ÖZLEMİŞİM
Yüreğim pır, pır etti.
Gülümsedim.
Loş bir boşluğun içinden, kirli sarı duvara çivilenmiş, gri asık suratlı
posta kutusuna bakıp hem de.
Soğuk metal kutudan gökkuşağı fışkırıyordu sanki.
Yıllardan sonra minik posta kutumda sarı bir zarf.
Üzerinde pul.
Özlemişim.
El yazısı görmeyi özlemişim mesela.
Adımın, adresimin sevdiğim bir dost tarafından yazılmasını özlemişim.
Çocuk gibi sevindim.
Bir süre açmaya kıyamadım zarfı, öylece bekledim.
Gözlerimi el yazısından almadım, alamadım.
Seyrettim.
"S" biraz yamuktu, "b" desem sanki kelimeden ayrı gibi, bir başına. . .
Belli ki aceleyle yazılmıştı.
Ama her harf bir dokunuştu.
Sarı zarfa dost eli değmişti, dost yüreği gezinmişti üzerinde.
İstanbul'un göğü grilere teslimken, sabah kuşları taze yeşilli yaprakların
arasında kuru dal ararken, gün bulutlu, rüzgarlı ve gitgide sessizken
gelivermişti.
Apartmanın girişindeki asık suratlı gri posta kutusu bana göz kırptı
sanki.
Konuştu.
Duydum.
Ne zamandır hep, ince uzun, dikdörtgen zarflar alıyordum. Bankalardan,
taksitli kartların ekstreleri. . . Bir de telefon ve elektrik faturaları.
Mektup almayalı ne çok olmuş. . .
Ne çok özlemişim el yazısıyla yazılmış zarfları.
Her biri aynı "karakter"de yazılmış, puntoları bile değişmeyen zarflar
hayatımı ne zaman işgal ettiler? Ya, el yazılı zarflar nasıl minik ve
çelimsiz adımlarla uzağıma nasıl düştüler?
Ve ben buna nasıl izin verdim.
Başka zaman olsa kendime kızardım. Bu kez öyle olmadı.
Kendimi anlamaya çalıştım.
Affettim.
Zarfı yavaş, yavaş açtım.
Sindire, sindire.
Çizgisiz kağıda yazılmış, kat yerleri özenle ayarlanmış mektubu
şaşkınlıkla
okşadım.
Sadece iki satırdı mektup:
"Her gün mailleşmek yetmedi birden. Ekrandan ekrana yaptığımız yazışmalar
yetmedi. Yıllar önceki gibi olsun istedim. Biliyor musun, sana mektup
gönderirken ben aslında kendimi tazeledim. "
Yüreğim pır, pır etti.
Gülümsedim
Not: Sayın Canan Karanlık'a
teşekkür ederiz.
|