada güneş çıktı, sen gömülüp üstün örtülene kadar da ısıttı seni. Biliyor musun iki yaşından beri dondurma aldığın dondurmacı amca da gelmiş yaşlı gözlerle izledi töreni.

İki gün sonra birinci yıl dönümün ve ben bir yıldır her gün seni düşünerek yatıyor ve her sabah seni düşünerek uyanıyorum. Yangın yerindeyim, giderken ardında koca bir yangın bıraktın, beden dağ gibi sanki yan yan tükenmiyor. Bazen ne kadar güçlüyüm diyorum bunca acıya rağmen nasıl ölmüyorum, nasıl?

Candın ya bu bedende, seni yaşatmak için yaşıyorum, yaşamak buna denirse...

Rey'an Yüksel
e-posta: reyan@softhome.net


netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)


Yorum Ekle Yorumları Listele
141. Sayı önceki yazı 141. Sayı sonraki yazı
Yazarın Önceki Yazısı Yazarın Sonraki Yazısı
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye