|
Sanat 16.02.2004 - netyorum.com / Sayı: 154
DENİZ BİLGİN - RETROSPEKTİF SERGİ
KARŞI SANAT ÇALIŞMALARI
DENİZ BİLGİN
RETROSPEKTİF SERGİ
13 Şubat – 13 Mart
2004
KARŞI Sanat
İstiklal Caddesi Elhamra Hanı
No:258 K:2
34430 Beyoğlu - İstanbul
Tel: 0212 2451508 Faks: 0212 2453700
info@karsi.com
Sergi Pazar günleri dışında hergün 11.00 – 19.30 saatleri arasında
açıktır
1999'da yitirdiğimiz Deniz Bilgin'in resimleri 13 Şubat
2004 tarihinde Karşı Sanat Galerisi'nde açılacak retrospektif sergide ilk kez
topluca bir araya geliyor. Sergide Bilgin'in yaklaşık 500 çalışması yer alıyor.
Sergilenen çalışmalar arasında 1989-1999 arasında açılmış sergilerde yer almış
guaj resimler, 1990'dan 1999'a kadar "Siyah Defter"e çizdiği desenler, 1980-1988
arasında gerçekleştirdiği batik resim çalışmaları, 1975-1980 yıllarında Londra
ve Singapur'da yaptığı çalışmalar, 1975'ten ölümüne dek gerçekleştirdiği grafik
işleri ve çeşitli dönemlerde yaptığı resimler ve desenler bulunuyor. Sergi 13
Mart tarihine dek gezilebilecek.
Serginin açılışıyla birlikte Deniz Bilgin'in üretimini ve sanatçı kimliğini ele
alan yazıları ve Bilgin'in tüm çalışmalarını bir araya getiren kitap da
yayımlanmış olacak. İhsan Bilgin'in editörlüğü ve Işıl Döneray'ın tasarımıyla
gerçekleştirilen kitapta, sergide yer alan işlerin yanı sıra, Necmi Zekâ'nın
"Bir Tuhaf...", Orhan Koçak'ın "Anka'nın Bildiği", Meltem Ahıska'nın
"Terkedilmiş 'Sen'" başlıklı yazıları ve Deniz Bilgin'in ayrıntılı yaşam öyküsü
yer alıyor.
Necmi Zekâ yazısında, Bilgin'in "kendi öznelliği içinde adeta tüm yaratıkları ve
formlarıyla doğayı da içeren, her türlü yabancılığa açık, çok geniş bir
evrenselliği
sergilediğini görüyoruz" diyor.
Meltem Ahıska, "Deniz'in resminde zamansız ve neredeyse kutsal bir imgelem var.
Kutsal çünkü gündeliğin uzağında, güncelleşmeye direnen bir üstdilin imgeleri
bunlar" diyerek Bilgin'in üretimini değerlendiriyor.
Orhan Koçak ise, Deniz Bilgin'in çalışmalarının "hem sınırsız bir özgürlüğün,
her şeyin denenebileceği duygusunun, hem de buna direnen bir katılık ve
değişmezliğin" ürünü
olduğunu belirtiyor. Yine Orhan Koçak'ın deyişiyle, Bilgin'in yapıtı, "mitik ya
da doğaüstü olanla salt süslemeci olanı bir araya" getiriyor.
1956'da Diyarbakır'da doğan Deniz Bilgin 1974'te Londra'ya gitti ve 1979'da
tamamlayacağı London College of Printing Grafik Bölümü'ndeki eğitimine başladı.
1979'da Singapur'da bulunduğu süre içinde Singapur National Museum'da bir karma
sergiye katıldı. 1980 sonrasında batik tekniğiyle yaptığı resimleri 1984'te
Taksim Sanat Galerisi'nde, İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde ve Ankara Dost Sanat
Ortamı'nda sergilendi. İzleyen yıllarda ürettiği resimleri ise 1986'da Taksim
Sanat Galerisi'nde izleyiciye sunuldu. 1987'den başlayarak, Metis Yayınları
tarafından yayımlanan Defter dergisinin kapak resimlerini yaptı. 1980'lerin
sonunda, resimlerinde guaj tekniği ağırlık kazanmaya başladı. Bu teknikle
ürettiği resimler, 1993 ve 1998'de Taksim Sanat Galerisi'nde sergilendi. Deniz
Bilgin'in çalışmaları, aralarında Latife Tekin'in, Murathan Mungan'ın, Lale
Müldür'ün, Engin Geçtan'ın, Hür Yumer'in, Bejan Matur'un, Alberto Moravia'nın,
Henri Troyat'nın ve Ursula le Guin'in kitaplarının da bulunduğu pek çok kitabın
kapağında yer aldı.
DENİZ BİLGİN İÇİN NE DEDİLER?
"... Her defasında kendi kendini şaşırtmaya, kışkırtmaya ve
büyülemeye yönelen bir girişimdir Deniz Bilgin'inki: Her resim, harikulâdeyle ve
bilmecemsi olanla yeni bir karşılaşma fırsatı olarak başlamış ve ilerlemiş gibi
durur. Gözün, gözlerin kazandığı merkezî rol de bir bakıma bu büyüle(n)meyle
ilişkilidir: Birdenbire ortaya çıkan tılsımlı görünümün, kendi kışkırtmasının
ürünü olan görünümün karşısında ürpermiş ve sonra da donup kalmış bir öznenin
varlığını hissettirir..." Orhan Koçak (Deniz Bilgin/Ressam kitabından)
"…Bilgin'in mitik ya da doğa-üstü olanla salt süslemeci olanı bir araya getiren
yapıtı, gerçekçi temsilden saf öznel yaratış fikrine görece pürüzsüz bir geçiş
yapmış bir Büyük Geleneğin çelişik dürtülerini birbirine karşı kullanarak tekrar
bir soruya dönüştürüyor: Bu kez Geleneğin (Sfenks'in) eşikte bekleyene değil,
eşiktekinin Geleneğe yönelttiği bir soru…" Orhan Koçak (Deniz
Bilgin/Ressam kitabından)
"…Hem sınırsız bir özgürlüğün, her şeyin denenebileceği duygusunun ürünüdür
Bilgin'in yapıtı, hem de buna direnen bir katılık ve değişmezliğin. İkiz
tematiği kadar desenin de, o çok sıkı işlenmiş "süslemeci" zemin desenlerinin de
Bilgin'de kazandığı önemi bu ikili belirlenimlere bağlıyorum ben. Desen nedir
son kertede, boşluğun, o temel farksızlığın örtülmesi ve böylece hep orada olan
farksızlaşma ihtimalinin de sezdirilmesi değilse eğer? Ama aynı zamanda akademik
resim geleneğine karşı, onun kendi ilkesini seferber ederek verdiği mücadelenin
aracıdır…" Orhan Koçak (Deniz Bilgin/Ressam kitabından)
"… İcranın kesinliğiyle anlamın belirsizliğinin .. iç içeliği, Türk sanatında
son 20-25 yılda kendini gösteren bir eğilime, Ergin İnan, Alaettin Aksoy ve
Balkan Naci İslimyeli gibi birbirinden çok farklı ressamlarda gördüğümüz o
kasıtlı "auratik" tavra mı akraba kılıyor Deniz Bilgin'in işlerini? Kısmen.
Hepsi de ilksel bir ürpertiyi korumak, yeniden üretmek için çalışmışa benzer,
her biri kendi gereçleriyle, kendi tarzında; hepsinde bir edebilik veya
öyküsellik de saptanabilir. Ama Bilgin'i yönlendiren şiddet (ya da ürkü) aynı
anda hem büyülenmeye hem de aydınlanmaya yol açtığını iyi biliyordur sanki.
Aydınlanmaysa, son kertede, orada bir öyküyü sahiden inandırıcı kılacak herhangi
bir tözsel çeşitlilik olmadığının, her şeyin bire, aynı olanın türevlerine
indirgenebileceğinin sezilmesidir. Gözler balığa benzeyebiliyorsa eğer, dişler
de en başında ve en sonunda bıçağa benzediği, benzetilebildiği içindir bu…"
Orhan Koçak (Deniz Bilgin/Ressam kitabından)
"... Deniz Bilgin'in figürlerinin ilginç bir özelliği, ne kadar insanlaşırlarsa
insanlaşsınlar, hep bir 'ağızları var dilleri yok' duygusu uyandırmaları. Adeta
gözleri ve jestleriyle yaşayan bu yaratıkların dilsizliği, ... "bilinçdışına
giden yol" olarak düşlerin dünyasına çok uygun bir durum. Irigaray'ın "Et
Renkleri" konferansında vurguladığı gibi, düşlerde ışık ve renkler her zaman
sözden önce gelir... Resmedebilmenin bu algı ve aktarım farkını ortadan
kaldırabileceğini savunan Irigaray, resmetmeyi bilinçdışı ve bilinçöncesinde ne
kadar iyi yapabildiğimizi hatırlatıyor. Bu bağlamda, özellikle Irigaray'ın
"doğduğumuzda ışığa ve sessizliğe doğarız" saptaması, Deniz Bilgin'in
figürlerindeki dilsizlik duygusuna ayrı bir önem kazandırıyor..." Necmi Zekâ
(Deniz Bilgin/Ressam kitabından)
"… Kaygının kökenini dışarıdan içeriye, içimize taşıyan unheimlich kavramı,
özellikle de bu kavrama Kristeva'nın "yabancı"yı da dahil ederek getirdiği
yorum, Deniz Bilgin'in
yaratıklarına farklı bir açıdan bakmamızı sağlayabilir. Kristeva'nın kabaca,
'Yabancı içimde, o yüzden hepimiz yabancıyız. Eğer herkes yabancıysa, kimse
yabancı değildir.'
biçiminde özetlenebilecek yorumu[nu], … yabancının içkinliğinden yola çıkarak
vardığı kozmopolitizmi Deniz Bilgin'in figürler dünyasına taşıdığımızda, onun
kendi öznelliği
içinde adeta tüm yaratıkları ve formlarıyla doğayı da içeren, her türlü
yabancılığa açık, çok geniş bir evrenselliği sergilediğini görüyoruz…" Necmi
Zekâ (Deniz Bilgin/Ressam kitabından)
"... Deniz [Bilgin]'in resminde de zamansız ve neredeyse kutsal bir imgelem var.
Kutsal çünkü gündeliğin uzağında, güncelleşmeye direnen bir üstdilin imgeleri
bunlar. Ama bu başka varlıkların kutsal mimikleri dünyanın yeniden doğuşunun
habercisi sayılamaz. Onların yaşantısı kesintiye uğramış. Büyük bir titizlikle,
keskinlikle inşa edilen bu alter-dünyada donakalmış duruyorlar. Aynı zamanda,
geçmişte ve gelecekte gördüklerinin dehşetini, suniliğini, ifadesizliğini,
yaşamsızlığını imleyebilirler ancak. Görmüyorlar, birbirlerini tutmuyorlar,
varedemiyorlar. Zamanın akışına karşı tutunabilecekleri bir zemin yok. Gevşek
dokumalı yapay zeminden düşüverecekler. Geleceğin anısı onlar. İnsaniliğin
tükettiği ve tükendiği bir geleceğin..." Meltem Ahıska (Deniz
Bilgin/Ressam kitabından)
"… Deniz'in resminde ritim duygusu çok güçlüdür. Bir çizgiden diğerine geçerken
oluşturduğu doku, gizli bir labirent gibi yayılan ritmin varlığıyla
kusursuzlaştırır zemini.
Gövdenin, gözlerin, kolların devinimi çok güçlü hissettirir kendini. Şüphesiz bu
gücü yaratan Deniz'in tüm resimlerinde varolan kusursuz işçiliğidir…" Bejan
Matur (1998 sergisi üzerine Radikal 2'de yayınlanmış değerlendirme)
"… Tanıdığımız dünya hakkında çok şey söylemez Deniz Bilgin'in resimleri. Başka
bir hakikatin bilgisine çarpmış ve donakalmış bir gözün tanıklığıdır sanki.
Tanığını da aynı dehşet ve şaşkınlık duygusuyla dolduracak ve serüveninde
tutacaktır. Onun resminde dünya çorak bir bahçedir. Dünyada olduğu gibi kalmanın
imkanları tükenmiştir sanki. Ve beyazlı pür kız çocuğu uzaklara, uzaklardan, her
nasılsa geçmekte olan gemiye bakar. Deniz'in en çok koyu tonları kullandığı
resimlerini seviyorum. Dünyanın yaratılmaya beklediği anı tarif eder gibidir.
Bir dokunuşla her şey kendi suretine kavuşacak ve hayat oluşacaktır. Tüm kainat
kendi sessizliğiyle büyülenmiştir, kendi ıssızlığıyla. Orada bildik bir suret
arama imkanı olmadığı gibi, her şey kendi trajik varlığının ağırlığına
terkedilmiştir…" Bejan Matur (1998 sergisi üzerine Radikal 2'de
yayınlanmış değerlendirme)
RESİM ANALİZLERİ:
"… [Bu] resimde, olağanüstünün canavarsı olana ve oradan da
nihai farksızlaşmaya doğru gittiği bir sofra sahnesiyla karşılaşıyoruz; masanın
bize uzak olan ucuna doğru gittikçe, figürler tanımlayıcı özelliklerini büsbütün
yitirmeksizin önemsizleşmekte, birer desen öğesine dönüşmektedirler; bir
ilerleme midir bakışımızın doğrultusu, yoksa bir gerileme mi, belli değildir;
sahneyi yöneten ve ilerleme-gerileme karşıtlığını askıya alan şey, sofranın
üstünde iç içe geçen ve zaten uyumun ve asgarileşmiş farkın amblemi olarak
düşünmeye yatkın olduğumuz yılan figürleridir (yılan zehri, girdiği organizmayı,
o örgütlü, farklılaşmış yapıyı çözer ve kolayca sindirilebilecek bir sıvıya
dönüştürür). Resmin arka planı, bir tayfunda köklerinden kopmuş da boşlukta
uçuşur gibi duran yapraksız, kurumuş ağaçlarıyla bir "dünya sonu" duygusu
vermektedir; ama bu zeminle karşıtlık içinde sofraya daha uzun süre baktığımızda
masanın kendisi de sadece bir geometrik biçime, bir ikizkenar üçgene indirgenir
ve bu da geri işleyerek zemindeki doğal felaket işaretlerini bir emprime kumaşın
motiflerine benzetmeye başlar…" Orhan Koçak (Deniz Bilgin/Ressam
kitabından)
"İsimsiz", 1991, kağıt üzerine guaj, 47x67 cm |
"… Kış isimli guaj, nominalistleşme eğilimi açısından, nerdeyse
programatik bir manifestodur: Kendi içinde ikileşmiş gibi duran mitik, göz
kamaştırıcı canavar yine oradadır; ağaçlarla ya da meyveli saman yığınlarıyla
(?) ikiye bölünmüş "sahnenin" sağ kısmında bazı yerel ya da noktasal "olaylar"
da cereyan eder gibidir (gizlenen karacalar, sepetli kadınlar, sepetin
kendisinin temsili); ama hepsi de o tek renkli bitkisel zemin deseninin içinde
özerkliğini yitirmiş ve göreceleşmiş, işaret edebilecekleri öyküyü çoktan
yitirdikleri belli olan birer boş gösterene dönüşmüştür. Şüphesiz, nihai darbeyi
resmin sol kısmı vuruyor: Zemin, hiçbir şey söylemeyen, hiçbir şey
söyleyemeyecek olan harflerden, bir yazı simulacra'sından, demek gösteren
fonksiyonunun da göstereninden oluşmaktadır burada. Bana benziyorsunuz, diyor bu
gösteren resmin geri kalanına, en fazla benim kadar anlamlısınız, benden daha
yetkili görünseniz bile. - Her şeye bir kumaş deseni olarak da bakılabilir,
pençe izlerini bu yapıtta bırakarak uzaklaşmış Anka'nın başından beri bildiği
gibi." Orhan Koçak (Deniz Bilgin/Ressam kitabından)
"Kış", kağıt üzerine guaj |
"Son bitmiş guaj resme bakıyorum. Başsız ve ayaksız, yerinden ve
hafızasından uzak düşmüş bir gövdenin, iğreti kanatlarıyla uçmayı tam da
beceremeyen hantal bir yaratıkla oynadığı çemberden atlama oyununa. Karanlık bir
ormanda saklanmış iki yaratık, biri eksik, biri fazla, belki bir kadın ve bir
erkek, kendilerini ve birbirlerini yoketmeden kavuşabilecekler mi? Nihayet, bu
gizli köşede kendi eksikliklerinden ve fazlalıklarından duydukları utancı bir
çoşkuya çevirebilirler mi? Bu oyunun resmedilişindeki imkansızlığın ardında,
tutmanın ya da tutkunun tek umudu mu var? "Minareden at beni, in aşağı tut
beni". Zemin dokusuna karışan yazı oyunun adını böyle koyuyor. Oyunun
kuruluşundaki umudu, sondaki imkansızlıktan daha çok merak ediyorum. Çünkü son,
sonradan geriye dönülerek anlamlanıyor, kesinleşiyor. Resimdeki oyunda ise bir
beklenti var... Bu resimde, o çocuksu kaybedip bulma oyununda, geleceğin
dehşetini erteleyen kuvvetli bir "sen" çağrısını duyuyorum aynı zamanda. Yazının
beklentisi de bu zaten. Çok mu geç? Bir bakıma öyle, kaderin başkalığı beni de
seni de terketmiş. Ama bu resimlerdeki başkalığı, örneğin bir başka resimde, bir
kız çocuğunun sınır çizgisine kadar gidip gördüğü, görüp de de bize anlatamadığı
bir başka dünyayı dile getirmek için geç olmayabilir. Yabancılığın payından
duyulan umut gene." Meltem Ahıska (Deniz Bilgin/Ressam kitabından)
"Minareden at beni, in aşağı tut beni", kağıt üzerine guaj |
BİYOGRAFİ
Deniz Bilgin,
14 Nisan 1956'da, resim öğretmeni Müjgan Akçin ve pilot üsteğmen H.İbrahim
Akçin'in kızları olarak Diyarbakır'da doğdu.
1957'de Eskişehir'de kardeşi Engin doğdu.
1958'de babasının sivil pilotluğu tercih etmesi nedeniyle önce Ankara'da, THY
merkezinin Ankara'dan İstanbul'a taşınması ile de 1960'dan itibaren İstanbul'da,
Teşvikiye, Hüsrev Gerede Caddesi'ndeki, çocukluk anılarında önemli bir yer
tutacak olan 2 katlı evde yaşamaya başladı.
1962'de Nilüfer Hatun İlkokulu'na başladı. Annesiyle kurduğu yoğun empatik
ilişkinin ifadesi olarak göreceği ve adlandıracağı resimle ilişkisi bu yıllarda
başladı ve varoluşunun ayrılmaz parçası olarak ömrü boyunca sürdü.
İlkokul eğitimini 3. sınıftan itibaren devam ettiği Özel şişli Koleji'nde
tamamladıktan sonra 1967'de Şişli Terakki Lisesi'ne başladı.
1969'da kardeşi Meltem doğdu.
1973'de bir yıl İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne devam
ettikten sonra 1974'de Londra'ya gitti ve London College of Printing Grafik
Bölümü'ndeki eğitimine başladı. Kendine özgü resim ve ifade tekniği, Londra'nın
ve orada sürdürdüğü yaşamın tonlarını da alarak belirginleşmeye ve pekişmeye
başladı.
1979'da Londra'daki eğitimini tamamladı ve babasının görevi nedeniyle ailesinin
o sırada bulunduğu Singapur'a gitti. Yerel sanatçılarla tanıştı, dostluklar
kurdu ve batik tekniğini öğrendi. Singapur National Museum'da bir karma sergiye
katıldı. Arkadaşlarıyla birlikte Endonezya adalarına yaptığı gezide, yaşamı
boyunca hatırlayacağı ve anacağı insanları, giyim-kuşamı, yolları, yerleşmeleri,
bitki ve hayvanları gördü, şölenlere şahit oldu. Singapur'un ve Endonezya
gezisinin izleri özgün resim tekniğine yeni tonlar, yeni ifadeler kattı.
1980'de İstanbul'a döndü ve batik tekniğiyle kumaş üzerine resim yapmaya
başladı.
1980'ler boyunca sergileyeceği resimleri bu teknikle yaptı. Yanı sıra, kuru
kalem, mürekkepli kalem, sulu boya ve guaj boya kullanarak irili ufaklı sayısız
ürün üretti. Bunların küçük bir kısmı kitap ve dergilerde kapak resmi olarak
basıldı.
1982'de İhsan Bilgin'le evlendi.
1982-84 arasında İstanbul Arkeoloji Müzesi müdiresi Dr. Nuşin Asgari'nin
asistanı olarak çalıştı.
1980 sonrasında yaptığı resimleri 1984'te Taksim Sanat Galerisi'nde, İstanbul
Arkeoloji Müzesi'nde ve Ankara Dost Sanat Ortamı'nda sergiledi.
İzleyen 2 yılda batik tekniğiyle ürettiği resimleri 1986'da Taksim Sanat
Galerisi'nde sergiledi.
1987'de İletişim Yayınları'nda, Sosyalizm ve Sosyal Mücadeleler Tarihi
Ansiklopedisi'nin yayınında çalıştı.
1987 yılında Metis Yayınları tarafından yayınlanmaya başlayan Defter dergisinin,
yaşam süresi içinde çıkan 37 sayısından 19'unun kapak resimlerini yaptı. Bu
resimleri daha sonra Semih Sökmen "Defter'e bu biçimini, çehresini Deniz
kazandırmıştı... Hepimizin çok hoşuna giderdi Deniz'in resimleriyle görünmek.";
Bülent Somay da "Bize söylediğimiz sözün sınırlarını hatırlatan resimlerdi
bunlar." diye anacaklardı.
Londra'da eğitimini aldığı grafik tasarımı formasyonunu 1980'lerde, Defter, Ben
gibi dergilerin kapakları, Cumartesi, Pazartesi gibi yayınevlerinin logoları,
Kuzey, Yedi İklim
gibi firmaların logoları ve kurum kimlikleri gibi işlerde kullandı.
1988'den itibaren sergileyeceği resimlerde kumaş üzerine batik tekniği yerine,
fon kartonu üzerine guaj tekniğini tercih etmeye başladı.
1990'lar boyunca eşinin çalışmaları dolayısıyla çeşitli aralıklarla Avrupa'nın
ve Amerika'nın çeşitli şehirlerine geziler yaptı. Londra ve Singapur'la başlayan
ve ilham verici bulduğu şehir keşfetme üslubunu bu yıllar içinde pekiştirdi.
Sumer Atak, Sevda Kılıç, Sinan Kılıç, Mustafa Arslantunalı, Lale Müldür, Mine
Bulut, Mehmet Çarvat, Bejan
Matur gibi arkadaşları keşif deneyimini paylaşarak İstanbul'u onunla birlikte
yeniden tanıdılar.
1980'lerin sonundan itibaren guaj tekniğiyle yaptığı resimlerini 1993'te Taksim
Sanat Galerisi'nde sergiledi.
İlkokul yıllarında başlayan, irili ufaklı kağıtlara, defterlere çeşitli araçlar
kullanarak resim yapma alışkanlığını 1990'lar boyunca da sürdürdü. Dans etmek,
yemek yapmak, şehir gezmek gibi sevdiği ve ilham aldığı tüm aktiviteleri resim
yapmaya benzetti. Sınırlı sayıda sergilenmiş yapıtın dışındaki çok sayıda iş,
varoluşunun ayrılmaz parçası olan bu aralıksız çalışmanın ürünüdür ve ilk kez
sergilenmekte ve yayınlanmaktadır. Bu çalışmaların küçük bir kısmı Latife
Tekin'in, Murathan Mungan'ın, Lale Müldür'ün, Engin Geçtan'ın, Hür Yumer'in,
Bejan Matur'un, Metin Kaygalak'ın, Alberto Moravia'nın, Henri Troyat'nın ve
Ursula le Guin'in kitaplarının kapak resimleri olarak 1980'lerde ve 90'larda
yayınlandı.
1997'de yayınlanmaya başlayan Virgül dergisinin tasarımına katkıda bulundu;
desenleri ve resimleri çeşitli sayılarının kapak ve iç sayfalarında yayınlandı.
1997'den itibaren çalışmalarını, ressam arkadaşı Emmanuelle Selimoğlu ile
paylaştığı Cihangir'deki atölyesinde sürdürdü.
1990'ların ikinci yarısında, yine guaj tekniğiyle ürettiği 12 adet resmi 1998'de
Taksim Sanat Galerisi'nde sergiledi. Serginin afişini BEK Tasarım bünyesindeki
arkadaşı Bilge
Barhana ile hazırladı. Bu sergide resimlerine ilk kez isim koydu: Nehir,
Sihirbaz, Bahçe, Dolunay, Horoz ve Kadın, Madonna and the Child, Rugan, Tütün,
Kırmızı, Üşümüş, Kış, Adalar...
1998 sergisinden sonra guaj tekniğiyle bir resim daha yaptıktan sonra tual
üzerine yağlı boya tekniği ile çalışmaya başladı. 2m x 2m boyutlarında olan
yağlı boya tekniğindeki ilk işini tamamlayamadan, 8 Kasım 1999'da Ankara'da
öldü. İhsan Bilgin tarafından ebeveyni ve kardeşlerinin yanı sıra, arkadaşları
Emel Güntaş, Taciser Ulaş ve Alpaslan Ataman'a danışılarak tasarlanan kabri,
Aşiyan Kabristanı'nın sırtlarında, çok sevdiği ve ilham aldığı şileplerin
geçidini seyreder konumda bulunmaktadır.
|