| Önsöz | Arama | Üyelik | Sohbet | Alış-Veriş | www.netyorum.com   
Ajanda
Seçtiklerimiz
Arşiv
Yazarlar
Yorumlar

Bölümler

Köşe Yazıları
Teknoloji
Sanat
Soru & Cevap
Dostluk & Sevgi
Eğlence
Geçmiş Zaman Olur ki

Konular

Sinema
Müzik
Kitap
Sözler
Oyunlar
Ürünler
Mekan
 
 
Reklam Fiyatları

İzleyici Mesajları

Elektronik posta :
bilgi@netyorum.com

 
 
Bu sayfayı arkadaşınıza göndermek için tıklayın.

 
 
Açılış sayfası yapmak için tıklayın.

Sık kullanılanlar listesine eklemek için tıklayın.

 

Eski Sayıları

"İstanbul Mekanları" 17.04.2003 Zafer Sönmez - netyorum.com / Sayı: 130

DÜŞ BİLANÇOSU ve
DÜŞLERİMDEKİ KORNELIA ANTONIA -
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ

Herşey için bir başucu kaynağınız olmalı derim. Müze gezecekseniz, mutlaka bir müze rehberiniz olmalı. Ben ise rehberden önce kitaplığıma bakarım. Müze gezmek için en önemli şey içindeki ilhamı oluşturmaktır.

Yöntem basit; salona gir, kitaplığa doğru meylet, İstanbul ile ilgili kitapların oluşturduğu rafta bordo renkli kitabı yakala ve ismini oku yeter: Müzeler İçin Düş Bilançosu. (YKY-Ekim 1993)

Evet evet Düş Bilançosu. Bazı kitapları sırf isimlerini sevdiğim için alırım. Onları okumam büyüleri kaçmasın diye... Bu kitapta öyle. İsmi bana o kadar çok ilham veriyor ki bilemezsiniz. Düş Bilançosu... Düşlerimizi yavaş yavaş kaybederken ya da yaşarken onların bilançosunu tutmak ne renkli olurdu değil mi? Bugünkü bilançomda sırf borçlar var, yani başkalarının düşlerini yaşıyorum ya da bugünkü bilançomda varlıklarım artmış, düşlerimin bir kısmı gerçeğe dönmüş gibi. Düş bilançomuzu oluşturmanın zamanı gelmedi mi? Emin olun en az bir düşünüz olsa da bilanço olabilir. Düşünüz yoksa bile bırakın başkalarınınkini bir süreliğine ödünç alın. Kendinizinkini bulunca onu geri verirsiniz. Düşlerimin Bilançosu'na bir katkı yapabilmek için çıktım yola...

Bir yere gitmek için yürümek en güzel yöntemlerden biridir. Biraz yürümekte yarar var. Bugün gideceğimiz yer İstanbul Arkeoloji Müzeleri. Müze gezmek, Türk insanı için yabancı bir aktivite ya da ilkokulda yapılması gereken bir zorunluluk gibi de olsa İstanbul bu açıdan oldukça zengin bir yer. Heryerde yaptığımız gibi kısa bir tarif gerekiyor galiba. Sirkeci Tren İstasyonu'nunu herkes bilir. Onun önündeki tramvay raylarını takip ederek hiç bozmadan yukarı doğru yürüyorsunuz, Sultanahmet yönüne. Yaklaşık 10 dk.lık bir yürüme mesafesini katettiğinizde Gülhane Parkına varırsınız. Tanzimat'ın ilan edildiği bu park şimdilerde fakir eğlencelerinin yapıldığı, İstanbul'a uzak olan aşkların kaçamak bakışlar altında yaşandığı, hayvanat bahçesi olmayan bir şehrin kafesteki hayvanlarını seyredebileceğiniz, ucundaki çay bahçesinden doyasıya İstanbul'u seyredebileceğiniz hala bozulmamış ender mekanlardan biridir Gülhane. İstanbul'un yeni kuşağı pek bilmez ve pek de gelmez buraya. Halk tipi eğlence küçümsenir ama yine ben severim Gülhane'yi. Cem Karaca'nın şarkısında söylediği ceviz ağacını arar dururum parkın içinde.

Parkın girişinden hemen sağa kıvrılan yokuştan yukarı çıkmanız gerekiyor. Bu yokuş Osman Hamdi Bey Yokuşu'dur. Yokuşun girişinde kapsüllü tabanca ile balon vuranları seyretmek epeyce zevkli oluyor diyebilirim. Mekan sahibi doğru nişan almayı anlatıp duruyor, bazıları zaman zaman silah bozuk, hedef almıyor gibi zorlasalar da sıkılmıyor. Ekmek kapısı belli ki...

Arnavut kaldırımı yokuşta yürürken büyüdüğüm yerler aklıma geldi. Bizim kasabada da her yer arnavut kaldırımdı. Sürekli de kaldırım kenarında ince bir su akar ve bir sürü ördek olurdu yolun kenarında. Kovalayıp dururdu zavallıları...

Yokuşun adı Osman Hamdi Bey... Osman Hamdi Bey, şu an bildiğimiz aydınların çok ötesinde bir hamurdan yapılmış gerçek bir Osmanlı Beyefendisi, sanatkarı, müzecisi ve kültür elçisi diyebilirim. Ben kendisini epeyce geç tanıdım. Onu ilk bulduğum yer Arkeoloji Müzesi'nin salonuydu. Osman Hamdi Bey'in en önemli özelliği bilimsel arkeolojinin bu topraklardaki ilk temsilcisi olmasıdır. 1881-1910 yılları arasında Arkeoloji Müzesinin direktörlüğünü üstlenmiş ve yapımı dahil her aşamasında rol aldığı binaların yanında Sidon Nekropolü Kazılarında bulduğu eserlerle de dünya çapında bir ün kazanmıştır. Bu buluntular Arkeoloji Müzesi'nin boynuna inci bir kolye gibi kendisi tarafından takılmıştır. Ayrıca dönemin ve tarihimizin en önemli ressamlarından biri olmuştur.

Arkeoloji Müzesi'nin bahçesine girdiğinizde kendinizi cennet bahçesi gibi bir mekanda bulmuş zannedersiniz. İstanbul'da huzuru arıyorsanız, kafanızı kaldırıp bir an olsun bu topraklarda bunlar da yapılabiliyor hem de yüzyıl önce diyebiliyorsanız mutlaka buraya gelin derim. Bu bahçede 3 müze bulunuyor: Arkeoloji Müzesi, Çinili Köşk ve Eski Şark Eserleri Müzesi. Bir arkeoloji mabedi. Ama bahçesi hep ilgimi çekmiştir. Sizi geniş bir avlu karşılar, arnavut kaldırımı sizi burada da bırakmaz. 4 sütunlu iki giriş kapısı olan Arkeoloji Müzesi'nin eski bölümü 1891 yılında, yan kanatları ise 1902 ve 1908 yıllarında açılmış. Buranın en önemli özelliklerinden biri de müze olarak inşaa edilmiş sayılı müzelerden biri olmasıdır. Mimarı, Vallaury imiş. Binanın dış cephesi İskender Lahti ve Ağlayan Kadınlar lahitlerinden esinlenerek yapılmış. İstanbul'daki Neoklasik yapıların güzel bir örneği olarak görülmektedir.

İçeriye çok geniş bir kapıdan giriliyor. Sizi Tanrı Bes'in heykeli karşılıyor. Roma Devri Kıbrısı'nı görmüş Bes şimdi bizim ufacık toprak için ne anlamsız kavgalar yaptığımızı bilse herhalde iyi bir ceza verirdi biz cühela takımına. Çünkü kendisi kötülüklere karşı koyan, yenilmez, güç ve dayanıklılık simgesiymiş. Bes'e ihtiyacımız var diyerek onun önündeki ödül panosuna bakıyorum: 1993 yılı Avrupa Müzeler Ödülü. Bu ödülü Osman Hamdi Bey'in anısı ile bir kez daha izliyorum.

Sol taraftaki salona girdiğinizde müzesinin inci kolyeleri sizi bekliyor. Sidon Nekropol kalıntıları ya da Sayda Kral Mezarları... Koridordan sola doğru dönünce flaşların kullanılması yasak olan kırmızı rengin tamamen hakim olduğu iki yanyana odaya giriyorsunuz. İlk olarak sizi Sadya Kralı Tabnit'in Mumyası karşılıyor. İsadan Önce 500 yıllarında yapılmış bir lahit. Tabnit'in mumyası camekanlı bir bölmede duruyor. Gerçekten ilginç bir görünüm. Onun yanında Lykia Lahti bulunuyor. Tabnit'in lahti bildiğimiz Mısır lahitleri gibi insan biçiminde iken Lykia Lahti yukarı doğru yüksek üstü oval epeyce de yüksek bir lahit. Daha önce Antalya Arkeoloji Müzesi'nde buna benzer lahitleri gördüğümü hatırlıyorum. Daha sonra karşıma Satrap Lahti çıkıyor. Bu da yine aynı zamanlarda yapılmış bir lahit. Bundan sonra karşınıza müzenin gerçek gurur kaynağı İskender Lahti çıkıyor. İsadan önce 4 yüzyılım son çeyreğinde yapılmış. İskender Lahti denmesinin sebebi üzerinde İskender'in Perslilerle yaptığı savaştan bir sahne bulunmasıdır. Mermer mezarın üzerindeki savaş figürleri o kadar canlı ve gerçekçi ki gözlerinize inanamayacaksınız. İnsan figürleri renklendirilmiş mermerden yapılmıştır. İskender Lahtinin yanında ise Ağlayan Kadınlar Lahti bulunuoyr. Üzerinde uzunlamasına duran ve ağlayan kadınların figürleri bulunan bu lahitte en az bir önceki kadar etkileyici.

Bu salondan çıkınca Osman Hamdi Bey'in hayatını anlatan bir hole geliyorsunuz. Burada benim en dikkatimi çeken şey yazdığı kitaplar oldu. Yaklaşık 110 yıl önce Avrupa'nın kültür beşiği olan Paris'te kitap yayınlamak zor olsa gerek ama bu ender bulunan aydın bunu başarmış görünüyor. İşte yayınladığı kitaplar orijinal isimleri ile:

* Une Necropole Royale A Sidon-Foullites De Hamdi Bey 1892
* Le Tumulus De Nemroud Dagh- O. Hamdi Bey / Osgan Efendi
* Le Costumes Populaires De La Turquie En 1873

Fransızca bilmemekle birlikte tanıtım yazılarından da aldığım kopyalarla birlikte birinci kitabın Sidon (Sayda) Kral Mezarları, ikinci kitabın Nemrud Dağı Kazısı, üçüncü kitabın da Türk Yerel Kıyafetleri üzerine olduğunu çıkartabiliyorum.

Osman Hamdi Bey ile ilgili bir sürü bilgiyi ve düşünceyi arkamda bırakarak heykellerin bulunduğu bölüme doğru meylediyorum. Nedense Helenistik dönem ve Roma dönemi heykel sanatı hep ilgimi çekmiştir. Müzelerde bu dönemde yapılan heykelleri bakmaktan alamam kendimi. Arkeoloji Müzesi bunun için tam bir şölen alanı. Burada Arkaik Dönemden başlayıp sırasıyla Pers, Helenistik, Roma Devri heykel sanatının gelişimini görmekteyiz.

Helenistik dönem heykel bölümünde İskender'in görülmeye değer 3 tane büstü bulunuyor. İskender'in büstünü diğerlerinden ayıran bir kaç özelliğ vardır. Birincisi o inanılmaz hüzünlü duruşu... 20 yaşında Makedonya'dan yola çıkarak bütün Pers İmparatorluğu'nu ele geçiren bu büyük savaşçı o kadar duygusal betimlenir ki insanın ona karşı sempati duymaması zor diye düşünüyorum. İkincisi dalgalı saçları... İskerder Lahti'nde de hemen onu en başta dağınık dalgalı saçlarından tanırsınız. Üçüncüsü pürüzsüz yüz ifadesi. Bir erkek bu kadar hatasız bir yüz ifadesine zor sahip olur diye düşünüyorum. Buradaki İskender büstleri Bergama Heykeltıraşlık Okulu'nun etkisini taşıyan duygulu ifadeye sahiplermiş. (Müzelerdeki bilgilendirme notları da olmasa müze gezisi yazmak zor olurdu sanırım)

Roma dönemine doğru geldiğimizde bazı heykeller öne çıkmakta. Bunlar içinde beni en çok etkileyenleri tanıtmak istiyorum.

Sappho'nun başı: Antik lirik kadın şair Sappho'nun başı gerçekten müzenin bana göre en görülesi objelerinden biri. Büste baktıkça şairin dizeleri aklıma geliyor...

"Yükseltin tavan kirişini ustalar.
Güvey geliyor Ares'ten boylu..."

Hadrian Heykeli: Bütün Roma İmparatorları arasında ben en çok Hadrian'ı severim. Nedendir bilinmez ama bu adama kanım hemen ısındı. Antalya ve yöresinde gezince heryerde Hadrian'ın bir izine rastlayabilirsiniz. Bazı Roma İmparatorları Roma'dan çok Anadolu'da tanınır. Bunlardan biri de Hadrian'dır. Gittiği her yerde bir kapı yapılmıştır. Hadrian Kapısı. Bir tane de Antalya Kaleiçi'nin girişinde bulunuyor. Heybetli Hadrian'ı görmekte yarar var derim.

Nehir Tanrısı Okeanos: Bu adamda suya epey bir meraklı görünüyor. Bizim futbolcular gibi suyun içinde yatay bir pozu buluyor müzenin içinde. Oldukça sevimlidir.

Tykhe Heykeli: İşte bu da benim için özel olanlardan biri. Tykhe; uygun kader ve iyi şans Tanrısı'dır. Bulunduğu yer benim için özeldir. Yukarıda arnavut kaldırım olan büyüdüğüm kasabadan bahsettim ya tam da orada bulunmuştur. Burası Düzce'nin Konuralp Kasabası'dır. Roma'daki adı Prusias Ad Hypium'dur. İS 2 yy. Roma eseri olan Tanrı'nın tasvirini de yapayım. Oldukça uzun ve de güzel bir kadın formu, sol elinde bir tepsi içinde meyve taşıyan ve aynı kolun üzerinde de ufak bir çocuk figürü olan bir heykel... Ama en önemli özelliği orijinal renkli olması. Meyveleri kırmızı kırmızı görebilirsiniz. Gerçekten görülmeye değer bir heykeldir.

Kornelia Antonia Heykeli: İşte şu ana kadar bir kadına aşık olmadıysanız, size müthiş bir tavsiyem var. Müzeye gelin Roma dönemi heykellerinden Kornelia Antonia'nın heykeli önünde 5 saniye kadar durun. Bir daha ayrılamayacaksınız. Saçlar uzun, ortadan ayrılmış, her tarafını saran bir pelerin, ayak baş parmaklarının arasından geçen terlik. Baş parmağı kısa... Zenginliğin ifadesi olsa gerek. Baş örtüsünü kadınsı bir ifade ile tutuyor ve serçe parmağı havada... Ben ilk gördüğümden beri onun döneminde yaşamak için can atıyorum. Onu canlandırmak ve insan formuna çevirmek için çok şey verirdim. Ama böylesi de güzel. Sadece 3 milyon TL ödeyip her hafta istediğim kadar görebiliyorum. Fazla da kalabalık olmadığı için diğerlerinden kıskanmama gerek de yok Kornelia'yı. Mümkün olsa her hafta gelirim. Ama arayı uzatsam da o bana her zamanki gibi derin bir bakış vermeyi ihmal etmiyor... Kornelia asil bir aileden geliyor. Orta Antoninler Sülalesi. Aile herhalde onun güzelliğini betimlemek için bir de heykel yaptırmış. Heykelin yapılış yeri Yalvaç (Antiokhia Ad Pisidium) Tarih ise İ.S. 2 yy.

Daha fazla ipucu vermek isterdim ama yazının da bir sınırı var galiba o sınıra da gelmiş bulunyoruz. Eski Şark Eserleri Müzesi'de oldukça ilginç bir müze ama yazının içinde yer veremeyeceğim. Çinili Köşk şu aralar tamirat geçirdiği için kapalı. Ama iki müzenin gezilmesi için ortalama 3-4 saat ayırmanız gerektiğini de ifade etmek istiyorum. Çıkarken Osman Hamdi Bey'in ruhu için bir kaç duayı da esirgemeyin derim.

Bu arada hafta içi giderseniz taş heykeller ve mezar taşları içindeki bahçenin ortasında bulunan çay bahçesinde Gülhane Parkı'na doğru bir çay içmekte yarar var. Zira burası İstanbul'un en ünlü çay bahçesidir. Bunu da benden başka kimse söylemez... Gidin görün... İçin çaylarınızı İskender Lahtine, Kornelia Antonia'ya karşı...

Hepinize iyi haftalar... Önümüzdeki hafta Kapalıçarşı'yı gezelim mi? Bu sefer farklı bir gözle...

Saygılarımla,

Zafer Sönmez
e-posta: zafer.sonmez@lycos.com , zafer.sonmez@disbank.com.tr
 


netyorum.com: (Bu metnin elektronik, basılı veya görsel yayın organlarında tamamen veya kısmen yayınlanması yazarının yazılı iznine tabidir. Aksine davranılmaması önemle rica olunur. Alıntı yapılmadan bu sayfaya link verilmesi için herhangi bir izin gerekmemektedir.)


Yorum Ekle Yorumları Listele
130. Sayı önceki yazı 130. Sayı sonraki yazı
Yazarın Önceki Yazısı  
Her hakkı saklıdır. All rights reserved. netyorum.com © 2000-2005 İstanbul-Türkiye